AT İZİ, İT İZİ KARIŞIMI! (IV)

Evet, sevgili okurlar.
Bu köşede her zaman siz değerli okurlarımıza ve tüm kamuoyuna duyurmak istediğimiz "bilimsel ve tarihsel" gerçekleri yansıtma şeklidir.
Afakî ve havadan cıvadan, kulaktan dolma olayları anlatmıyoruz.
Anlatmaya da gerek duymuyoruz.
Ve ne sizlere ne de kendimize böylesi bir düşünceyi yakıştırmayız.
Yazmak istediğimiz gerçekler günü gününe, tarihi tarihine, saati saatine "hakikatlere" dayalıdır.
Burada son zamanlarda, bir önceki yazımda da ifade etmeye çalıştığım olay şu gerçekten; "bu memleket üzerine çok dehşetengiz oyunlar oynanmak" isteniyor.
Ülke insanımız, ayrıcalıksız olarak ister "Kürdü olsun, ister Türk’ü olsun, ister Laz’ı, ister Çerkez’i olsun" her kim olursa olsun.
Orta yerde derinden derine gelen bir hegemonyanın varlığı söz konusudur.
Bu hegemonya kendi rantını, çıkarını idame etmek için ve milletin başına otoriter olma gayesiyle cahil, okumamış bir toplumun evlatlarını, insanlarını adeta bir figüre malzemesi olarak kullanıp, kirli savaşlar çıkarılıyor ve insanların kanını emiyor.
Bu bugün değil, yaklaşık 150 seneden beri sürdüre gelmektedir…
Yani Türkiye’deki olup bitenler Tanzimat Fermanına kadar uzanıyor.
O günden bugüne kadar devletin bünyesine yerleşmiş olan "dışa bağımlı, kirli, ajan bir güruh" tarafından ne yazık ki soyut olaylar somutlaştırılarak "toplumu kaygan zemine" oturtturmak istendi/isteniliyor.
Kargaşa, kan, ekonomiksel badire ve ahlaki çöküntüler, daha neler neler?
Bunları tarih boyunca ülkemizde yaşatmaya çalıştılar.
Bu olumsuzluklar yaşandığı müddetçe, onlar daha bir fazlasıyla güçleniyorlar.
Semizleniyor, şiştikçe şişiyorlar ve toplumun başına birer fitne unsuru olarak bela oluyorlar.
Aslında millet olarak asil bir milletiz.
Bu aziz millet.
Dili, coğrafyası, ırkı ne olursa olsun…
Ahdû misak-ı ezeliden yüce Allah ile sözleşmiş, iman etmiş ve Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’e intisap etme şerefiyle mensubiyet kazanmıştır.
Helalini çok güzel bilir, tanır ve o paralelde hareket eder.
Haramını da çok iyi bilir ve ondan her daim sakınmak ister.
Ona göre de hayatını biçimlendirir.
Tüm bunlara rağmen, dışarıdan ithal edilmiş, batıl bir sistemin fesat ve bozgunculukla dopdolu bir uygulama sistemi milletin başına bela kesilmiş, milleti oldukça huzursuz ediyor.
Kan emici bir tavırla…
Palazlanıyor ve buna enva-i türlü bahaneler uydurarak, ülkenin değişik yörelerinde, değişik unsurlarla, daha doğrusu halkın güvenle onlara baktıklarından faydalanarak aldatıcı tavırlarla pozisyondan pozisyona girerek, bukalemun gibi renkten renge bürünerek, şeytan iken adeta melaike libasını giyer vaziyette, varlık göstere gelmiştir.
Zalim iken adaletin tavrını kendine kılıf olarak uydurur.
Eşkıya iken suret-i haktan kendini gösterir ve böylece insan kanını emmeye devam eder.
Tüm bu çaba ve çalışma stili tamamıyla yüce İslam dinine karşı gerçekleştiriliyor. 
Çünkü onun yegâne hedefi İslam'dır.
Devletin bünyesini işgal eden çetelerin, ajanların ve casusların varlığı tamamen yüce İslam dininin yokluğuna bağlıdır.
İslamiyet’i zayıflattığı müddetçe, iman nuru kalplerden silindiği süreceçe, Hz. Muhammed (s.a.v) ve diğer peygamberlerin sevgi ve muhabbetleri beyinlerden ve kalplerden silinip atıldığı müddetçe, onlar o kadar şişerler, büyürler ve kan alırlar.
