AT İZİ İT İZİ KARIŞIMI!


Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten bu köşede her zaman olduğu gibi, bugün yine Türkiye’nin "kirli komplo teorileriyle" karşı karşıya olduğunu, yüksek sesle kamuoyu adına siz değerli okurlarımızla paylaşmak istiyoruz.

Zira dünden beri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da olup bitenlerin gerçek yüzünü öğrenmek için birçok okurumuz ve TV izleyicilerimiz bizi arıyor, “Lütfen bildiğiniz bir şey varsa basın olarak bizlere açıklayın” diyor.

Biz de bu değerli okurlarımızın istek ve arzuları paralelinde edindiğimiz intibaları araştırmalarımız doğrultusunda, özellikle geçmişten almış olduğumuz deneyimlerle buradan hem Türkiye hem de dünya kamuoyuna sunmak üzere bazı olup bitenlerin perde arkasını kaleme almak istiyoruz.

Her ne kadar bugünkü yazımıza başlık olarak “At izi it izi karışımı” ifadesini kullanmışsak da bu gerçeğin ta kendisidir.

Olup bitenler bunu bize yansıtıyor.

Yani olaylar o kadar kesif ve bulanık ki gerçekle gerçek olmayan olaylar birbirine karışmış.

Tıpkı "at ile itlerin izlerinin" birbirine karışması gibi.

Bizim burada edindiğimiz bilgilere göre 1993’lü yıllardan günümüze dek yani 1993–1996–1997–1998–1999 ve 2000’li yıllara kadar, bu coğrafyada olup bitenlerin yüzde 90’ı diyebiliriz ki karanlık, derin devletin oluşturdukları senaryolardır ve halkına karşı kurdukları komplo teorileridir.

Bu komplo teorilerinin teorisyenleri, Ak Parti iktidara geldikten sonra biraz sindiler, yakalandılar, hatta Silivri Cezaevlerine tıkandılar.

Ak Partinin bu girişimi o kirli anlayışın önünü geçici de olsa kesti.

Üç beş sene gibi kısa bir süreçte topluma rahat nefes aldırdıysa da ama heyhat ne çare ki Ak Parti dik duramadı…

Onları kurtarmak pahasına da olsa “Anayasa mahkemesine bireysel başvuru” kararı neticesinde 20 seneden tut kaç defa müebbet alan kişiler, haklarındaki ceza kararları olmasına rağmen, Yargıtay’da kesinleşip onanmasına rağmen, hepsi “Ke en lem yekûn” haline getirildi.

Kararlar geri tepti ve hem tahliye edildiler hem de birçok devam eden dava da beraatla neticelendi.

***

Bizim herhangi bir kimseye garez besleme, kin besleme kastımız olmamakla beraber, bir medya grubu olarak kamuoyuna gerçekleri yansıtmak; ana çizgimizdir, temel mefkûremizdir ve gazeteciliğin dik alasıdır.

Bu itibarla diyoruz ki;

Bir önceki gün Urfa’nın Suruç ilçesinde meydana gelen intihar saldırısı neticesinde ölen 32 vatandaş ile bir o kadar yaralanan vatandaşlar için Türkiye yeniden çok büyük dehşetengiz bir tabloyla karşılaştı.

Bu katliamın benzeri de 5 Haziran’da HDP’nin mitinginde gerçekleşmişti.

Daha önce de Mersin ve Adana’da.

Fakat anılan parti bunlarla hep artı puan aldı.

Beklenmedik bir anda barajı aştı ve Mecliste 80 tane parlamenter üyeye sahip oldu.

***

Evet, akla gelen ilk durum; olay gerçekten vahim bir olaydır, derindir ve korkutucudur.

Ama sonradan insan akıl havsalasını kurcalayınca, beyin hafızasını irdeleyince bundan 91 yıl öncesine kadar yani 1909’daki 31 Mart Hadisesi ile benzerlik olduğunu görüyorsun.

Aynı o günün komplo teorisinin bir uzantısı olduğuna benziyor.

Daha ileriye doğru gelirsek;

İngiliz, haçlı ve siyon emperyalizmi ile oluşan I. Dünya Savaşı…

Ermeni Hadisesi…

1918’de Mondros Mütarekesi sonrasında kurulan bir cumhuriyet.

Cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra derhal İngilizlerin Lozan’da Dışişleri Bakanı İsmet İnönü ile yapmış olduğu anlaşma skandalı.

Ve ardından; Türkiye’nin bir türlü iki yakasının bir araya getirememesi.

Yine Cumhuriyeti kuranlarla halk arasındaki meydana gelen büyük anlaşmazlık.

Oluk gibi akıtılan masum insanların kanı ve ülkenin en ileri gelen büyük insanlarının idam edilmesi…

Tüm bunlar rast gele olaylar değildir.

O günden bugüne dek Türkiye; Doğusuyla, Batısıyla, Türküyle, Kürdüyle, Acemiyle, Arabıyla rahat bir nefes almış değil.

Netice itibariyle de;

27 Mayıs 1960 ihtilali,

12 Eylül 1980 darbesi,

28 Şubat oyunu ve PKK, Hizbullah, şimdi de karşımıza yeni bir oluşum ki o da DAEŞ olarak ortaya çıkıverdi.

Evet, hayrola nedir, neyin nesidir?

Belirsizlikler içerisinde bu soru soruluyor.

***

Bu da bir gerçektir ki geçmişten ibret almayan bir toplum, hiç de geleceğini kestiremez ve başarılı da olamaz.

Daha önceki olaylar ve hele hele dün Ceylanpınar’da meydana gelen iki polisin evinde şehit edilmesi olayı, Adıyaman’da bir Er’in şehit edilmesi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Karayolu üzerinde seyru sefer yapan Tırların ve binek araçların yakılması, tamamıyla kendiliğinden oluşan olaylar değildir.

90 sene önceki 31 Mart olayı.

Önce şeriatçılık ve İttihad-ı Muhammedi sloganıyla ortaya çıkan Selanik dönmeleri daha sonra "u" dönüşü yaparak, olaylar tersyüz edildi.

“Şeriat istiyoruz, Meşrutiyet istiyoruz” diyen insanlar bir sene içerisinde koskocaman Sultan Abdülhamit Han’ı tahttan indirdiler.

İttihat ve terakki partisi adı altında yeni bir devlet kuruldu ve o devlet I. Dünya savaşına sokuldu.

Ondan sonra önünü göremedi, darmadağın edildi, nihayetinde Türkiye daracık bir coğrafyaya sığdırıldı.

Bu proje tümüyle haçlı, Siyonist ve ırkçılığa dayalı jön Türklerin bir şeytan üçgeni içerisinde hedefine vardılar.

Bugün de aynı o hedef, aynı o komplo teorisi, yepyeni bir Türkiye’nin başına açılmak istenen büyük bir bela ve darbe teşebbüsü…

***

Dünkü yazımda da belirtmiştim.

Bu iş terör örgütlerinin işi değildir.

Ne IŞİD’in, ne PKK’nın, ne DHKP-C’nin, ne Hizbullah’ın işi değildir.

Her ne kadar bu işe IŞİD veya PKK görüntüsü veriliyor ise de ancak ve ancak derin devletle gizli anlaşma yapan bazı sosyalist kesimin politik oyunları ve o oyunları sahneye koyan parti liderleri ve önemli kişiler, dış mihraklarla işbirliği yaparak Türkiye’yi yeniden büyük bir kaosa sürüklemeye çalışmaktadır.

DAEŞ olsun, PKK örgütü olsun, DHKP-C olsun, Hizbullah olsun, kim olursa olsun, olayları üstlense dahi kesinlikle danışıklı dövüştür ve taşeronluk görevinin üstlenmesidir.

* * *

Olay hiç uzak değildir.

1996 yılında 21 Haziran’ı 22 Haziran’a bağlayan akşam.

Altındağ Dinlenme Tesislerine karşı yapılan saldırı neticesinde 8 masum insan can verdi ve 15 insan da yaralandı.

Ama heyhat!

Olaydan ses seda çıkmadı.

1 ay sonra gerek gayretli, namuslu askerler ile fedakâr ve şerefli polislerin çabaları neticesinde üç terörist yakalandı.

Diyarbakır içinde polisle çatışmaya girildi ve infaz edildilerse de sonradan olayın nereden geldiğini, nasıl oluştuğunu, niye gerçekleştirildiğini, emarelerle, delillerle, karinelerle bariz bir şekilde ortaya çıktı?

