ASRIN FİTNE UNSURLARI (VI)

Evet, sevgili okurlar.
“Asrın fitne unsurları” başlıklı yazı serimiz devam ediyor.
Kıssadan hisse olarak bu dile getirmek istediğimiz konular, önemli olaylar, tarihi gerçeklerdir.
Ülkemizi, milletimizi, coğrafyamızı, bütünüyle ilgilendiren hayati mevzuulardır.
Bu nedenle; “Asrın fitne unsurları” ifadesi, gerçekten çok derin ve kapsamlı manalar içermektedir.
Yıllardan beri Türkiye’mizi gerçekten çıkmaz bir sokağa sokan temel unsurların başını çeken en önemli unsur; İslamsızlıktır, İslam’a karşı laubaliliğimizdir.
Yüce dinimizi arka plana atıp, ne yaptığımızın farkında olmayışımızdır.
İşte bu saydıklarımız "deveden kulak bile değildir."
İslam’a karşı çok büyük saygısızlığımızın cezasını çekiyoruz.
***
5 günden beri bu köşede çok önemli bazı tarihi mevzuulara ait çarpıcı ipuçları sizinle paylaştık. Ki daha da paylaşmaya devam edeceğiz.
Amma velâkin bu bir gerçektir ki tarihin makûs kaderi mi diyelim, ne diyelim bilemiyoruz, ama "derin bir gaflet uykusuna" dalmak üzere gözümüzü kapatmış durumdayız.
Kulağımıza adeta pamuk tıkamışız.
Gerçekleri dile getirmek için dilimizi sükût etmişiz.
Tek kelimeyle her şeyi nemelazımcılıkla geçiştiriyoruz.
Tabiri caizse; üç maymunu oynuyoruz.
Ki bununla yetinmiyoruz, alçakları, hainleri, kirli unsurları, her nedense kurtarıcı, “Ağamsın, paşamsın” diyerek, baş taçı ediyoruz.
Ancak bir bakıyoruz ki; arkadan derin güçlerin işbirliğiyle hançerleniyoruz.
Ve hiç de farkında olmuyoruz.
Ne var ki ders-i ibret bile almıyoruz.
Nedeni de açık?
Çünkü, Türkiye cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana sabah-akşam yatıp kalkarken hep cehaletin batağındayız.
Devletin, sistemin, rejimin bize tanıtmaya çalıştığı eğitim sistemi ne yazık ki 90 yıldan beri genel olmasa dahi yüzdelik oranına vurursak, “diplomalı cahil” kesimi galebe çalmaktadır.
* * *
Bakınız, sevgili dostlar.
Bir hafta - on gündür medyanın diline dolaşan “Paralel yapı” ile “iktidar” arasında olup bitenlerin arasına “Tahşiyecilik” kelimesi sokuldu.
Halkın yüzde kaçta kaçı acaba “Tahşiyeciliğin” ne olduğunu biliyor?
Avam tabakasına baksan, havas tabakasına baksan, okumuşlara baksan, hiç okumamışlar zaten bir şey bilmez.
“Tahşiye” nedir?
Onu anlamakta zorlanır hale geldik.
Oysaki “Tahşiye” hiç de bize yabancı değil.
Osmanlıdan kalmış, medrese dilinde yazılan bir metnin kapsamını, daha güzel bir şekilde açıklayan ve o metnin kenarına veya dipnotuna yazılan ilave bilgilere “Tahşiye” denir.
Bu o kadar kolay bir şey ki milletimiz gerçekten Osmanlı kültürüne uzak kalışından dolayı Osmanlıca kelimeleri bugün bırakın manasını bilmeyi, telaffuz etmeye bile birilerinin dili dönmüyor.
Sormazlar mı, bu ne hal?
* * *
Onun için Bediüzzaman Hazretleri “Nutuklar” isimli risalesinden şöyle bir-iki paragrafı sizinle paylaşmak istiyorum.
O büyük İslam âlimi, çağımızın büyük düşünürü, ilim ve iman abidesi Bediüzzaman Hazretleri diyor ki;
“Sakın ey ihvan-ı vatan!
(Ey vatandaşlar)
Sefahatlerle ve dindeki laubaliliklerle bu ülkeyi tekrar öldürmeyiniz.
Ve bütün efkar-ı fasideye (bozuk ve kötü düşüncelere) ahlak-ı rezileye (rezil ve ahlak yozlaşmasına) ve desaiş-i şeytaniyeye (şeytanın desise ve hilelerine) ve mızmızlaşmaya karşı bu Şeriat-ı Ğarrayı Ahmediye üzerine müesses olan Kanun-i Esasi (gerçek ilahi anayasayı) Azrail hükmüne geçti”
 Bunlar birer ilahi hüküm ve yasalar silsilesi iken bizimle arkadaş olması gerekirken, şimdi o kadar huylanıyor ve o kadar korkuyoruz ki o anayasanın hükümleri sanki Azrail gibi canımızı alacak diye ondan çekiniyor ve korkuyoruz.
Ve o durumda olan bu kanun-i esasi olan ilahi hükümlerden uzak duruşumuz, bizi ahlaken, ilmen öldürmüş durumdadır.
Ve yine o büyük üstat bize şöyle sesleniyor;
“Ey hamiyetli ihvan-ı vatan!
(Ey hamiyetli ve gayretli vatandaşlar)
İsrafat (israflar) ve hilaf-ı şeriat (şeriata ters düşme) ve lezaiz-i nameşruayı (meşru olmayan keyfilikler ve keyfi lezzetler) tekrarlamayınız.
Onu yeniden aranızda ihya etmeyiniz”
Demek şimdiye kadar mezardaydık, çürüyorduk ve nitekim aynı zamanda şimdi dahi aramıza sokulan değişik fitneler nedeniyle her şeyimizle sanki toprağa gömülmüşüz, çürümüşlük üzerine bir türlü kendimizi yeniden diriltemiyoruz.
Bizim aradığımız gerçek insan temel hak ve özgürlüğü ve temel hürriyet-i meşrua-yı şer’iyyeyi çağırıyoruz.
Aramızda yaşaması için davet ediyoruz ve diyoruz ki;
“Ey hürriyet-i şer’iyye!
Öylesine müthiş ama güzel, müjdeli bir seda (ses) ile bizi kendine taraf çağırıyorsun.
Ama benim gibi bir Kürdü, tabakat-ı gaflet altında yatmış iken uyandırıyorsun.
Kalk, uyan kendine gel diyorsun.
Ey hürriyet-i şer’iyye!
Sen olmasaydın, ben ve umum milletim gerçekten zindan-ı esarette (esaret ve zulüm zindanlarının altında) kalacaktık.
Seni ömr-i ebedi ile müjdeliyorum ve kutluyorum ey Şeriat-ı Ğarrayı Ahmediye gerçek manada insanlara taşıdığın hürriyet-i şer’iyye!”
* * *
Evet, sevgili dostlar.
İslam hürriyeti, insanlara tanımış olduğu hürriyetlerin anasıdır, babasıdır, temel taşıdır.
O hürriyet olmazsa hiçbir zaman insanlık dünyası, yaşam şansını elde edemez.
Ancak onunla tanıştığın zaman insanlığın yüce şeref ve haysiyetine nail olabilirsin.
Ve böylece, asrın fitne unsurlarının kökünü kazıyabilirsin.
Hayırlı cumalar.
En derin saygı ve sevgilerimle.