***
Bilindiği gibi ülkemiz son günlerde ne yazık ki acımasız bir terör atmosferine girdi.
Bu durup dururken kendiliğinden olmuyor.
Alttan cerahatini bağlamış, çok pis bakteriyel mikrop unsurlarla yuvalanmış, gizli bir kargaşa unsurunun varlığını kimse inkâr edemez.
Dünya, emperyalist haçlı ve Siyonist güçlerin İslam dünyası üzerine oynadıkları rol, özellikle son zamanlarda Ortadoğu, Türkiye üzerine sahneye koymak istedikleri oyun, tümüyle İslamiyet üzerine yapılan bir pazarlama oyunudur.
Yüce kitab-ı Mübin Kur’an Azim Şan’ı kalplerden, beyinlerden silemedikleri gibi, Kur’anla yaşayan nice ailelerin üzerine çok kirli baskılarla, ana babadan adeta evlatlarını almaktadırlar.
* * *
Dün TBMM’nde olağanüstü bir toplantı yapıldı.
"Terör olaylarını araştırma komisyonu" kurulması önergesi görüşülüyordu.
Komisyon kurmak isteyen partilerin hedefleri ne ise diğer terörle mücadele komisyonu kurulmamasını isteyen partilerin hedefi aynı değilse de o paraleldedir.
Hani diyorlar ya; “Denenmiş denenmez” misali.
Neredeyse 90 yıldan beri gelen-giden iktidarlar ve muhalefetler aynı terane üzerine TBMM’nden sesleniyorlar, kurguluyorlar, kavga ediyorlar ve nihayet 1–2 saat sonra barışıyorlar ve yine aynı meclisin koridorlarında sarmaş dolaş oluyorlar.
Ama aslında olan millete oluyor.
Zaman kaybı oluyor.
Ve bir arpa boyu kadar da terörle mücadele şekli biçimlendirilmiyor.
Bize göre TBMM, iktidarıyla muhalefetiyle çok büyük yanlışlıklarla karşı karşıyadır.
Hiç düşünmüyorlar mı?
Menderes ve Celal Bayar’ın 1950’deki getirdikleri "demokrasi bayramı" 10 sene sonra hayatlarına mal edildi.
Celal Bayar masondu, Adnan Menderes de muhafazakâr, inançlı birisi olmakla beraber, ömürleri fazla uzun sürmedi.
10 sene içerisinde alaşağı edildi ve Menderes iki bakanıyla beraber idam edildi.
Hem de TSK’nın bünyesinde.
İsmet İnönü’nün oluşturduğu bir oyun sonucunda devletin üç adamı gitti, ülke elli sene yine her bakımdan geriledi.
O günkü zihniyet ne ise bugün aynı zihniyet gizliden gizliye devam ediyor, oyun oynuyor ve milleti gaflet uykusunda avlamak istiyor.
Zira hedefleri; Dünya emperyalist unsurların nam-ı hesabına çalışmaktır.
Ağa paşalarından almış oldukları direktiflerle hareket etmektir ve ülkeyi sömürmektir, devlet imkânlarını aralarında bölüşmektir.
* * *
Dün Mecliste yine kavga çıktı.
Terör olaylarını araştırma komisyonuna evet denilmedi.
Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir, çok net ve sert konuştu.
Ama ne yazık ki tüm bunlara rağmen ülke kendine çekidüzen veremiyor.
Kimin eli kimin cebinde belli değil.
Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde gece yarısı kendi evinde eli kolu bağlı, uykuda beyninden vurularak şehit edilen iki tane polis.
Hem de susturucu silahla.
Muş’un Malazgirt ilçesinde devletin Jandarma Binbaşısına suikast düzenleyerek şehit düşürülmesine…
Hakkâri’nin, Şemdinli’nin, Şırnak’ın hemen hemen neredeyse Doğu ve Güneydoğunun her yöresinde gün geçmiyor ki şehit haberleri gelmesin.
Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde bir intihar faaliyeti içerisinde; 32 insan hayatını kaybetti. Bunu yapanın da 20 yaşındaki Şeyh Abdurrahman Alagöz olduğu söyleniyor.. Hem de ismi Şeyh olarak lanse ediliyor.
Ve Suriye hududundan Türkiye’ye doğru Jandarma Astsubay’ına ateş açılıyor ve şehit ediliyor.
* * *
İnanın, sevgili okurlar.
