ASRIN FİTNE UNSURLARI!? (IV)

Evet, değerli SÖZ okurları…
Dünkü sohbetimiz nerede ise yarıda kalmıştı.
Bugün Dr. Mehmet Doğan’a ait “DİN ADAMLARI VE ŞEYH SENUSÎ NASIL ALDATILDI” isimli kitaptaki yazının geri kalanını da sizinle paylaşmak istiyorum.
“Eğer akla mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavanin-i tabiiye-yi ilahiye beyninde tezat (onunla yine ilahi kaynaklı olan tabii kanunlar arasında çelişki olması icap ederdi).
Çünkü bilcümle kavanin-i kevniyyeyi (bütün tabiat kanunlarını) da yapan cenab-ı haktır.
Dikkat edilirse, burada kullanılan mantık tamamen din adamlarına özgü dini söylem, dini makaleler (söylem alanına ait bir mantıktır).
Yani tabiat kanunlarını da, Kur’an kanunlarını da Allah yarattığı için, ikisinin de yaratıcısı aynı olduğu için, aralarında çelişki olamaz.
Yaratıcısı aynı olmamış olsaydı, çelişki de olması gerekirdi.
Hâlbuki çelişki olmadığına göre, bütün tabiat kanunlarını da dini (şer’i) kanunları da yapan cenab-ı haktır”
Sevgili okurlar.
Burada anılan bu ifadelerin mana değeri, yüce Kur’an-ı Kerim’in “Enbiya” suresinin 22. ayetinin yüce mealinden iktibas edilmiş durumda.
Zira ayetin yüce mealinin orijinal ifadesi aynen şöyledir;
“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, yer ve göklerin nizamı, düzeni, dengesi bozulurdu. Arş’ın, sınırsız kudret ve iktidar makamının Rabbi olan Allah, onların yakıştırdığı sıfatlardan münezzehtir”
* * *
Devam edelim;
“Ancak gün geldi, devran değişti” misali 1930’lu yıllara doğru seyrettiğimizde aynı ifadelerin sahibinin tam tersi bir yola girdiği ve 1930’ların sonunda ‘aynı ağızdan söylenen ifadeler şunlar’:
“Gökten indiği sanılan kitaplar” gibi vahiy ile alay eden biri haline dönüştüğünü görürüz.
Bu değişim nasıl oldu ve daha önemlisi neden oldu?
İnkılâp tarihçilerimizin; işlerini, güçlerini bırakıp asıl bu sorunla uğraşmaları gerekirken, tekrar tekrar üstüne eserlerinde taze bir bilgiye rastlamak için iğneyle kuyu kazmak icap ediyor.
Oysa asıl çözülmesi gereken sorun budur.
Ve bu soru cevaplanmaktan Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasına neden izin verildiği ve laik reformların neden bu denli huşunetle ve bu kadar uzun süre icra edildiği de anlaşılamayacaktır.
İşte elinizde tuttuğunuz Dr. Mehmet Doğan’ın “İstiklal Savaşının Örtülen Tarihi” adlı kitapçığı, tam da bu soruna parmağını basan ve din adamları ile ustaca kullanıldıktan sonra baştan savulan Şeyh Senusî’nin çabalarını, ardından da hilafet üzerinde dönen dolapları, ustaca ve ayrıntılarıyla ortaya koyması bakımından çok kıymetli, zengin kaynakları, çarpıcı belgeleri ve objektif üsluplarıyla elinizden bırakmayacağınız, bıraktığınızda ise zihninizi alt üst ettiğini fark edeceğiniz bir çalışma daha.
Velhasıl.
Kütüphaneniz, yine şenlenecek ve “DERİN TARİH” kitaplığınız yeni bir eserle daha aydınlanmış olacak.
Türkiye’de tarihin tabularına dokunmayı, hatta sarsmayı amaçlayan dergimizin kitap hizmetleri bundan böyle de devam edecek.
Onun için diyoruz ki bizi takip etmenizde fayda var”
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Bakınız, Mehmet Doğan’ın “İstiklal Savaşı’nın Örtülen Tarihi – Din Adamları ve Şeyh Senusî Nasıl Aldatıldı” isimli kitabından alıntı olarak aldığımız bu önemli, önemli olduğu kadar da çarpıcı ve dikkat çekici, tarihi Mustafa Kemal Paşa’nın çelişkili konuşmaları, elbette ki insanın dikkatini çekmemesi mümkün değildir.
“İlk TBMM elbette doğrudan seçimle oluşturulmamıştır.
İlk TBMM’ne seçim üslubu bugünkü gibi tek dereceli seçim değildi.
Müntahibi ikinci seçmenler olan Türkiye’nin birçok yerinde ittihatçı unsurları tarafından oluşturulmakta veya onlar tarafından yönlendirilebilmektedir.
Bunun yanında birçok seçim bölgesinde tam manasıyla seçim yapılmamış, bir bölgenin küçük bir bölümünün seçimiyle yetinilmiş, bununla birlikte Türkiye’nin gerçek temsili gözetilmiş güç ve etkiye dikkat edilmiştir.
Bunun sonucu olarak mecliste geleneklik ve yeni dini kurumlaşmaların temsiline azami dikkatin gösterildiği anlaşılmaktadır.
Mustafa Kemal Paşa, sivil toplum önderlerinin, kanaat oluşturucu şahsiyetlerin, mecliste yer almasına güzel bir önem atfetmiştir.
Böylece modern teşkilatlanmanın o dönemdeki en önemli veya tek temsilcisi olan ittihatçı cemiyetleşme yanında dini kurumlar ve geleneksel sivil toplum kuruluşları olan tarikat, tekkelerin temsili etkili şekilde gerçekleştirilmiştir.
