ŞEHİRLERİ BÖYLE Mİ YÖNETECEKSİNİZ

Kırklar dağı ve çevresi ziyaretmiş. Özellikle muradlarına eremeyenler, çocuğu olmayanlar bu dağa gider adakta bulunurlarmış.

( Bizim çocukluğumuzda da orası mesire yeri idi. Hele bir Nisan Mayıs ayı gelmesin, günlerden de Pazar ise, Şehrin nerede ise bütün insanları çaylarını şekerleri alıp, bir de yanında Diyarbekir Peynirlisi yaptırdılar mı, soluğu doğru burada alırlar, gün batımına kadar yer içer, eğlenirlerdi. İp atlayan kızlar havalanan eteklerini güya elleri ile tutar, mahrem yerlerinin görünmesine engel olurlardı. Mardin kapı mezarlığının altından ve karşı yolundan ellerindeki eşyalarla Kırklar dağına akın eden insanlar, ip gibi sıralanırlar, sur üstlerinden onlara bakanlar kervan görüntüsündeki bu manzarayı resimlemeye çalışırlardı.)

Şehirde yaşayan Süryani bir ailenin de çocuğu olmuyormuş. Ne yapmışlarsa, hangi çareye başvurmuşlarsa bir türlü evlat hasretini dindirememişler.

Abraham(İbrahim) ve Marya(Meryem).

Marya kocası Abrahama yalvarmış yakarmış, kulun kölen, hamamda ibriğin olayım, ne olursun gel şu KIRKLAR DAĞINA gidelim, ziyarette adağımızı adayalım ve Rabbimizin onların yüzü suyu hürmetine bize bir evlat vermesini isteyelim demiş.

Abraham, ya hanım orası Müslümanlara ait bir yer, insanlar görse ne der, hadi insanları aştık, kimsenin görmediği bir esnada gittik ziyarete, ya Ziyarette yatan Kırklar ne der bizim halimize diyen Marya’nın isteğine karşı çıkmış ama onu talebinden vazgeçirememiş.

Kimsenin kendilerini görmediği bir sırada çıkmışlar Kırklar dağına, yakmışlar mumlarını ve başlamışlar duaya. Ey Ulular ulusu yatanlar, sizin yüzünüz suyu hürmetine Rabbimiz bize bir evlat versin demişler ve dönmüşler evlerine.

Aradan kısa bir zaman geçmiş, Marya hamile kalmış. Vakti merhunu gelince, güzeller güzeli bir kız çocuğu doğurmuş. Abraham ve Marya çocuklarını bin bir türlü naz ve eda ile büyütmüşler.

Sultan ismini koydukları kızlarına, kısaca Suzi diyorlarmış.

Abraham ve Marya, Suzinin her doğum gününde KIRKLAR DAĞINA gider, ermiş olduklarına inanılan KIRKLARA dualar eder ve onların Rabbin yanında kendilerine dehalet etmesini isterlermiş.

Suzi her geçen gün büyümüş, biraz daha güzelleşmiş. Eee insan bu kadar güzel olur da birilerinin dikkatini çekmez mi, birilerini kendine aşık etmez mi?

Oturdukları Ermeni Mahallesinde yakışıklı mı yakışıklı Emin isminde Müslüman bir genç yaşarmış. Suzi ne zaman doğum günü için KIRKLAR DAĞINA çıksa, emin de arkasında.

Yine böyle bir doğum gününde Anne Marya hastalanmış, hizmetçileri ile adetleri gereği Suzi’yi KIRKLARA göndermiş.

Emin de arkalarında.

Bir fırsatını bulmuş Suzi, koşmuş sevgilisine.

Dağı aşmışlar, arka taraflarda KIRKLARIN medfun olduğu yerde buluşmuşlar. Aşık maşukuna kavuşmuş, hemhal olmuşlar.

Ancak bir süre sonra Suzi’yi almış bir melal, bir üzüntü.

Kendinde farklı haller hissetmeye başlamış ve birden kutlu doğumuna maneviyatları ile destek olduğuna inandıkları, KIRKLARIN huzurunda Emin ile yaptıkları gelmiş aklına.

Adete yemiş kafayı.

Ve bir gün boynunda haçlı kolyesi ile gelmiş on gözlü köprünün üstüne.

Atmış kolyesini kumlara ve kendisini Diclenin serin sularına.

Nehir almış götürmüş Suzi’yi. Diclenin serin suları Suzi’yi Furat ile buluşturduğu anda, korkunç bir ses kopmuş uzaklardan. Akdeniz önce durgunlaşmış, az sonra da adeta kaynamaya başlamış. Suzi adeta Ak bir Deniz olmuş.

Olayı haber alan Emin yakmış ağıtını.

Kırklar dağının düzü

Karanlık bastı bizi

Kör olasan Zalım Suzi

Ziyaret(evliya) çarptı bizi.

Köprü altı kapkara

Ana gel beni ara

Saçlarıma kumlar doldu

Tarak getir sen tara

Al tarağı sen tara.

Gazi köşkü serindir

Dicle nehri derindir

Sen ağlama garip anam

Kadir Mevlam kerimdir.

Demiş ve atmış kendini derin sulara.

Hikaye böyle.

Dünyada böyle bir yerin kılına kimse el atmaz, Kırkların hatırına zerresine dokunmaz, aşkın hatırına gözü gibi korur.

Ama bizde öyle değil. Her türlü kutsalı bir çırpıda çırpıda çiğniyoruz. Arsa arazi mafyalarının el atmadığı değer kalmadı.

Şimdi burada heyüla biçiminde garip binalar yükseliyor.

Önce sormak lazım. Kimin Belediye Başkanlığı döneminde buraya inşaat ruhsatı verildi.

İnşaat ruhsatını alıp binaların yapımına başlayan müteahhidi kim tehdit etti. Bu yönde ortaya atılan iddialar doğru mu yalan mı?

Burası tarihi SİT ALANI DEĞİL Mİ?

SİT ALANINDA YAPILAŞMAYA KİM NASIL İZİN VERDİ.

İşi elinden alınan müteahhitten sonra burayı kimler hangi güçle, kimlerin yardımı ile ele geçirdi.

Diyarbakır’ı nerede ise 15 yıldan beri HDP li belediyelere yönetiyor. Eski ruhsatların yenilenmesi söz konusu olmuş mu? Yeni müteahhitlere yeni şartlarda inşaat iznini hangi belediye başkanı vermiş.

Şimdi duyuyorum, Belediye Başkanı Gülten Kışanak Hanım, işin boyutunun büyüklüğü sebebiyle, konuyu DTK sine havale ettiğini, onların bir komite oluşturarak, sorunu çözmelerini istediğini beyan etmiş.

Takip edeceğiz, sonucun nereye varacağını göreceğiz.

Oluşturulan DTK sinden üyeler, SİT ALANI konumundaki yerdeki yapılaşmanın tümden ortadan kaldırılmasına mı karar verecekler, yoksa, olan oldu deyip, oranın bir bütün halinde harap olmasına mı geçit sağlayacaklar.

Yani şehirlerin yönetiminde tarihe, kültüre, medeniyete, insanlığa saygıyı mı öne çıkaracaklar, yoksa hoyrat girişimlere buda bizden size bir kıyak mı diyeycekler.

Şurası unutulmasın, KIRKLAR DAĞI’ndaki bu garabete evet derlerse, daha işin başında büyük kayba uğrarlar.

Bizden daha fazla oraya aşık olan Suzi’nin başına gelenlere baksanıza.