Bunlar kendiliğinden oluşmuş, olağan bir rastlantı eseri hadiseler değildir.
Bunu Cumhurbaşkanı da biliyor, Başbakan da biliyor, Bakanlar Kurulu da biliyor, muhalefet de çok iyi biliyor.
Amma velâkin her nedense birilerinin işine mi gelmiyor diyelim?
Her şey görmezlikten geliyor.
Devlet de “Vay seni gidi PKK sen misin bu işleri yapan”
“Vay seni gidi IŞİD, sen nereden kiralandın da İslam adına (!) bu işleri yapıyorsun, o zaman bu işlerin karşılığını vereceksiniz”
Şehit ailelerine de timsah gözyaşlarıyla, yıllardan beri klişeleşmiş kavram ve kelimeler kullanılıyor; “Kanı yerde kalmaz”
Mutat olarak 1990’lardan beri Hakkâri’nin, Şemdinli’nin, Şırnak’ın dağları, ormanları bombardıman altına alınıyor.
Jetler, cipler, tanklar vs…
Ama tüm bunlara rağmen terörün ardı arkası kesilmiyor.
Oldukça hızlanıyor, büyüyor ve yayılıyor.
Şu halde, burada durup düşünmek lazım…
Hey, hey, hey…
Arkadaş hayrola?
Sormazlar mı?
Devletin yegâne görevi şov yapmak değil, gerçek manada radikal bir biçimde toplumun huzurunu her ne pahasına mal olursa olsun sağlamak değil midir?
Sen eğer Doğunun dağlarını, ormanlarını terörle mücadele adı altında bombardıman altına alıyorsan, ama terörü de önleyemiyorsan biraz devlet olarak, iktidar olarak başını her iki elinin arasına koyup çok derin düşünmen lazım.
Mademki bu mücadeleyle başa çıkamıyorsun.
O zaman bu kirlenmenin kaynağını araştırman lazım.
Bu kirlenmenin kaynağı araştırılıp, irdelenip bulunduğu zaman, yemin ediyorum terörün “T” harfi bu ülkede kalmaz.
Ama basmakalıplıkla, klişeleşmiş ifadeleri kullanmakla, jetleri uçurmakla, şu kadar terörist öldürüldü, şu kadar etkisiz hale getirildi demekle bize göre sadece kendilerine forta atmak ve halkın gözünü kapatmaktır.
Yoksa ne oluyor da bunca öldürülen teröristler bir fazlasıyla geliyor?
***
Sevgili dostlar.
Bize göre bu işin kurtuluş çaresi toplumsal bir inanç paralelinde sımsıkı Kur’ana sarılmaktır.
Kur’anın müjdeleyici ve uyarıcı hükümlerini devletin her kesimine yerleştirmektir. 
Ve millet arasına irşat ekiplerini kurdurup da diyanet teşkilatlarını sadece Cami'de namaz kıldırma, imam ve müezzinlere değil, güçlü değişik ekipler, din ilmini, Kur’an ilmini tahsil etmiş büyük ehl-i irşat bu işi halledebilir.
İkna edici vaazını verecek, eşkıya ve en azılı dedikleri PKK mensupları dahi bize göre kanaat bağlar ve hidayete gelirler.
Kardeşçe omuz omuza verilir.
Ama herşey ortalığı kavurup, bencillik ve ırkçılık şovenizmiyle halka hizmet götürürse, halk sana itibar etmez.
Mümkün değil.
En iyisi ve kurtuluş çaresi; toplumsal olarak büyük irşat unsurları yaratmak, Türkiye’nin en ücra köşesine kadar Kur’an kursları götürmek ve yetişen öğrencilere her şeyden evvel Kur’an cevherinde, Kur’an terbiyesiyle ahlakını muhafaza eden inançlı bir güruh tarafından bu hazırlanmalıdır.
Bunu hor görmemelidir.
Küçük düşürmemelidir.
Devletin bütçesini abartıp, kabartmakla değil, hafif bir bütçe sağlanır ve insanlar da eğitilip/yetiştirilir.
Son ifadem şudur ki; 
Demişler ya “Hiçbir devlet zulüm ile olayları tersyüz ederek bir yere gelmemiştir ve gelemez de”
Zira en büyük bela ve girdap; orta yerde Kur’ana sımsıkı sarılıp amel etmek yerine, Kur’anın hükümlerine inanmayıp inanmış gibi göstermektir.
En derin saygı ve sevgilerimle.