16 NİSAN, MÜREFFEH VE LİDER BİR TÜRKİYE İÇİNDİR!?

Evet, sevgili okurlar.

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Twitter hesabından kamuoyuna şöyle seslendi…

“Ben 16 Nisan'ın güçlü bir Türkiye için, lider bir Türkiye için, müreffeh bir Türkiye için bir milat olacağına inanıyorum.."

Sosyal medyadaki açıklaması geniş…

Özetle aktarmak istiyorum..

Tabi bu ifadesine ek olarak yaptığı açıklamada, geçmişteki cumhurbaşkanı ile başbakan arasında yaşanan kavgalara atıfta bulundu…

Pek tabi ki, "yetki karşmaşasına" yönelik tespitlerde bulunarak, şu uyarıyı yaptı…

“Türkiye, yasama, yürütme ve yargı güçleri arasındaki çekişmelerden, yetki karmaşalarından çok büyük zarar gördü.

Darbelerin, muhtıraların yol açtığı siyasi kaoslar ve ekonomik krizler ülkeye ağır bir maliyet yükledi.

Sadece geçmişte yaşanan cumhurbaşkanı, başbakan kavgaları dahi tek başına mevcut sistemi sorgulamak için yeterlidir.

Ülkemizi göz göre göre kaosların, siyasi çekişmelerin ve istikrarsızlıkların içine atamayız.

Bunun için sistemin temel taşlarının yerli yerine oturduğu, sorumlu ve güçlü bir yönetim anlayışını tesis etmeliyiz.

Evet...

Ben 16 Nisan'ın güçlü bir Türkiye için, lider bir Türkiye için, müreffeh bir Türkiye için bir milat olacağına inanıyorum…”

***

Gerçekten, tarihi bir açıklama.

Tarihi olduğu kadar, umutlarla dopdolu müjdeleyici bir açıklama.

Toplumun beklentilerine teselli ve cevap mahiyetindeki bir açıklama.

Pek tabi ki, "uyarılar da" söz konusu..

Yani, bu açıklama bir ölçüde devlet zirvesinden topluma sesleniş mahiyetini taşımaktadır…

İnanın, sevgili okurlar.

Cumhurbaşkanının siyaset hayatına girişinden ta bugüne kadar attığı her adım daima ilerleme kaydetmiştir.

Gerileme söz konusu olmamıştır.

1994’lü yıllardan tutun da Cumhurbaşkanlığı dönemine kadar…

Elini toprağa atmışsa, elindeki o toprak tabiri caizse adeta altın değerini almıştır…

Bu da onun ihlâslı niyetine bağlı bir şanstır…

Allah’ın “Yürü ya kulum” demesine binaendir.

Sayın Erdoğan nereye teveccüh etmişse veya niyet ettiği herhangi bir hedefi seçmek istemişse, daima o hedefine doğru yürümüş ve mesafe kat etmiş, amaç ve maksadına ulaşmıştır.

İnşallah öyle ümit ediyoruz ki bunda da yani 16 Nisan 2017’deki anayasa değişimiyle ilgili referandumdaki hedefine de ulaşacaktır.

Ve şimdi de müjdeleyebiliriz ki “Evet” oyları yüzde 60’lar civarında seyreden bir potansiyele sahiptir…

Bizim inandığımız yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in talimat ve direktifi doğrultusunda olaya bakılırsa, inanın bu hususta Kur’andan birçok müjdeleyici mesajlar vardır.

Örneğin; “Zumer” suresinin 2. ayetinde Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’e hitaben mealen şöyle buyurmaktadır;

 “(Ey Resulüm!) Şüphe yok ki biz, o Kitab'ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah'a has kılarak O'na kulluk et!”

3. ayetin ilk bölümünde ise aynen şöyle buyuruyor;

“İyi bil ki, halis (şirksiz) din ancak Allah'ındır”

Yine aynı surenin 11. ayetinde mealen şöyle buyuruyor;

“De ki: “Ben dini Allah'a has kılarak (içten bir inançla) yalnız O'na samimiyetle kulluk etmekle emrolundum.”

“Fussilet” suresinin 30. ayeti ise gerçekten günümüzdeki devlet büyüğü olarak bilinen Sayın Erdoğan’ın diğer ayetlerin işaretlerine mazhar olduğu gibi, şu ayet-i celileye de mazhardır.

Zira ayet mealen şöyle buyuruyor;

Şüphesiz “Rabbimiz Allah'tır” deyip de, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size vaad edilmiş olan cennetle sevinin!”

* * *

Evet, sevgili dostlar.

Bakınız, yukarıdan buraya kadar anlattığımız ve nitekim Kur’andan aldığımız çok önemli mesajlar doğrultusunda, yıllardan beri toplumumuzu, milletimizi, ülkemizi inim inim inleten çarpık, dışardan ithal edilmiş, kokuşmuş bir sistemi ortadan kaldırmakla, “Müreffeh ve lider bir Türkiye” haline getirmek isteyen ilk devlet adamı Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan olmuştur.

Bu nedenle Sayın Erdoğan’ın, anılan bu ayet-i celilelerin işaretlerine mazhar olduğuna inanıyor ve dua ediyoruz.

Allah onu zamanın fitne ve badirelerinden korusun diye dua ediyoruz.

Bakınız, sevgili okurlar.

