Görüş Bildir

DÜNYAYA BAKIŞ

Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu
Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu

DİYARBAKIR’DA 34 YIL SONRA TANK SESLERİYLE UYANMAK VE ORTADOĞU BARIŞI

Yaklaşık dört yıldır süren Suriye iç savaşının Kürt Stalingrad’ına dönüşen1 Kobani direnişini yerinde görmek için Kobani’ye en yakın nokta olan Yumurtalık köyüne gittim. Suruç’un içine girdiğim andan itibaren bizi karşılayan tozlu sıcak havaya, sınıra yaklaştıkça bomba ve uçak sesleri eşlik etmeye başladı.

Asker ve zırhlı araçlar, vatandaşları sürekli olarak sınırdan uzak tutmak için anonslar yapmakta yer yer onlarla gazlı, sulu ve sopalı çatışmalara girmektedir. Asker için Ankara’dan gelen emir nasıl demiri kesiyorsa; bölge insanı için de, içinde akrabalarının yandığı Kobani o kadar emirlere isyan ettiriyordu. Her ağacın altında Kobanili bir ailenin oturduğu kilometrelerce uzanan sınır hattında, olayları canlı canlı izleyen yüzlerce insan damlara dizilmişti.

Kurban bayramının ikinci gününün akşamı Diyarbakır’a geldiğimde ise şehrin Çankaya’sı olan Diclekent’ten başlayarak tarihi Dağ Kapı’ya kadar her yerde tencere ve korna seslerinin geldiğini, ışıkların durmadan açılıp kapadığını gördüm. Bunun sebebi ise Kobani’ye 25 gündür aralıksız devam eden saldırılara karşı destek amaçlıydı. Şehrin içine eş ve dostun bayramlaşması içine girdiğimde ise olayın vahametini ve düşünce boyutunu daha rahat gördüm. Burası adeta Kobani’ye desteğin arka merkezi gibiydi. Kobani’de savaşan, ölen ve yaralanan kişilerin aileleri ve yakınları neredeyse her gece toplanıyorlar, ağıt yakıyorlar, bölgeden canlı yayın yapan Kürt TV kanallarını seyrediyorlardı. Bu nedenle Kobani’de pişen çay burada içilmekteydi. Kanaatimce Erbil’den Kandile, PKK’nın şu an bulunduğu dağlardan İmrali’ya ve oradan Kobani’ye kadar canlı – kanlı bir link hattı oluşmuştu.

Ancak yine de Diyarbakır’ın altını üstüne getiren ve askeri darbe döneminde bile görülmeyen bu görüntülerin sebebi sadece Kobani değildir. Bunun sosyolojik, ekonomik, siyasi, tarihi ve manevi sebepleri vardır ki, bunu bizzat ben yaşadım.

Ertesi sabah 06 plakalı arabamla Seyrantepe’yi tırmanırken yolum, önce yüzü poşulu iki genç tarafından kesildi. Ardından sokaktan ana caddeye akan yüzlerce kişinin ellerinde taş ve sopalarla bağırdığını ve bana doğru geldiğini gördüm. Diyarbakır’ın en önemli kavşağında tek bir polis arabası yoktu. Gençler bana nereli olduğumu ve Kürtçe bilip bilmediğimi sordular. Bildiğimi ve Siverekli olduğumu söyledim. O zaman niye korna çalmıyorsun, dörtlüleri yakmıyorsun? Dediler. Bak ben de Kürdüm, Kobani’den yeni geldim hatta dört aileye yardım ettim dediğimde, biri elindeki molotofu havaya kaldırıp, “ bak senin araban var benim yok, benim işim yok sen hocasın” dediler.

1001 Ayet-el Kürsi’yle kurtulduğum bu beladan sonra, şehir içinde yaptığım hızlı bir gezintinin ardından şu kanaate vardım. Olayların asıl itici gücünü oluşturan gençlerin tamamı 90 sonrası doğumlular ve bunların belki de tamamı köy boşaltmaların sonucu oluşan eğitimsiz ve şehir kültürünün maddi-manevi olarak dışladığı kişilerdi.

Diyarbakır, uyuşturucunun çok kullanıldığı ve gündüz vakti bile şehrin İstiklal Caddesi, Tunalı’sı olan Melik Ahmet’te elini cebinize koyan kapkaççıların cirit attığı bir yerdir. Bu gençlere okulda ve ailede yeterli manevi eğitim verilmediği için bu olayların suçlusu sadece bu gençler olamaz. Bu gençler için varlığını ispat ve varlıklılardan intikamın bir yolu da belki budur. Ancak Diclekent’te de olayları görünce bu durumu sadece ekonomik olarak izah etmenin de yetersiz olduğunu düşündüm.

