Görüş Bildir

İÇİ BİZİ DIŞI ELALEMİ YAKAR

28 Şubat sürecinde hoca dik durmuyor, ardı arkasına hatalar yapıyordu. Millet iktidar erkini ona vermiş ve aklı başında işlere imza atmasını beklediği hoca, milletin izzetinin adeta yerlerde sürünmesine neden olacak hareketler yapmaktan çekinmiyor, umum milletin incinmesine neden oluyordu.
Hatırlayın lütfen onun ilk icraatlarından birisi, ülkede cemaat lideri konumunda olan insanlara Başbakanlık konutunda iftar yemeği vermek oldu. Bu eylem, odun gibi duran laik damarın harekete geçmesine neden oldu.
Bizler bile ne lüzum vardı böyle bir iftara. Başbakanlık konutunda değil, özel mahiyette olsa bile bu tür bir iftarı ülke henüz kaldıracak durumda değil. Siz bu ülkenin artık bütününü temsil ediyorsunuz, eğer ille de bir iftar verecekseniz, ülkenin bütün unsurlarını kapsayacak şekilde davet düzenler ve böylece ayırıcı olmaktan çok, hemen her alanda birleştirici rolünüzün gereğini yerine getirmiş olurdunuz. Ama işin içerisinde bir hinlik vardı. Kör gözüme şiş kabilinden yapılan harekette basiret kanallarının kapalı olduğunu gördük. Ve bir Lahavle çektik.
Ardından Sincan Belediye Başkanının düzenlediği Kudüs gecesinde tiyatral bir oyun sergilenmiş ve başta ABD olmak üzere İsrail’in can damarına dokunulmuştu. Dokunurum arkadaş, buna kim ne diyebilir ki diye bir fikir aklımıza gelebilir. Ben bu fikri de gayet makul karşılarım. Ancak ülkenin bütünü ile ABD nin büyük gölgesini üzerinde hissettiği bir Askeri vesayet döneminde, bu yapılan doğrudan doğruya savaş ilanı idi. Ve bu vesayete Erbakan hocanın Refah partisinin dayanma gücü yoktu.
Ki zaten söz konusu tiyatronun sahnelendiği Sincan’da tanklar yürüdü ve sonun başlangıcının yavaş yavaş geldiği hepimizin malumu oldu.
Sincan’da tankların yürümesi, ya gidersiniz, ya da götürürüz açıklaması olduğunu anlamayan kimse kalmadı.
Hoca olayın farkında değildi, o sadece biz Tansu Hanım ile aramızda anlaştık, ben istifa edeceğim, Tansu Hanım Başbakanlık koltuğuna oturacak ve zaten ortaklığımızın temelinde bu vardı diye ortaya çıkışı, tam bir iş bilmezlikti. Hoca Refah Partisinin bütünü ile iktidardan uzaklaştırılması konusunda karar verildiğini görmezden geliyordu.
Süreci hatırlayın lütfen, hoca Cumhurbaşkanı Demirel’e istifasını sundu. Ardından yeter çoğunluğumuz var, Tansu Hanım’a hükümeti kurma görevi verilsin, biz bu işe yeniden talibiz denildi. Hocanın Sincan’da tankların yürümesinden hemen sonra, milli iradeyi saldırı var, halkın oyları tankların paletleri altında ezilmiştir, bu kabul edilemez, ben hükümetten çekiliyorum diyeceğine, bin bir maniplasyon sonucu istifasını hiçbirimiz şık karşılamadık. Ümitlerimiz tükendi.
Demirel onlar gibi olaylara saf yanından bakan bir insan değildi. Projenin başında zaten kendisi vardı. Amacı bir an önce Refah Partisinin iktidardan uzaklaştırılmasını temin etmekti. Hocanın kendisine verdiği istifa mektubunu büyük memnuniyetle karşıladı. Hükümeti kurma görevini Tansu hanıma değil, Mesut Yılmaz’a verdi. Refah Partisi hükümetten düştü.
Devam eden günlerde çeşitli hükümetler kuruldu. Gecelik faizlerin yüzde yedi binler seviyesine çıktığı günler oldu. Ecevit elindeki 40 milletvekili ile Başbakan sıfatına kavuştu. Kemal Derviş ekonominin başına getirildi. 16 günde 17 kanun çıkartıldı. Boşalmış olan ekonominin zemberekleri yeniden kuruldu. Ufak bir boşluk kalmamasına, rastgele bir çıt sesinin çıkmamasına azami gayret gösterildi.
Ancak milletin artık bu siyasilerden sıtkı sıyrılmıştı. Halk bir arayış içerisinde idi. Ak Parti böyle bir süreçte ortaya çıktı. Ak Parti ne Abdurrahman Dilipak’ın ve ne de Ali Bulaç’ın projesiydi.
Ak Parti Milletin “YAKİNİNİN” partisi olarak ortaya çıktı.
Hiç unutmuyorum, yıllarca Milli Nizam ve takip eden partilerine oy vermiş olan ve her birimiz iki fakülte bitirmiş üç arkadaşım ile oturuyor, gelişmeleri değerlendiriyorduk. Bir anda onlara dedim ki, gelin bir halk oylaması yapalım, biz bundan sonra hangi partiye oy vereceğiz diye. Senden başlayalım dediler. Ben oyumu Ak Partiye vereceğim dedim, sonra diğer iki arkadaşım da aynı yönde fikirlerini beyan edince, dedim ki, bu iş bitmiştir, Ak Parti milletin partisi olarak iktidara geliyor.
