Diziler yıkıcı oldu!

Seyirci potansiyeli yüksek olan bazı dizi, film ve tiyatro ile moda sektörü, hayat tarzları üzerinde adeta ideoloji oluştururken, bu sektörlerde toplumsal dejenerasyonu hedefleyen unsurlar, toplumun her kesiminden tepki görüyor.

Diziler yıkıcı oldu!

Türkiye'de sinema, dizi, film ve moda sektöründe gizli lobilerce bilinçli finanse edilerek ön plana çıkarılan geleneksel aile yapısıyla uyuşmayan tipolojilerin, toplumsal dejenerasyonu hedeflediği belirtilirken, bu durum toplumun her kesiminden tepki görüyor.   

Birçok sektörde uygarlıkların, toplulukların, insanların ya da yapıların duyguları, sanat ile anlatılıyor. Kişisel ve toplumsal gelişimde önemli yeri bulunan sanatın en bilindik başlıklarından sinema, film, dizi, tiyatro ve moda; duygu, tasarı, güzellik gibi olguların anlatımında sıkça kullanılıyor. Ciddi bir seyirci ve takip kitlesi bulunan bu sektörler, İslami hayat ve Türk geleneksel aile yapısını da etkiliyor. Medeniyetin göstergesi olarak tanımlanan sanatsal faaliyetler, kimi zaman toplum için çeşitli riskler barındırıyor.

İzleyici potansiyeli yüksek olan dizi, film ve tiyatro ile sayısı hiç de azımsanmayacak kadar fazla olan giyinmeyi seven kitlenin yakından takip ettiği moda sektörü, hayat tarzları üzerinde adeta ideoloji oluşturuyor. Toplumun dinamiklerini etkisi altına alan bu sektörlerle İslam'ın ve Türk aile yapısının dışladığı dejenere fikirler de insanlara 'toplumun normaliymiş gibi' dayatılabiliyor, ya da bilinçaltı olgularla 'özenme duygusu' veya 'ahlaki' değişimlere zemin hazırlanabiliyor.

Şuuraltına sinen ve toplumun birçok kesiminden tepki gören bu içeriğe ilişkin konuşan sanatçı, eğitimci ve ilahiyatçılar, bu yöntem ile toplum yapısının hedef alınarak, temelden dinamitlenmeye çalışıldığını belirtti.

- "Türkiye'de sinema sektöründe görülmemiş tröstleşme var"

Yönetmen Semih Kaplanoğlu, yapımcı, dağıtımcı ve salon sahiplerinin oluşturduğu tekelleşmenin Türk kültür ve sinema dünyasının en önemli sorunu olduğunu söyledi.

Binlerce sinema salonunda yayımlanan 'yozlaşmış tipoloji' filmlerinin yapımcıları ve dağıtımcılarının aynı şirketler olduğuna vurgu yapan Kaplanoğlu, "Türkiye'de sinema sektöründe dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir tekel ve tröstleşme var. İşte bu tekel, Türkiye'nin kültürel ortamını yoz, kaba ve insanımızı manevi anlamda aşağılayan tipolojileri ve içerikleri izlemeye mahkum ediyor. Haftalardır Anadolu'da seyahat ediyorum. Bütün sinema salonları bu tekellerin filmleri ile dolu. 8 salonu olan AVM sinemalarının 5 salonunda birden dejenere bir tipolojinin filmi oynuyor, diğer üçünde ise diğer maganda tipolojisinin filmi... Halk hiçbir vasfı, değeri olmayan bir tür magandalığa bu yapımcı-dağıtımcı-saloncu tekeli tarafından mahkum edilmiş durumda. Yaşadığımız kültürsüzleşme, manevi düşüklük ve edepsizliği teşvik eden, insan olmayı değil bir tür hayvanlaşmayı ve küfrü 'komedi' olarak başımıza kakan bu filmler işte bu tekelleşmenin ticari metalarıdır." dedi.

İlgili bakanlıkları, kurumları ve mesleki örgütleri bu tröstleşmeye karşı hukuk çerçevesinde ortak eylem planı hazırlamaya davet eden Kaplanoğlu, "Yoksa çocuklarımızı, gençlerimizi bu yozlaşmanın ve ahlaksız ticaretin yeni dejenere tipleri olarak evlerimizde, sokaklarımızda, okullarımızda görmeye alışmalıyız." ifadesini kullandı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın her yıl ortalama 70 nitelikli filme destek olduğunu, tekelleşme sebebiyle ancak 4-5 filmin vizyona girebildiğini anlatan Kaplanoğlu, şunları kaydetti:

"Bu durum desteklerin görünürlüğünü de ortadan kaldırıyor. Yerli ve milli kültürün, manevi zenginliğimizin, Anadolu irfanının ve tarihi karakterlerimizin sinemaya aktarılması, izlenmesi, seyirci ile buluşması önündeki en büyük engel bu tekel ve tekelin film üretme konusunda getirdiği yozlaşmış kriterlerdir. Çok ucuza mal edilen merdiven altı filmler binlerce salonu kaplamışken bire bin kazanma hırsı, kültürel erozyona en büyük katkıyı vermektedir."

