TÜRKİYE RUSYAYA MI OYNUYOR

Önemli dış siyaset aktörleri bir ülkenin elindeki yumurtaları hiçbir zaman aynı sepete koymamaları gerektiğini söylerler. Aslında insanların ellerindeki kaynakları farklı alanlarda değerlendirmeleri, her zaman onların lehinedir. Zira bir hesaptan işlem görmeye başlayan sermayeniz, inanılmaz derecede prim de yapar, sizi iflasa da sürükleyebilir. Ticaret için durum böyle.
Siyasi Büyüklerimiz buna Risk almak diyorlar. Siyaset risktir, ticaret risktir, evlilik risktir, evlat edinmek risktir, hatta hayatın kendisi risktir bir anlamda değerlendirmesini yapıyorlar şimdilerde.
Türkiye NATO ittifakının üyesi, bu anlamı ile ülkenin korunmasında bu birliğe üye olan ülkelerle çok içli dışlı durumdayız. Askeri konularda içli dışlı olmanın ülkeler bakımından büyük ehemmiyeti var. Bu durum biraz da aile mahremiyetine benzer. Ülke güvenliğinizi sağlamak için birlik oluşturduğunuz ülkelerle en mahrem sırlarınızı paylaşırsınız. Birliğe dışarıdan gelebilecek olan bütün saldırılara karşı nasıl tedbir alacağınızı konuşursunuz. NATO penceresinden Türkiye’nin konumuna bakıldığında; bu birliğin dışında olan ve komşumuz durumundan bulunan Rusya, İran, İsrail, Arap ülkeleri bir anlamda bize hasım ülkeler konumundadır. Zira daha çok yakın zamanda Suriye’de yaşanan iç savaş sebebiyle bizim bir iki uçağımızın düşürülmesi, bundan sonra bizim Suriye uçaklarını düşürmek suretiyle, bir anlamda cevap vermemiz, üzerine Türkiye’nin NATO dan bir takım istekleri gündeme geldi ve Birlik üyesi konumunda bulunan Hollanda Türkiye’ye PATRİOT FÜZELERİ GÖNDERDİ. BU FÜZELER HALEN TÜRKİYE HUDUTLARINDA SURİYE’YE ÇEVRİLMİŞ VAZİYETTE HAZIR BEKLİYOR.
Yani biz başımıza gelmesi muhtemel büyük bir saldırıya karşı NATO ülkelerinin imdadımıza koşmasını istedik. Onlar da bu isteği makul karşıladılar ve Patriotları Türkiye’ye gönderdiler.
Peki bize Suriye’den nasıl bir tehlike gelecekti de biz hava savunmasında çok önemli görevler ifa eden Patriotları Nato’dan istemek zorunda kaldık?
Açık söyleyelim, biz Suriye’den gelecek bir tehlikeden çok, Suriye üzerinden Rusya’dan yapılacak bir saldırıya karşı endişe duyduk.
Suriye meselesinde Rusya,İran,Çin gibi devletlerle görüş ayrılığı içerisindeyiz. Ve Rusya’nın Suriye’de hiçbir ülkede olmadığından çok silahı, hava üssü var ve Savaş gemileri ile denizaltılar Akdenizde hazır vaziyette bekliyor.
Türkiye sadece Askeri alanda değil, siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal ilişkiler bakımından da yüzünü batıya çevirmiş olan bir ülke.
Avrupa Birliği ile müzakereler yürüten, ihracatının ilk sıralarını Almanya, İtalya, İngiltere, Fransa, ABD teşkil eden, batılı kültürel değerlerin, insan haklarının, bireysel özgürlüklerin, Demokrasinin ülkemizde de aynı ile uygulanması için gayret gösteren bir Türkiye’nin kimi gerekçelerle, batıdan dönmesi, batıya sırtını çevirmesi onun lehine olur mu?
Türkiye şu son 12 yılda haklar ve hürriyetler, ekonomik gelişmişlik, Demokrasi konularında büyük hamleler yaptı ise, hiç kuşkusuz bunda batıyı örnek almasının, batının Türkiye’ye desteğinin büyük önemi var.
Daha önce de yazmıştım biliyorsunuz, Türkiye’nin kalkınmasında Rusya ile özellikle Süleyman Demirel’in Başbakanlığı döneminde yapılan yatırımların büyük ehemmiyeti oldu. İskenderun Demir çelik fabrikası, Seydişehir Alüminyum fabrikası, İzmir Ali Ağa Rafinerisi, Rusya’nın Türkiye’ye açtığı ucuz kredi ve Rus firmalarının inşa işini üstlenmeleri ile gerçekleşti ve Türkiye bu saatten sonradır ki, Rahmetli Necmettin Erbakan döneminde Ağır Sanayi hamlelerini konuşabilir hale geldi. Eğer bu fabrikalar yapılmasa idi, Türkiye hangi demir çelikle ağır sanayi hamlelerine girişecekti, hangi inşa malzemesi ile barajlarını yapma imkanına kavuşacaktı, hatta evlerini?
Bu önemli bir şeydir ve Türkiye’nin Rusya ile olan münasebetleri bu bağlamda unutulmaz.