Olay kendini ele verdi.

JİTEM ve İl Jandarma Alay Komutanlığı’nca birilerinin nam-ı hesabına PKK militanlarını kiralayarak bu işin gerçekleştirildiği ortaya çıktı.

Fazla zaman geçmeden 28 Şubat olayında Söz Gazetesi ailesine karşı beslenen kin neticesinde, Gazetenin ve Televizyonun Yönetim Kurulu Başkanı durumunda olan aktif iki çocuğumuza karşı sahte, tezgâhlı oyun ve kirli fişlenme neticesinde sözde PKK adına el yazısıyla yazılan belgede “bu çocuklar PKK’ya yardım ve yataklık ettiği” iddia edildi.

Gerek dönemin Diyarbakır 7. Kolordu Komutanı olan Yaşar Büyükanıt ile dönemin DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar, dönemin Jandarma İstihbarat Şube Müdürleri, hatta MİT Bölge Başkanı Cemal Uzgören’in ittifakıyla hazırlanan kirli bir tezgâh, kirli bir fişleme…

Hem de PKK’ya teşmil ederek…

Sözde PKK tarafından yardım aldıklarına dair itiraflı bir kirlenme belgesi ortaya çıkardılar.

Ve böylece geçici bir süreç içerisinde hem çocuklarımızı, hem bizi, hem çalışanlarımızı büyük çapta mağdur ettiler.

Maddi ve manevi acımasızca zarar verdiler.

Ve sonunda 4 Nolu DGM hâkim heyeti tarafından el yazısıyla yazılan bu kirli fişlemenin maskesi düşürüldü.

Gerek Jandarma, gerekse polis kriminal inceleme neticesinde bu fişleme belgesinin “Patates”le ERNK’nın sahte mührü yapılmış ve PKK yapmış gibi gösterilmiş...

Sonuçta bizi mağdur etmeye çalışmışlardır.

Bu kasıtlı, oluşumlu, komplo teorisi hıyaneti, ne yazık ki dönemin resmi sıfatları tarafından ittifakla gerçekleştirilmiştir.

Bunu burada defalarca yazdık, çizdik, şikâyet ettik.

Gerçekler tüm çıplaklığıyla ortada olduğu halde maalesef kimse kılını kıpırdatmadı.

Adalet, üzerinde durmadı.

Olayın dört klasörü hala arşivlerimizde.

Bu hususta Ak Partinin de vebali ağırdır.

O dönemde görevini yapmadığı için suçludur.

Fakat nasıl o komplo teorileri bir ihtilal neticesi idi, 28 Şubat’ın oluşmasına yönelikti.

Korkarım ki IŞİD adını çok kirli kullanarak, İslam’a ve inanan bir kitleye yönelik, hatta iktidarda bulunan Ak Parti’ye yönelik kurulan bir tezgâh olabilir.

***

Bakınız, sevgili okurlar.

Suruç’ta meydana gelen katliamı gerçekleştiren kişi her ne hikmetse Adıyamanlı İslam Çay Ocağı’nda adı Şeyh Abdurrahman Alagöz başroldedir.

Zaten burada da oyunun ne kadar kirli olduğu kendini ele veriyor.

Hem Adıyaman’da İslam çay ocağı ismini taşıması, hem de 20 yaşındaki gencin isminin başında Şeyh Abdurrahman olması.

Kargaları bile güldürür.

Bize göre mühim olan “Dostlar alışverişte görsün”.

PKK bildiri veriyor ve “Polisi intikam adına öldürdük” diyor ise de bize göre o da bir taşeronluktur, bir kirli tezgâhtır.

Evet.

1998’in o kirli fişleme belgelerinin kupürlerini 1. sayfanın sürmanşetinde sizlere sunmak üzere takdim ediyoruz.

Zinhar tavsiyemiz, bu millet artık uyanmalıdır.

Dost kimdir, düşman kimdir öğrenmelidir.

Birbirine düşmemelidir.

Dış mihraklar adına devletin derin bölümünde kurulan kirli tezgâhların sonucudur, diye düşünmemek elde değildir.

En derin saygı ve sevgilerimle.