- "Dışarıdan aldığımız formlar bizi deforme ediyor"

Gazeteci-Yazar Yusuf Kaplan da sinemanın bir sanat formu olduğunu ve sinemaya estetik bir ifade biçimi olarak yaklaşılması gerektiğini dile getirdi.

Sinemanın batı kültürü ve uygarlığı tarafından geliştirildiğini, dolayısıyla pazarlanan filmlerin Batı normlarını taşıdığını vurgulayan Kaplan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Kendi normlarınızı, anlam haritalarınızı, medeniyet dinamiklerinizi; kültüre, sanata, eğitime, hayatın her alanına işleyecek şekilde yayamamışsanız, kök saldıramamışsanız, dışarıdan aldığınız bütün formlar ister istemez kendi normlarını taşır. Form normunu dayatır. Dolayısıyla biz kendi normlarımızı yitirdiğimiz için dışarıdan aldığımız bütün formlar deforme oluyor ve bizi deforme ediyor. İster istemez şu çıkıyor ortaya; form meselesinin normla ilişkisini çözümleyemezseniz, sineması, televizyonu, müziği, bütün bu kültür formları sizi dönüştürür. Sizin yapmanız gereken şey bu formları kendi normlarınız doğrultusunda dönüştürebilmektir, yeniden ifade edebilmektir. Yeniden icat ve inşa etmektir."

Herkesin Hollywood tarzı film yapması gerekmediğini dile getiren Kaplan, şunları kaydetti:

"Mesela sanat sinemaları var. Avrupalılar kendi kültürel dinamiklerinden yola çıkarak kültürün ve estetiğin dilini dönüştürdüler. Japonya'da bir şekilde kendi kültürel dinamiklerini eksene almayan filme film demezler. Popüler kültür dolayısıyla klasik film tarzı, bütün dünyada yaygınlaştı. Popüler sinemanın dili klasik Hollywood'un dilidir. Popüler sinema bütün dünyada yangınlaşan bir sinema, ama siz bunu kırabilirsiniz, bunu dönüştürebilirsiniz. Yani kendi kültürel dinamikleri doğrultusunda kendi düşünme biçimleri, estetik formları doğrultusunda başka kültürlerin çocukları sinemayı aldılar dönüştürdüler, dolayısıyla ona göre içerik üretiyorlar. Kültürel kodlarına göre, anlam haritalarına, değerlerine göre kendi filmlerini yapıyor adamlar. Bugün Japon sinemasında Japon ailesini görebilirsiniz, Japon dizisinde, Japon ailesini görebilirsiniz. Çin sinemasında Çin ailesini, ilişki biçimlerini falan görebilirsiniz. Bu da çok etkileyicidir. Latin Amerika sinemasında kendi kültürel kodlarını görebilirsiniz, Afrika sinemasında görürsünüz, Türk sinemasında göremezsiniz. Çünkü biz normlarımızı yitirdik. O yüzden dışarıdan aldığımız formlar bizi deforme ediyor. Biz de onu tanınamaz hale getiriyoruz, tepe tepe kullanıyoruz."

- "Dizilerle toplumları kurşuna diziyoruz"

Birçok dizide "Aristocu" dram geleneği dilinin kullanıldığını ve bu geleneğin Hollywood'un dili olduğunu ifade eden Kaplan, Aristocu dram geleneği üzerinden izleyicilerin zihinlerinin kodlandığını savundu.

Kaplan, "Sinemanın, dizinin, televizyonun gücü doğrudan değil, dolaylı olmasında gizli. Dolaylı olduğu için doğrudan bilinç altına hitap ediyor. Dolayısıyla kültürel kodlarını yeniden kodluyor. Seyircinin davranış biçimlerini, zevklerini, beğenilerini yeniden kodluyor. Bunu dolaylı yapıyor, doğrudan yapsa izleyici 'propaganda yapıyor' diyecek ve tepki gösterecek, dolayısıyla hiçbir şekilde etkisi olmayacak." dedi.