Ekonomi ne oranda gelişir ise gelişsin, ülkenin ve doğal olarak insanların zenginliği ne kadar pik yaparsa yapsın, eğer siz bir gün bu haklarınızın elinizden alınma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunuzu düşünürseniz, bu tehlikenin her an
kapınızı çalabileceği endişesini taşıyorsanız, o zenginliğin hiçbir zaman tadını çıkaramazsınız. Şimdilerde Çin’e bir bakın. Nerede ise dünyanın her karış toprağına mal satıyor. Çin ekonomisi her sene yüzde 8 ler 9 lar mesabesinde yükselme kaydediyor. Ancak dünyada hiç kimse Çinlilerin veya Rusların yaşantılarına öykünmüyor. Zira hala haklar ve hürriyetler pamuk ipliğine bağlı bir vaziyete işler yürüyor ve insanlar yarın başlarına neyin geleceğini bilmiyorlar.
Alın size Ukrayna’yı. Bağımsız bir devlet olarak tercihini batıdan yana kullanınca, hatta Avrupa Birliğine girme konusunda emin adımlar atınca, nerede ise Karadeniz kadar bir toprağa sahip olan KIRIM özerk cumhuriyeti elinden gitti. Bu yetmiyormuş gibi şimdi Ukrayna’nın Rusya sınırında olan bölgeleri, Rusya’nın diğdiğlemesi ile darman duman bir vaziyette bulunuyor. Ve bunca olan bitenden sonra Ukrayna, batı ile ittifak konusunda milim mesafe alamıyor.
Baksanıza Başbakanı Medvedev’in açıklamalarına. Kendi soruyor kendi cevaplıyor. Ukrayna ne zaman Avrupa Birliğine girecek, Türkiye’den sonra, peki Türkiye Avrupa birliğine ne zaman dahil olacak, hiçbir zaman. Adamın geçtiği gırgıra bakar mısınız.
Türkiye bir ara, Avrupa Birliğine dahil olamaz veya bu konuda üşengeçlik gösterilir ise, ŞANGHAY BEŞLİSİNE katılarak işleri yürütebileceğimizi söyledi. Avrupa birliğinden kopan bir Türkiye elbette kendisini bir yerlere yamamak isteyecektir. Evet Avrupa Birliğinden koptuğunuz zaman, sizi gerçek bir ortak gibi değil, ortada kalmış, kolu kanadı kırılmış kimsesiz bir toplum olarak görür başkaları. Ve orada gerçek bir ortak gibi sizi görmezler, yamanmanın da bu ülkeye ne getirisi olur, çok iyi hesaplamak lazım.
Zira biz doğunun en son batı ülkesiyiz. Yunanistan sonra Bulgaristan, Romanya gibi ülkeler bile batıya yüzlerini dönmüş iken ve Avrupa Birliğine üyelikleri kesinleşmiş iken, Türkiye’nin bu ülkelerin hemen yanı başında kendisini dünyanın en doğusu ile irtibatlandırması ne kadar doğru olur?
Evet Türkiye ticari anlamda ne Rusya, ne İran, ne Çin ve ne de daha doğulara doğru Şanghay beşlisini teşkil eden ülkelerle bir ayrılık yaşamamalıdır. Fakat yanı başında dünyanın en çok üreten, en çok tüketen, en iyileri üretmede rakip
tanımayan devletler ile münasebeti bir tarafa bırakıp, kabuğuna çekilip kıvrılması, hareket kabiliyetini inanılmaz derecede aşağıya çeker.
Burada en önemli konu haklar ve hürriyetlerdir. Üstad BEDİÜZZAMANIN dediği gibi ekmeksiz yaşarım, ancak Hürriyetsiz yaşayamam. Bizim batıya bu kadar öykünmemizin sebebi doğunun İrfanı ile batının Aklını mezcetmek, haklar ve hürriyetler konusunda batının verdiği mücadelenin sonuçlarını aynel yakin müşahede etmek ve buradan bizim bakımımızdan da bir geriye dönüşü asla kabul etmemektir.
03. KASIM. 2002 yılı seçimlerinin hemen akabinde, yani bir gün sonra batılı gazeteciler Diyarbakır’da fikrime müracaata ettiklerinde aynen şunları söylemiştim. Siz, bizim, ülkeleriniz bakımından gelişen zenginlik kaynaklarına öykündüğümüzü ve bir fırsatını bulup batıya kapağı atarak rahat bir ekmek kapısı araladığımızı mı düşünüyorsunuz. İçimizde batı ile münasebetlerin iyice geliştiği 60 lı yıllarda durum belki böyle idi. Ama köprülerin altından çok sular aktı. Biz ülkemizin ekonomi alanında çok büyük imkanlara sahip olduğunu biliyoruz. Kaynaklarımızı rantabl bir şekilde işleteceğiz, göreceksiniz kısa sürede batı ile yarışacak hale geleceğiz. Tabii bu hamlelerimizde sizlerin desteğini önemsiyoruz. Ancak bizim asıl meselemiz, batılı kültürel değerleri, insan hak ve hürriyetlerinde elde ettiğiniz mesafeyi aynı ile elde etme arzumuz var. Esas meselemiz budur. Biz Avrupa Birliğine daha çok para, daha çok pul için değil, insan hak ve hürriyetleri konusunda verilen mücadele için girmeyi arzuluyoruz. Bunu da kısa sürede başaracağımıza inanıyorum demiştim.
Ben hala aynı noktadayım. Onlardan akıllarını bizden saklamalarını istemeyelim. Hürriyetim yoksa Cennet te olsa zindan olur.
Namık Kemal’in dediğini bir kez daha tekrarlayalım.
Ne efsunkar imişsin ah Ey didarı Hürriyet
Esiri aşıkın olduk, gerçi kurtulduk esaretten.