Ali Bulaç diyor ki, 1998 ve takip eden yıllarda ABD lilerin biri geldi biri gitti. Ben onlara İslami Hassasiyetin gerektirdiği konulara dikkat edilir ise, ortaya çıkacak olan yeni hükümetin, dünya barışına ve ortadoğuda demokrasi tandanslı gelişmelere ve bu arada hudutlarını bilmesi halinde İsrail’in de güvenliğinin sağlanacağına katkısı olacağını anlatıyordum.
Naçizane belirteyim, ben o süreçte Diyarbakır’da idim ve ABD nin Adana Konsolosu bana da geldi, bütün bu konuları ben de kendileri ile konuştum. İran Irak Savaşı, Kuveyt işgali ve ardından Halepçe saldırısından sonra Saddamın iş başından gitmesi konusunda kendileri ile hemfikir olduğumu söyledim konsolosa. Ancak bu işler yapılır iken, zinhar Irak’lıların kılına dokunulmasını istemediğini belirttim. Yoksa iş işgale varır ve kimse altından kalkamaz dedim.
Yine Ali Bulaç’ın anlatımına göre meğer Abdurrahman Dilipak bir yeni hükümet projesi hazırlamış, bu proje, öyle anlaşılıyor ki, ABD lilere verilmiş ve o aşamadan sonra ABD liler Ali Bulaç ile ilişkiyi kesmişler ve ardından Abdurrahman Dilipak’a yönelmişler ve Ak Parti böyle bir proje olarak ortaya çıkmış. İddiaya göre ortaya çıkan Ak Parti projesinde 1- İsrail’in güvenliği kurulacak parti tarafından garantiye alınmış 2-BOP si kabul edilmiş(bu ortadoğuda sınırların değişmesi anlamına geliyormuş) 3-İslamın yeniden yorumlanmasında ABD lilere yardımcı olma sözü verilmiş. Bunun karşılığında, Ak Partinin iktidara taşınmasında ABD liler yardımcı olmayı, Ülkeye ekonomik kaynak aktarmayı ve iktidarda partiye sorun çıkaracak olan kesimleri opere edelim sözü verilmiş. Ali Bulaç’ın bu anlatımlarına bakılacak olur ise, bunların bütünü Abdurrahman Dilipak’ın hazırladığı proje ile hayat bulmuş.
İsrail’in güvenliği, ABD nin İslamın yeniden yorumlanması, meşhur deyimi ile Ilımlı İslamı Hakim kılma konusundaki gayretleri ve Orta Doğuda sınırların değişmesini getirecek BOP projesi, radikal yönelimleri olan Abdurrahman Dilipak’ı aşan konulardır. ABD de siyaset yapan, hatta orta düzey bir zekaya sahip olan herkes bilir ki, Kudüs’ün işgalden kurtulması sağlanmadıkça, İsrail 1967 sınırlarına çekilmedikçe, Filistin Devletinin kuruluşu teminat altına alınmadıkça, Türkiye’de hiç kimse doğrudan veya dolaylı olarak, İsrail güvende olsun, diğer konulardan bana ne diyemez. Hele İslamı tandansta siyaset yapan hiç kimse böyle bir şeyi telaffuz dahi edemez. Hem zaten gerek ABD ve gerekse İsrail, Filistin Devletinin kurulması, Mescidi Aksa’nın ve Küdüsün işgaline son verilmesi gibi konular konuşulduğunda, bunu İsrail’e karşı bir saldırı olarak görüyorlar. Yani İsrailliler ABD ile birlikte bizim güvenliğimiz Filistinlilerin bütün halinde topraklarından sürülmesi veya yok edilmeleri ile gerçekleşir, aksi durum güvenliğimize tehdittir modundalar.
Ak Parti ABD ye bu garantiyi mi vermiş? Güldürmeyin insanı.
Ben tabii orta doğuda Türkiye’ye hiçbir rol biçilmedi, Türkiye rolüne uygun kimi adımlar atmadı demiyorum. 1 Mart Tezkeresi böyle bir şeydi. Tezkerenin reddinden sonra Sayın Cumhurbaşkanı bir çok kez, Ak Parti gurubunda Allah’a şükürler olsun, biz bu belaya başımızı sokmadık demişti, belki de başlangıç düşüncelerinin aksine olarak. Ama Türkiye’nin Suriye meselesindeki tutumunun iki şeyi beraberinde getirdiğini, bu köşeyi izleyenler, daha Suriye iç savaşı başlamadan yazılan yazılardan gördüler. Bunlardan birincisi, Sayın Cumhurbaşkanının Orta doğudaki liderliği engellenmek istendi, ikincisi ise İsrail’in güvenliği gerçekten büyük teminat altına alındı. Kolu kanadı kırılmış bir Suriye, bu işten tahminlerin çok ötesinde büyük maddi ve manevi zarara uğramış olan Türkiye ve ülkenin yükselen iki değerinin biri birine telafisi imkansız muğberiyeti, hatta düşmanlığı, kuşkusuz bir büyük aklın işe vaziyet ettiğini gösteriyor.
Türkiye bilerek ve isteyerek İsrail’e kıyak geçmedi. Mısır’da İhvan işbaşına geldi, ben o tandanstayım, Suriye’de de İhvan yönetimi ele alırsa, İsrail o zaman Filistinlileri topraklarından kovmayı aklına getirsin diye düşünüldü. Ama olmadı işte. Bir de karnımızdan yediğimiz mızrak var, içimiz kanyor.


Bu Makale 1757 kere okunmuştur.