Dün gerek yazılı medya olsun, gerek görsel medyanın ekranlarında olsun…

Özellikle de Diyarbakır Söz Gazetesinin sürmanşetinde yazılan “Başörtü Devrimi” başlığını gördük ve okuduk.

O başlığın altındaki haber aynen şöyle;

“TSK’da görevli bayanlar artık isterlerse başörtü takabilecekler.”

Bize göre gerçekten bu bir başörtü devrimidir ve bu devrim de yine Cumhurbaşkanımızın ve Başbakanımızın üzerine ittifak edip gerçekleştirdikleri bir olaydır.

Ara başlık şöyle;

“TSK’DA BAŞÖRTÜSÜ SERBEST!

Milli Savunma Bakanlığı tarafından TSK Kıyafet Yönetmeliğinde değişiklik yapıldı.

Düzenlemeyle Türk Silahlı Kuvvetleri Kıyafet Yönetmeliği'nin "Genel Hükümleri" bölümüne eklenen maddede, "Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri mensubu bayan subaylar, sözleşmeli subaylar, astsubaylar, sözleşmeli astsubaylar ve askeri öğrenciler ile bunların adayları ve kursiyerleri, resmi üniformalarıyla birlikte şapka, bere veya kep altına başlarına taktıkları üniforma renginden istihkak olarak verilen desensiz giysileri yüzlerini kapatmayacak şekilde takabilirler" ifadeleri yer aldı”

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Bu haber yalnız Türkiye’yi değil.

İnanın, bütün dünyayı özellikle İslam dünyasını ilgilendiren bir haber olmakla beraber bomba gibi bir etki yaptı.

Düşünün.

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek devam ede gelen başörtü yasağı direk kadınlarımıza, kızlarımıza, evlatlarımıza, bireylerinden tutun da ailelerine kadar, çok acımasızca baskı yapılmıştı…

Bolşevik baykuşlar, Ergenekoncular, sosyalistler, post modernci, darbeciler, ulusalcılar Türk Silahlı Kuvvetlerinin bünyesinde, uyguladıkları, "başörtü yasağı" Türkiye’yi çok ama çok derinden sarsmıştı.

Sadece keyfilikten ibaret olup, İslam düşmanlığı yapıla gelmiş bir hareketti…

İslam’a karşı yapılan düşmanca bir hıyanetti.

Askeri personel, ister subay, ister astsubay veya sivil personel olsun askeri lojmanlarda oturan nice personelin eşleri ve kızları başörtülü olarak nizamiyeden giremiyorlardı.

Öyle ki, dini inançlarına sımsıkı bağlı olan bazı askeri personeller, eşlerini arabasının arka bagajına saklamak üzere, kimse görmesin diye nizamiyeden geçiş sağlamak zorunda kalmışlardır.

Ne yazık ki, Rusya’da ve bütün komünist ülkelerde dahi olmayan şeyler, Türkiye’de, özellikle "İslama ve İnanan kesime" karşı uygulanmış durumdaydı.

Hatırlarsak, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk Başbakanlığı döneminde GATA’ya bir hasta ziyaretine dahi giderken, beraberinde muhterem hanımefendi Emine Hanım, başörtülü olduğu için kendilerine geçit vermemeye çalışmıştı…

Zira komutandan alınan emir böyleymiş diye gerekçe gösterilmişti!

* * *

Bakınız, sevgili can dostlar.

Türkiye nerden nereye geldi?

Bundan değil midir ki Üstat Bediüzzaman Hazretleri 1940’lı yıllarda Afyon cezaevinde tutuklu iken mahkeme heyetine karşı şöyle bir savunma hazırlamıştı;

“Ben devletle, siyasetle uğraşıp bir istikbal (gelecek) peşinde olmayan bir insanım.

Allah rızası için memleket insanlarımızın, inanan toplumumuzun imanını kurtarmaya çalışmak istiyorum.

Bu hususta bir tek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda Bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz.

Bu ses, âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor.

Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor.

Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum.

Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum.

Bu mücahedemle inşaallah Allah huzuruna girmek istiyorum.

Bütün faaliyetim budur.

Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki Bolşevikler olsun.

Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir.

Beni serbest bırakınız, el birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim.

Mevkuf Said Nursi”

* * *

Sevgili okurlar.

Diyorum ki...

Artık bu memleket insanı olarak, inanan bir toplum olarak kendimize çekidüzen verme zamanı gelmemiş mi?

Şimdiye kadar zalimce baskılar altında yaşaya gelen bir ülke insanı olarak, hukuk dışı, antidemokratik yapılan işkencelerden etkilenip uyanmamız gerekmiyor mu?

Adeta üzerimize ölü toprağı serpilmiş bir toplum halinden silkelenip kalkmamız gerekmiyor mu?

Ülkemizin; Kemalist, laikçi, Atatürkçü ve içi boşaltılmış cumhuriyetçilik anlayışı bataklığından kendimizi kurtarıp, yepyeni, müreffeh, mutlu ve lider bir Türkiye haline gelmesini istemeyenler mi var acaba?

Bu nedenle diyoruz ki;

Ülkemizin, insanlarımızın, maddi ve manevi badirelerden, fitne, kargaşa ve kavgadan korunması için mutlaka 16 Nisan’da sandık başına gidip "EVET" demeliyiz.

“Evet, evet, evet” demekten başka kurtuluş yolumuz yoktur diye inanıyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar.