ADİL OLMAYAN HUKUK, HUKUK DEĞİLDİR!

Aynen de öyle.. Ne diyeceksin, Türkiye’nin hal-i hazırdaki manzarasına karşı, der demez “Türkiye nereye gidiyor, hukuk nerde” demek zorunda kalıyorsunuz?....

İki hafta önceydi, bazı bakanlıkların “negatif yöndeki” gidişatlarını kaleme alırken, “ey yetkili zevat bunları duy” diye seslenmiştik..

Bazı vakıaları, manşetlere taşıyarak, “iri puntolarla” duyurmuştuk...

Ama heyhat; “kime diyeceksin?”...

Birileri bir şeyler söyleme gayreti içerisinde oldu idiyse de, “etkili zevat” tabiri caizse, “üç maymunu” oynadı..

Görmedim, duymadım, bilmiyorum..

Anlayacağınız, Bakanlıkların bünyesindeki “antidemokratik” uygulamalar, o biçim devam ediyor..

Şuyuu vukuundan beter bir hal içerisindeler..

İş artık, “gizli kapaklı” değil, şaibe, dedikodu, iddiaları de içermiyor...

Yaşananların “canlı şahitleri” artık çığlık atmaya başladı..

Herşey aşikar.. Ama bir türlü hiçbir sorumludan yanıt alınamıyor. Sadra şifa verebilecek bir cevap da, yok!..

***

Hal-i hazırda, AK Parti iktidarda.. Ki bu halk, 17 yıldan buyana kesintisiz ve firesiz bir şekilde, AK Parti’yi “her seçimde” iktidar yapıyor..

Birinci parti olarak seçip, “yönetimsel” olarak yetkilendiriyor.. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan...

Gerek Başbakanlığı döneminde olsun, gerekse Başkanlık döneminde olsun..

Maşallahı vardır...

Gerçekten çalışma stili çok büyük beğeni ve takdir toplamaktadır...

Ülkeye, millete ve İslam dünyasına çok büyük hizmetleri olmuştur, olmaya da devam ediyor..

Özellikle, dünya keferelerine karşı sürdürmekte olduğu “mücadele”  her gün biraz daha dev adımlarla ilerlemektedir...

Ama tüm bunlara rağmen, “iç meselelerde” vahim bir arıza-ı durum söz konusudur..

Çünkü, arkamıza dönüp baktığımızda ülkedeki, milli, yerli, kanayan bir çok sorun; “kangrenleşerek” büyümektedir...

Öyle ki, mevcut sorunlar yeni sorunlar yaratıyor..

Her nedense, milli iradeye dayalı hiçbir uygulama gerçekleşmiyor-gerçekleştirilmiyor?.

Gönül vermiş halkın, her seçim sonrası “beklentileri” tabiri caizse “kursağında” kalıyor.. Çözüm sağlanmıyor..

Şuan ki gidişat karşısında, halk tedirgin.. Yarına dair kuşkulu... Çünkü, yarın ne olacağı belli değil?

Büyük bir endişe içerisinde kıvranıp-duran bir toplum var..

Umutsuz bir bekleyip, hakim!!...

Ekonomik sıkıntılar başta olmak üzere, halka karşı uygulanmakta olan bürokrasi her gün biraz daha dev engelleri inşa ediyor...

Kamu kurum ve kuruluşlarının birçoklarında uygulanmakta olan yanlışlıklar, keyfilikler, dayatmalar, ağır cezalar, aile çöküntüleri, iş dünyasının sıkıntıları, toplumsal çürümüşlük, artıkça artıyor...

Cinayetler, intiharlar, suç ve suçlu sayısı, artıyor...

İnsan öylesine bir karaktere büründü kü; “yer yüzünün en vahşi” yaratığı haline geldi, ülkemizde!...

Yazılı ve görsel medya; “bu vahşetlerle” dolu...

Hırsızlık, rüşvet, uyuşturucu, faiz, tefecilik, “artık günlük” yaşam halini aldı…

Peki çözüm, yok!..

İşte bu hal, halkın geleceğini karartıyor... Halkı umutsuzluğa sürükleyen “günlük yaşam” gerçeklerine ne acıdır ki; göz yumuluyor?.

***

Bakınız bizim bu düşüncelerimizi bir ölçüde irdeleyen deneyimli kalemlerden Abdurrahman Dilipak hoca ne diyor?..

“Cinsiyet Eşitliği mi Dediniz?” başlıklı yazısında nelere dikkat çekiyor...