Bir gün içinde şehri adeta düşüren, en az yüz grubun katıldığı ve her birinin ortalama 500 kişiden oluştuğunu hesaplarsanız 50 000 kişinin katıldığı bu olayların siyasi boyutunu da düşünmek gerekir. Polis’in paralel yapı gerekçesiyle pasifize edilmesinin bu olaylarda rolü yok muydu? Bana göre vardır. McCarthycilik gibi hesaba gelmeyen herkes komünisttir

Bizim bir devletimiz olsaydı böyle olmazdı diyen Demirtaş’a, Davutoğlu Türkiye sizin devletinizdir diyorsa; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Kobani düştü düşecek sözü çok talihsiz bir ifade olmuştur. Biz Malazgirt’te, Çaldıran’da ve en son Kurtuluş Savaşı’nda Türklerle ittifak yaptık, onlara yardım ettik.( Barzani’nin geçen yıl Diyarbakır’da konuşmasını görünce, İran Meclis Başkanı Çaldıran savaşını hatırladığını belirtmiştir.) Oysa şimdi yalnız kaldık. Bu nedenle benim kanaatime göre Türkiye, PYD veya her hangi bir sol ulusalcı Kürt hareketlerini bahane göstermeksizin “büyük ve kadim medeniyetin temsilci ülkesi” olarak hareket etmelidir. Aksi takdirde Filistin ve Arakan Müslümanlarına bakıp ayağının dibindeki Müslüman Kürtleri görmemek siyaset değil saflık veya siyaset bilmezliktir.

Bu olayların aynı zamanda 90’lı yıllardaki korkunç Hizbullah-PKK çatışmasını tetikleme ihtimali de vardır ki, kimse bu işin sonunu kestiremez ve şimdiden her taraftan ölenler vardır. PKK-PYD yanlılarına göre her sakallı Hizbullahçı ve her Hizbullahçı da İŞİD’çidir gibi saçma sapan bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Bana göre CHP ne kadar Türklerin, Baas ne kadar Arapların temsilcisi ise PYD-PKK da o kadar Kürtlerin temsilcisidir.

Bu verilerden hareketle aşağıdaki sonuç ve değerlendirmelere varılmıştır.

a.) Tarih bize küçük devlet olmayı yasaklıyor ya büyük devlet olacağız ya da küçük bir Balkan devleti olarak AB kuyruğuna gireceğiz. Kanaatime göre Kürtler, Türkleri asli vazifesine geri çağıran ana itici güçtür.

b.) Kobani üzerinden sağlanacak ilk somut Türk-Kürt ittifakı Tarihin ve Ortadoğu’nun akışını değiştirebilir ve barış sürecini kurumsallaştırır. Örneğin, Şu an sadece Irak Kürdistanı üzerinde Ortadoğu’ya açılabiliyoruz. Çünkü Ortadoğu bırakın 90’ların, artık 2013’lerin bile Ortadoğu’su değildir.

c.) Gerek Suriye ve gerekse Irak’taki Türkmenlerin de hamisi Kürtlerdir. Kürtlerin de gerek Suriye’de ve gerekse Irak’ta ve tüm Ortadoğu’da Türkiye’den başka dostu yoktur. Ve başta Suriye’de olmak üzere Irak’ta da Kürtlerin stratejik

derinlikten yoksun olduğu ortaya çıkmıştır. Bu ittifak bu nedenle her iki taraf için hayatidir. Hele Akdeniz’den Orta Asya’ya kadar uzanan Şii kılıcı çekilmişken.

Bu sonuçlardan hareketle Türkiye ne yapmalıdır?

1. Kobani’ye dolaylı destek vermelidir ve düşmesine asla izin vermemelidir,

2. Bu destek hiç şüphesiz Barış Sürecini de olumlu etkileyecektir,

3. Tampon bölge oluşturmalıdır ama Türkiye doğrudan Suriye’ye girmemelidir,

4. Başta aşiretler ve dini gruplarla diyalogu güçlendirmelidir.

Kısaca, Ortadoğu’nun son bir asırlık sisteminin gömlek değiştirdiği bu günlerin sebebi; bölgenin yüzlerce yıllık coğrafyasının, halkının ve en önemlisi siyasal yapısının emperyalistlerin çıkarlarına göre paramparça edilmesidir. Şu anda olan olaylar ise gelecek yüzyılı yine Batı kontrolünde belirlemek isteyen güçlerin politikalarıdır. Bu bağlamda bugün içerde yaklaşık 40 kişinin öldüğü, Bingöl’de Emniyet müdürlerine doğrudan saldırılıyorsa ve Ankara’da, ABD, BM ve Avrupa’nın hükümet üzerinde Suriye’ye girin diye aynı anda baskı kurması birbiriyle doğrudan bağlantılıdır. Çünkü siyasette tesadüf yoktur.

Bu nedenle özellikle Diyarbakır’da 34 yıl sonra sokaklarda görülen tanklar, hem barış sürecinin önemini ortaya koyuyor hem de Kürtleri yanına almak zorunda olan Türkiye’nin neden büyük devlet gibi hareket etmek zorunda olduğunu. Kürtler, Türkiye’nin kendi devleti olduklarına inandırılmalıdır. KKTC neyse Kürdistan coğrafyası da Osmanlının varisi olan Türkiye’nin için odur. Çay, Suruç’ta pişer Kobani de içilirdi. Bu tarihi fırsatı kaçırmayalım.

 

Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU

Dicle Üniversitesi Siyasal Araştırmalar Merkezi Müdürü

hseyhanlioglu@gmail.com

@seyhanli2015


Bu Makale 7838 kere okunmuştur.