Bazı dizileri eleştiren Kaplan, şöyle konuştu:

"Toplumun kültürel değerleriyle kavgalı, kültürel olarak yozlaştırıcı tonla dizi çekiliyor. Bu dizileri çeken insanların mazereti şu; izleyici istiyor... Kardeşim bu kadar aptallaşmanın ve aptallaştırmanın alemi yok. Sen burada resmen izleyiciyi ayartıyorsun. Bunu söylemiyorlar, bunlar resmen ilkesizlik ve ahlaksızlık. Böyle bir şey olmaz. Sadece para vuruyorlar. Sadece kendi çıkarlarını, şöhretlerini düşünüyorlar. Bizim özellikle son 10 yılda dünyaya ihraç ettiğimiz en önemli madde dizidir. Dizi cenneti Latin Amerika'dır. Biz Brezilya'yı, Arjantin'i, Şili'yi bile işgal ettik dizilerle. Ne yaptık? Dizilerle sadece kendi toplumumuzu değil, başka toplumları da kurşuna diziyoruz. Biz hakikatin bayraktarlığını yapmış toplumun çocuklarıyız, bir medeniyetin çocuklarıyız. Hakikatin, ahlakın, medeniyetin, edebin, adaletin bayraktarlığını yapmış toplumun çocukları, dizilerle ahlaksızlığın bayraktarlığını yapıyor. Bu olmaz. Burada sivil topluma da hükümete de devlete de çok ciddi görevler düşüyor."

- "Dünya bizi bekliyor"

Söz konusu sektörlerdeki yozlaşmanın ortadan kaldırılması için devlete önemli sorumluluklar düştüğünü belirten Kaplan, "Kendi sinemacılarını, sanatçılarını yetiştirecek. Devletin, hükümetin ya da bir ideolojinin sözcüğünü yapacak sanatçılar yetiştirecek demiyorum, böyle bir şey söylemem ben." dedi.

Kaplan, Türkiye'nin, dünyanın her yerinde mazlumlara el uzattığına değinerek, şöyle konuştu:

"Mazluma-kimsesize yardım dünyada bitti, bunlar sadece bizde var. Mazluma el uzatan sadece biziz. O yüzden Afrin'e bir operasyon düzenliyorsun, Üsküp'ten Filistin'e kadar, Burkina Faso'dan Afrika'nın içlerine kadar insanlar dua ediyor sana. Niye? Çünkü mazlumun yanındasın. Bu çok önemli bir şey. Yani adalet, merhamet duygusu var. Dolayısıyla medeniyet bizde aslında. Devlet bu konuda sorumlu ve çok ağır bir sorumluluk var. 15 senedir burada bir şey yapılması lazımdı, çok geç kalındı. Televizyonda, daha genelde medyada yoksanız, yoksunuz, yok olmaktan kurtulamazsınız. Bunu unutmayalım. Dünya bizi bekliyor. 'Bu adamlar ne söyleyecek' diye bizi bekliyor. Biz bunu yardım kuruluşlarıyla siyasi faaliyetlerle bunu gösterdik. Dedik ki 'Türkiye dünyanın ruhudur, mazlumların umududur, zorbaların da kabusudur' dedik. Dünya Yunus'u tanıyor mu? Mevlana'yı tanıyor mu? Ben tanıtmıyorum, bir şekilde batılılar kendileri tanıyorlar. Sinan'ı, Itri'yi kim tanıyor? İbn Arabi hazretlerini kim tanıyor? Kimse tanımıyor. Türkiye'de insanlar televizyon dizilerinden tanımaya başladılar. Yani kendi kültürel değerlerimizi dünyaya iletebildiğimiz çok önemli bir süreçten geçiyoruz, dünyanın da buna ihtiyaç hissettiği bir süreçten geçiyoruz. Devletin, sivil toplum kuruluşlarının kesinlikle stratejik bir mesele olarak düşünüp televizyonda, dizilerde devrim yapacak öncü kuşakları yetiştirmesi lazım. Devrim yapacak atılımları yapacak büyük projelere imza atması lazım."

Kaplan, Türkiye'nin dünyada sömürgeleştirilemeyen, ancak kendi kendini sömürgeleştiren tek ülke olduğunu savunarak, "Bu ülkeyi batılılar dışarıdan fiilen işgal edemediler, içeriden zihnen işgal ettiler. Robert Kolejinden, Üsküdar Amerikan Kız Kolejinden bu yıl mezun olan öğrencilerin hepsi yurt dışına gitti. Bu tam anlamıyla sömürgeciliktir. Kendi kendini sömürgeleştirmedir bu. Bunun derhal önüne geçilmesi lazım. Burada bir takım emperyalist güçlerin rolleri var diyeceğiz ama artık bitti. Bizim kendi insanlarımız yapıyor bunu." yorumunda bulundu.