Bir kaç paragrafını sizlere aktarmak istiyorum.. Ki sohbetimize zenginlik katsın..

Özellikle, yazımıza başlık olarak attığımız “Adil Olmayan Hukuk, Hukuk Değildir!” ifadesini de detaylandırmak istiyorum..

Dilipak hoca ne diyor:

“Bu konuda insanı en çok üzen ne biliyor musunuz, “içimizden birileri”nin giderek onlara benzemesi, aynı yöne bakıp, aynı dili konuşması..

“Cinsiyet eşitliği”miş, “Kadına şiddet”miş, o konular mazide kaldı. “Cinsiyetsiz toplum”u konuşuyoruz artık. “Cinsiyet” mi kalacak yakında!. Çağdaş Sodom ve Gomore, Lut kavminin sapkınlığını masum gibi gösterecek bir azgınlığa sahip.

Biz Kudüs’ü kurtaralım derken İstanbul sözleşmesi ile Şeytan, Lut kavminin helak olduğu Kuzey üst noktası “Gavur dağı”na uzanan sınır çizgisini İstanbul sözleşmesi ile Karadeniz’e taşıdı sanki.

Günah şehri Pompei’nin helak olan kavminin başına gelenler bizim halkımızın da başına gelmesini istemiyorsanız, elinizi çabuk tutun.

Bakın bu işi çok kısa bir sürede İstanbul sözleşmesinin sınırlarını çoktan aştı. Böyle giderken gelecek günler geçen günleri aratacak. İstanbul sözleşmesi, İstanbul depreminden daha tehlikeli bir hal alabilir. Belki “insanlar” ölmeyecek ama, bu depremde “insanlık” ölecek.

Siz DEİZM geliyor diye hayıflanın, Deizm de dünde kaldı. Din büyük ölçüde bireysel planda vijdanlara, toplumsal planda mabetlere hapsedildi. Seremoni, ritüel ve ikona’larla kendini dışa vuran  yeni bir din var artık.

Kadın-kız fark etmiyor, yüz-göz boyalı, hele o tırnak boyaları. Bunlar abdest de almıyorlar demek ki, gusül de almıyorlar. Tabii hepsi “helal”!.. Helal bira, helal şarap, helal şampanya gibi, kalıcı dudak boyaları, kalıcı tırnak ojeleri hepsi helal!?

Deizmi geçin, neyse bir Tanrıya inanıyorlar, her ne kadar o Tanrı, dünyayı yaratıp içinde neler olup bittiğine bakmasa da. Sonunda affedecektir herkesi herhalde. Cezalandırıp ne yapacak (Haşa). İnsanların ruhları varsa belki onları farklı bir dünyaya yeniden gönderecektir, “hadi şimdi bir daha dünyadaki gibi yaramazlık yapmayın” diye..”

***

Evet sevgili okurlar!

Dilipak hocanın sitemkârane yazmış olduğu bu yazıyı, A’dan Z’ye kadar haklılığını onaylamamak elde değil..

Anlatımlar, AK Parti’nin iktidarda bulunduğu bir Türkiye’nin “iç meselelerine dair portresini” çiziyor.

Bize göre bu yeter de artar bile ama anlayana…

Tabi ki, anlamayana bir diyeceğimiz yok.

“Devekuşu misali başını gömmüş” der geçeriz...

Çünkü, kendi kendini kandırıyor?. Gövde dışarda, kafa gömülü..

Avcı için, kolay hedef..

Sohbet yazımızın başlığı olan “Adil Olmayan Hukuk, Hukuk Değildir!” ifadesinin açılımına gelirsek...

Geçenlerde Adalet Bakanı sayın Abdülhamit Gül’e ithafen, Türkiye’deki yargı sistemine, hukuk anlayışına, özellikle İş Kanuna dikkat çekerek; “bir dizi” olumsuzluktan söz etmiştik...

Ve bu olumsuzluklar, yargıya olan güveni zedelediği gibi, haksız mağduriyetlere de neden olmaktadır...

Yanlı, taraflı, çelişkiler içeren, yalana, dolana, hileye itibar edip, resmiyeti göz ardı eden, “kararların” alındığına, dikkat çekmiştik..

Ve buna dair, bir neşter, çözüm milli bir hamle geliştirilmesi gerektiği, çağrısında bulunmuştuk..

Ama, kime dersin?

Bir türlü, yetkili, etkili ve birinci derecede sorumlu, Bakan bey’den “yanıt” alamadık...

Ancak, yazılarımız halk nezdinde büyük yankı buldu, binlerce okur ve izleyici, “yaşananlara” dair, fikrini beyan etti..

Denir ya bir dokun bin ah işit misali!..

Diyoruz ki;

Hukuk mefhumu, kavramı adalet kavramına paralel olması lazım.

Adalete dayalı bir hukuk olmadığı takdirde, yani adalet kavramının paralelinde olmayan bir hukuk anlayışı söz konusu olamaz.

O zaman “hukuk değil, guguk” olur…

Ki bugünkü Türkiye’de yaşanmakta olan hal bunu bize gösteriyor.

Sevgili okurlar...

Gerçekten, Devletin üç ana temel unsuru olan Yasama, Yürütme ve Yargı oldukça birçok yönüyle adil olmayıp, sadece hukuk kavramı kullanılarak, adil olmayan uygulamalara “libas” giydiriliyor..

Telaffuz itibariyle her ne kadar hukukun uygulanması söz konusu ise de inanın Adalet Bakanlığı’nın bünyesindeki yargılama usulleri içinde çok yanlış, keyfiliğe ve ranta dayalı uygulamaların varlığı tartışılmazdır...

Yargı erkini taşıyan üç ana sac ayağından birisi de savunma erkidir...

Yani avukatlık mesleğidir..

***

Değerli okurlar..

Türkiye genelinde olmasa dahi birçok ilde ve ilçelerde uygulanmakta olan Avukatlık mesleği nerdeyse zıvanadan çıkmıştır...

Hukukun semtinden dahi geçmiyor...

Adaletin “ayn”ını kör etmiş, yani gözünü kör etmiş bir keyfilik macerası var..

Bakınız, İş kanununa, iş yasasına, akla ziyan bir muhtevaya sahiptir...

Yanlı, siyasi ve ideolojik bir yasa..

Uygulamaları da, hükümleri de; “bu gerçeği” bas bas bağırtıyor...

İstihdam yaratan iş çevrelerini nerdeyse adeta hırsızlıkla, yalancılıkla, zulümle itham ediyor...

İşçi ise mağdur (!) perişan, yoksul, boynu bükük gösteriliyor..

Ve Baroların bünyesinde avukat olarak geçinen, sözde savunma erki libasına sahip hukukçular...

Vergi kaçakçılığı, kayıt dışı para kazanma, büyük vurgunlar, onların ekseninde gelişiyor...

Tek düşünceleri var; “Parayı nasıl kazanırım, cebimi nasıl doldururum?..”

Ne yazık ki, “savunma erkini, hukukun üstünlüğünü” ve tabi ki, baroları, yönetimleri, avukatları böylesi zihniyete sahip kişiler, millet nezdinde de “zan altında” bırakıyorlar...

Savunma erkinin “çürük elmaları” bunlar...

Bu tür vurguncu şebekenin aktörlerinin, adalet cübbesini giymesi gerçekten utanç vericidir..

Utandırıcı olmakla beraber vahim bir skandaldır.

Bunun yanı sıra bazı yargılama hakimlerinin de bunların istek ve talepleri doğrultusunda “kararlara” imza atmaları da, “ah ki ah” dedirtiyor...

Yalancı, uydurma, sonradan hazırlanmış tanıkların ifadelerini geçerli sayarak, kaziyeyi muhkeme durumunda olan, resmiyet kazandıran, kanıtlayıcı resmi belgeleri de hiçe sayan, hakimlerin var olması...

Yani, her şeyi görmezlikten gelerek, o sahte uyduruk yalancı tanıkların ifadelerini ön plana alarak, karar verici dosyaların varlığı; “tuz koktu” dedirtiyor..

Nitekim, birçok vatandaş “tuz kokar” noktasındaki bu tür yanlış ve keyfi uygulamalara karşı ne yapacağını şaşırmış durumda?..

İşte bu hali vaziyet karşısında der demez Adalet Bakanlığına seslenmek zorunda kalıyoruz... Ve diyoruz ki:

Eyy Adalet Bakanlığı neredesin?

Ve soruyoruz; “Adalet ve hukuk ne zaman hangi zeminde, “adil ve tarafsız” bir şekilde, “Adaletin kestiği parmak acımaz” gerçeğiyle tecelli edecek..

Rüşvetin, rantın değil, hukukun üstünlüğü ne zaman Türkiye’de gerçekleşecek?

DİYARBAKIR SÖZ GAZETESİ