BATIL VE YANLIŞ BİR SİSTEM?!

Sevgili okurlar.
Gerçekten, nerede ise yüz yıllık bir "vesayet sisteminin" varlığı ülkemizde mevcuttur.
İnanın, Türkiye’den başka hiç değişmişliğe uğramayan bir sistem hiçbir ülkede mevcut değildir.
Bir asırlık Anayasanın mevcudiyeti çok büyük bir sorumluluk taşımaktadır. 
Bu sorumluluk yalnız gelen giden iktidarlara münhasır değildir.
İktidarlar ne kadar sorumluysa, muhalefetler de aynı o kadar sorumludur.
Hiç kimse, sütten çıkmış ak kaşık değildir.
Böyle "eskimiş, yorgun, bir asırlık bir anayasanın" varlığı kendini yeniletemediği gibi hiçbir alanda ülkesini de yeniletemeyecek durumdadır.
Toplumun milli iradesi dışında olan bir siyaset olduğu için, hiçbir alanda ülkeye bir yenilik kazandırmamıştır ve bundan sonra da kazandıramaz.
Kazandırmaya pek niyeti de yok?
Zira hiç unutmayalım ki bu ülke tümüyle bir bütünlük içerisinde olduğu için, dayandığı temel dayanak "Kur’andır ve Kur’anın hükümleridir."
Milli irade demek, milletin inancına, örfüne, adetlerine, tarihine, kültürüne dayalı olan bir milli iradedir…
Ki bu da yalandan ibaret olan bir siyasetle ayakta duramaz.
Ancak onu ayakta tutan temel dayanak noktası; Şura’yı millettir.
Yani şer’i ve İslami bir danışma ve dayanışmaya dayalıdır.
Milletin tarihine, kültürüne, inancına dayanmayan bir siyaset hiçbir zaman yalan söylemekten kendini arındıramaz.
Kendilerini suret-i haktan göstermekten başka hiçbir şey yapmıyorlar.
Gerçek siyasetin mana değeri ve ruhaniyet cevheri İslamiyet’e hadim (hizmetkar) olma gerçeğidir.
İslamiyet’e hizmet etmeyen bir siyaset, hiçbir zaman milletin bütünlük varlığına hizmet edemez.
Kendi siyasetini milletin temel hukuku olan İslam inancına dayandırmayan bir siyasetçi de hiçbir zaman gerçek bir siyasetçi olamaz ve ona siyasetçi demek de boşunadır.
Zira Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri yüz dört sene önce Şam’ın Cami’ül Emevi’sinde Âlem-i İslam’a yönelik bir hutbe irat ederken şöyle diyor;
“Ey kardeşlerim!
İster Arap olsun, ister Türk olsun, ister Fars olsun, ister Kürt olsun.
Sizi İslam dini dışında bir siyasete teşvik etmiyorum.
İslamiyet’e hadim ve kölelik yapmayan bir siyasetten Allah’a sığınıyorum.
Şeytandan nefret ettiğim kadar İslam dışı bir siyasetten de o kadar nefret ediyorum.
Zira İslam dünyası cihazları birbirine bağlı olan bir imalathanenin dişli çarkları gibidir.
Eğer bir dişli diğer dişlilere uyum sağlamayıp, fabrikanın kuruluş teknolojisine aykırı hareket ederse, o fabrika kesinlikle çalışamaz duruma gelir, muattaldir, hantaldır, görev yapamaz, fabrikatörler ise zarar ve hüsran içerisine girerler”
Gerçekten TBMM de bugün milli imalat yapan bir fabrikanın birer dişlileri gibidir.
İster muhalefet olsun, ister iktidar olsun.
Birbirine uyum sağlamadığı müddetçe ve milletin ruhuna uygun hareket etmedikleri müddetçe, milletin tarihini doğru okumadığı müddetçe, o siyaset kişisel ranttan başka bir şey değildir ve gerçekten milli iradeye dayalı siyaset de sayılamaz.
Zira milli iradeye dayalı bir Şura yoktur, dayanışma yoktur.
Ancak dikkat edilirse tüm partiler, ister muhalefet olsun, ister iktidar olsun, birbirlerini karalama dışında projeleri yoktur.
Karalama var, boş bağırmalar var, siyasilerin boğazlarındaki ses telleri tamamıyla yıpranmış durumda.
Ama o kadar ki kendilerini zorluyorlar.
Dikkat edilirse Avrupa Birliği’nin güdümünde oldukları için,  hiçbir siyasetçi İslamiyet’e yönelik, Kur’an hizmetine yönelik millete bir öneri sunamıyor.
Çürümüş, bozulmuş, tefessüh etmiş bir Milli Eğitim Sistemine yönlek hiçbir proje yoktur.
Ancak üstü kapalı içi boş ifadelerle vakit geçiştiren siyasiler var..
Bu memlekete bugüne kadar elle tutulur, gözle görülür bir hizmet veremedikleri için bundan sonra verecekleri de meçhuldur.
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Anadolu’daki nice aileler çocuklarından artık elini ayağını çekmiş durumda.
Anadolu insanları, doğusuyla, batısıyla, türküyle, kürdüyle, her nerede olursa olsun, nerede ise analar babalar, aileler, çocuklarının terbiyesinden elini ayağını çekmiş durumda.
Fakru zaruret içerisinde kıvranıp duranlar, artık ailelerine, çocuklarına hâkim olamıyorlar.
Çünkü ana babanın o çocuklarına vermiş olabileceği bir terbiye unsuru söz konusu değildir.
Milli Eğitimin sözüm ona çağdaş bir eğitim sisteminin çocuklara neyi öğretmişse, çocuğun ruhi derinliklerine o yerleşiyor ve ana sermayesi, yani ahlak sermayesi o oluyor.
Aile fakru zaruret içerisinde kıvranıyorsa, o ailenin çocukları ya terör odaklarına katılıyor veya da evine dönmüyor, gece gündüz uyuşturucudan, ahlaksızlıktan başka yapacağı bir şey yok.
Ancak Sibel Can’lar gidip o fakir aileleri kandırıp, yetişkin kız çocuklarını sanatçı olsun diye ahlak dışı yollara sürüklüyor ve bu nedenle aile dramı yaşanıyor.
Meseleler ciddidir.
Derinliğine inmek lazım.
Fakat bu bugün kü sohbetimizi burada sonlandıralım.
İleriki günlerde aynı konuların temel gerçeklerine dayanarak, tüm detayıyla sizlere sunmaya çalışacağız.
Hayırlı Cumalar.
En derin saygı ve sevgilerimle.