Burada tekkeler ve tarikatlar dışındaki ulema ile birlikte son yüz yılın bir vakıası olan İslamcıların temsili de “Mehmet Akif” gibi dolayısıyla ihmal edilmemiştir.
Nitekim 1. TBMM’nin mebuslar listesi incelenirse, ilgi çekici sonuçlara ulaşılır.
Bu sonuçlar içerisinde en kalabalık, sivil grup müftülerdir.
Listede 21 müftü yer almaktadır.
Onları müderrisler 15 kişi ile takip etmekte.
2 ulema, 2 kazı (yüksek hakim), 2 din öğretmeni (ulema-yı diniye) yanında 2 kişi de vaiz sıfatıyla yer almaktadır.
Ayrıca listede 6 kişi medrese mezunu olarak geçmektedir.
1. TBMM dini temsil eden bu unvan sahipleriyle sınırlı değildir.
Ayrıca 7 Şeyh “yani en belli başlıları Nakşi, Bektaşi, Mevlevi ve Bayrami” olmak üzere bu listede yer almaktadır.
Bu listeye dini kimlikleri ihmal edemeyecek olan 4 aşiret reisini de ekleyebiliriz.
TBMM tarafından yayımlanan Türk parlamento tarihinde belirtildiğine göre 1. TBMM’ni teşkil eden vekillerin 76 adedi medrese mezunudur.
Aynı kaynağa göre, üye defterine yeni seçilen ve mebusan meclisinin kapatılması üzerine İstanbul’dan Ankara’ya geçen 88 kişiyle birlikte 437 kişi yazılmıştır.
Milli mücadele için Ankara’ya davet edilmiş olan Mehmet Akif’in bu yapı içinde batı tarzı tahsil gören Müslümanları, İslamcıları temsil ettiği söylenebilir.
O, neredeyse dönemin bütün metinlerinde İslam şairi olarak anılmaktadır.
Nitekim Türkiye Büyük Millet Meclisi mebusları listesindeki unvanı da budur.
Muhtemelen başka hiçbir kimse İslam sıfatı ile tavsif edilmemektedir.
Milli mücadelenin bilhassa başlangıç safhasında uyandırılan tereddütlü hava, yer, karşı çıkma, isyanlara yol açmıştır.
TBMM bu tepkileri etkisiz hale getirmek için encümen-i irşad ve heyet-i nasiha aydınlatma komisyonu ve nasihat heyeti kurmuş Sakarya savaşının en buhranlı günlerinde bile meclisin hoca milletvekilleri cephelerin en ön safında yer almışlar.
Ağırlığını onların meydana getirdiği irşad heyetleri ise ülkenin her yerinde cephe gerisinde olumsuz propaganda ve telkinleri etkisizleştirmek için uğraşmışlardır.
Milli mücadele savaşında bu dindar ve hem de yüce İslam dininin en önde gelen ulema ve seçkin insanlarıyla omuz omuza vererek savaşan bu yüce millet, her nedense savaştan sonra herşey tam tersine dönüyor.
Dinden tecrit edilmiş din adamlarından, dindarlarından uzak tutulmuş, hatta tam tersine çevrilip “Vurun kahpeye” mantığına indirgenmiş bir söylemle o dönem anlatılamaz.
Vatanın düşman işgalinden kurtarılması ve milletin istiklali için çok sayıda dini kimlikli şahsiyet, önemli hizmetlerde bulunmuşlardır.
Milli mücadele sırasında, batı cephesinde yararlılıkları görülen Cumhuriyetten sonra müdafaa vekilliği (savunma bakanlığı) ve uzun süre TBMM Meclis Başkanlığı yapan Kazım Paşa’nın ifadesiyle o gayri müsait ahval ve şerait içinde muhterem ulemamız öne geçmişler, münhasıran telkin ve irşad ile yetinmemişler.
Bilakis milli kuvvetlerin başında düşmanla çarpışmış insanlar olmuştur”
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Gerçekten iktibas tarihi konularla ve dikkat çekici ibretlerle dolu bu tarihi vakalar, sonradan nedense herşey tersine dönüştürülmüş ve yüce İslam dinine mensup bunca ulema ve meşaikler, İstiklal mahkemeleri kurdurularak sorgulanmışlar.
Hatta idamından tut sürgünlerine kadar, büyük kargaşalarla karşı karşıya getirilen Türkiye’nin bu çarpıcı tarihi olayı unutulamaz.
Elbette ki bu olaydan sonra ülke iki yakasını bir araya getiremedi.
Ve hala da çok büyük fitne unsurlarıyla karşı karşıya kalan ülke; milletiyle, devletiyle, taşıyla, toprağıyla büyük infiallerle karşı karşıyadır.
Ve yarın ele alacağımız konu şöyle;
“Osmanlıda Latin harfleri
Mektuplarda dikkat çeken bir husus, Mustafa Kemal’in daha 1914’te Türkçeyi Latin yazısıyla yazmasıdır.
(Aynen 1910’da Picardie Manevraları ile 1916’da Karlsbad’da fesi çıkarıp Frenk şapkasını giymekte bir beis görmemesi gibi.)
Nitekim Sofya’dan Corinne Hanım’a gönderdiği 13 Mayıs 1914 tarihli mektubunun hâmişi (notu) Latin harfiyle yazıldığı gibi yine Sofya’dan gönderdiği 28 Haziran 1914 tarihli mektup da baştan sona Fransız imlâsıyla kaleme alınmış Türkçe bir metindir”
Devamı yarın.
En derin saygı ve sevgilerimle.