Toplum kültürünü etkileyecek dizi ve filmlerin özellikle İslam coğrafyasına pazarlandığını savunan Kaplan, şunları kaydetti:

"Bu diziler bizim coğrafyamıza satılıyor. İnsanlar aç, susamış durumdalar. Sadece dekoru görüyor, oradaki malzemeyi görüyor, Türkiye'ye ilişkin bir şey görüyor, o açıdan merak ediyor. Bazı dizilerle önüne geçilmeye çalışılıyor ama tümüyle aşılabilmiş değil. Bunu aşacağız biz, bunu aşabilmemizin tek yolu devletin çok güçlü kültür politikasına ihtiyacı var. Stratejisi olmayan bir şey kesinlikle başıboş gider. Çok güçlü bir film sektörü var ama film endüstrisi yok. İnsanlar vuruyorlar, parayı kazanıyorlar, ondan sonra gidiyorlar Antalya'da villa yaptırıyorlar. Film sektörüne dönmüyor para. Dolayısıyla burada tehlikeli bir süreç işliyor. Devletin bir film stratejisi, bir televizyon ve medya stratejisi geliştirmesi lazım. Bizim değerlerimizin teşvik edileceği filmlerin-dizilerin yapılması lazım. Bunu yapacaksın diye dayatmasına gerek yok. Ailenin gittiği, toplumun delik deşik olduğu, dolayısıyla insanın insanlığını yitirdiği bir dünyada ister istemez değerlerin bir şekilde anlatılmasını teşvik etmek neden problem olsun? Devlet dayatmadığı sürece problem değil."

- "Sadece insanlar intihar etmez, toplumlar da intihar eder"

Kaplan, bazı televizyon programlarının yeni neslin aidiyet bilincini yok ettiğini savunarak, şöyle devam etti:

"Ayrıca, Alman televizyonu, Fransız televizyonu, Alman kültürünün, Fransız kültürünün, Fransız toplumunun ya da Alman toplumunun altını mı oyuyor? Hayır. Böyle bir şey yok. Ama senin televizyonun, senin medyan senin altını, bu toplumun altını oyuyor. Bu toplumun medeniyet dinamiklerini dinamitliyor. Kültürel değerlerini yerle bir ediyor. Buna izin verilemez. Bu genç kuşağın aidiyet bilinci yok oluyor. Bu topluma, bu kültüre aidiyet bilinci sıfırlanıyor. İslam'la ilişkisi, İslami duyarlılığa ilişkisi yerle bir oluyor. Bu toplumun intiharıdır. Sadece insanlar intihar etmez, toplumlar da intihar eder. Nasıl ki şehirlerimizi katlettiler, çocuklarımız da katlediliyor. Buna göz yumamayız. Yani devletin derhal buna el atması lazım. 2019'u o sebeple önemsiyorum. Eğer 20 sene içerisinde bir şey yapamazsak, bir kuşaklık zaman dilimi içerisinde bu toplum köleleşir. Bu toplumun İslam'la ilişkisi sıfırlanır. İslam'la ilişkisi sıfırlanmış bir kuşak geliyor. Ben ne yapacağım öyle bir kuşağı? Kamuoyu yoklaması yapılmış, çocukların yüzde 95'i yurt dışında okumak istiyor. Yurt dışında okusun, ben de okudum Londra'da ama gidip de oraya köle olmasın. Bunlar resmen buradayken köle oluyorlar. Buradaki zihni köleleştiriyorsun. Entellektüel melekelerini yerle bir ediyorsun."

Kültürel dinamikler, estetik formlar, medeniyet birikimi ve dinamikleri doğrultusunda bir eğitim sistemi, bir medya ve kültür rejimi kurulmadığı sürece toplumun toparlanamayacağını aktaran Kaplan, ekonomisi ne kadar güçlü olursa olsun; sineması ve müziği 'dökülen' toplumların yok olmaktan kurtulamayacağını sözlerine ekledi.

- "Türk korkusunun ortadan kalkmasının tek yolu, aile düzenimizi bozmak ve nüfusu azaltmaktı"

İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır ise batı ülkeleri için Türk kelimesinin Müslümanlığı ifade ettiğini söyledi.

Bayındır, "Batıyı rahatsız eden Türk korkusunun ortadan kalkmasının tek yolu, aile düzenimizi bozmak ve nüfusu azaltmaktı. Yaptırabildikleri kadar yasal değişikleri ve bütün yolları kullanarak evlenmenin önüne, her geçen gün daha büyük engeller koymayı ve evlilik dışı ilişkileri arttırmayı başararak aileleri parçalayabildiler. Sinemalar, diziler, eğitim sistemindeki çarpıklıklar ve yeni çalışma hayatı, tahribatı her geçen gün daha da arttırmaktadır. Çevresine duyarlı insan sayısı azalmaya, komşusuyla hatta ailesiyle bile ilgilenmeyen insanlar sürekli artmaya başladı." değerlendirmesinde bulundu.

FETÖ'nün 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimine karşı halkın gösterdiği reaksiyonun, geleneksel yapının tamamen bitmediğini bütün dünyaya gösterdiğini kaydeden Bayındır, "Artık yapılan tahribatı tespit edip özümüze dönmeli, millet olarak yeniden bir güven ve umut kaynağı haline gelmeliyiz." dedi.

Kaynak: Diyarbakır Söz