Görüş Bildir

EMPERYALİZM’İN TEFRİKA İLLETİ, BİR FRENK İLLETİDİR!? (II)

Sevgili okurlar.

Bir önceki yazımda da ifade etmeye çalıştığım gibi; "ümmetin ve toplumumuzun bölünüp parçalanması" için, neredeyse yüz elli sene önceki Haçlı emperyalizm ile Siyonist Yahudi dönme unsurlarının gizliden gizliye tefrika girişiminin müteşebbisleri, İslam ümmetinin üzerine çok kirli ittifaklar yapmışlardır.

Dün o kirli ittifak nasıl, Osmanlı İmparatorluğunun başına, özellikle Ulu Hakan Sultan Abdülhamit Han’ın başına nasıl gizli karanlık teşebbüslerle çöktüğü ortada ise, hiç unutmayalım ki günümüzdeki bölücülük ve ırkçılık oluşumlar da aynı o günü yansıtmaktadır.

Burada siz değerli okurlarımıza yönelik sunmak istediklerim tarihi gerçeklerdir.

Bu nedenle, İslam ümmetine haykırarak diyoruz ki;

Ey Ümmet-i Müslime (Müslüman ümmet)!

Yerküresi üzerinde Allah, Peygamber diyen, tevhit kelimesine inanan her kim olursa olsun, “Artık yeter” diyelim, uyanalım.

Özellikle yüz yıldan beri çok derin bir gaflet uykusuna düşmüş bir ümmet olarak, daha ne zamana kadar kendimizi sömürteceğiz?

Daha ne zamana kadar kendimizi ezeli ve ebedi düşmana ezdireceğiz ve yenik düşmeye razı olacağız?

O kirli karanlık ittifak kendi aralarında güçlü bir ittifak oldukları halde, kesinlikle bizi birbirimize düşüren, tevhit ve ittihat gücümüzü zaafa düşüren müteşebbis ve müttefik küfür dünyasına aman dikkat edelim.

O gün Osmanlı İmparatorluğunun hegemonyası altında bulunan İslam ülkeleri, Arabıyla, Acemiyle, Türküyle, Kürdüyle, büyük bir coğrafya üzerinde kurulan bir İslam ümmeti idi…

Ama ne yazık ki Osmanlıya bağlı olan ülkelerin idaresine yine Osmanlı tarafından atanan nice bürokratlar, aydınlar zafiyet içerisinde "büyük bir ihanetlik" tuzağına düştüler…

Şam’a, Filistin’e, Hicaz’a atanan birçok paşalık adını taşıyan devlet bürokratları, nice rütbeliler oldu.

Ki bunların başını çeken Mustafa Kamil ile Muhammed Ali isimli yöneticiler…

1917’lerde Mısır’a giderken, müstevli emperyalist Fransızlarla işbirlikçilik hıyanetine düştüler.

Ve Fransızlar tarafından kurulan bir laiklik ve masonik mahfillere (localara) kaydoldular.

Böylece Osmanlıyı içten vurulma süreci başladı.

Çünkü büyük ihanet içerisinde Osmanlı aleyhine, Osmanlının istihbarı bilgileri Fransızlara satıldı.

Bu kirli ittifakın güç kaynağı da yine Osmanlı içine sızdırılmış komiteci Yahudi dönmelerin ırkçılık siyaseti oldu.

Tıpkı bugünkü gibi.

Irkçılık cahiliyeti taassubuyla, İttihat ve Terakkicilerin işbirliği yaparak, haçlı emperyalist güçleri, Yahudi Siyonist masonik dönmeler ile içimizdeki faşist jön Türkler birbirleriyle dayanışma anlayışı sağlayarak, kocaman Osmanlıyı yok ettiler.

Hiç kuşkusuz ki, Osmanlı devletini yöneten Sultan Abdülhamit Han’ın devleti yönetme şekli, tümüyle İslami gerçeklere dayanıyordu.

İttihatçı hükümetine talimat olarak Sultan Abdülhamit 8 maddeden oluşan bir bildiri sunuyor.

1908 ile 1909 arasındaki süreç içerisinde.

Tabii önceden ırkçılık taassubu içerisine giren ittihatçı hükümet, her ne kadar şeklen Sultan Abdülhamit’in bu 8 madde hakkındaki bildirgesini kabullenerek yürürlüğe sokuyorlar ise de samimi olmadıkları için, önceden kendi dönme patronlarından almış oldukları talimat doğrultusunda hareket ediyorlar.

Nihayet Sultan Abdülhamit’in ileri sürmüş olduğu bu İslami hükümleri hiçe sayarak, büyük meblağ karşılığında sahte ve uyduruk bir fetva çıkarıp, Sultan Abdülhamit’i delilikle itham ediyorlar ve saltanat tahtından alaşağı ediyorlar.

1909 ile 1924 anayasasının tanzimine kadar olup biten ne varsa, beceriksiz İttihat Terakki hükümetinin hain planları içerisinde olmuştur.

İngilizlerin direktifiyle kurulan cumhursuz bir cumhuriyet ve bu cumhuriyetten sonra yine İngilizlerin talimatları doğrultusunda hazırlanan bir darbe anayasası, ülkeyi bugüne kadar büyük olumsuzluklar içerisinde taşımıştır.

* * *

Evet.

Sultan Abdülhamit’in 8 maddelik bildirgesinin başında şu madde geliyor.

Ülke sathında kapsamlı olarak İslam fıkhına dayalı medreselerin açılarak yoğunlaştırılması.

Kadının da açılıp saçılıp sokağa, çarşı pazara düşmesinin yasaklanması.

İkincisi: Avrupa’dan, batı dünyasından ithal edilen yalancı ve gerçek dışı tarih ile batı dünyasının edebiyatının Türk okullarına sokulmaması.

Üçüncüsü: Medreselerin temel unsurlarından birisi de fıkıh, tefsir ve ahlak derslerini programa almak.

Dördüncüsü: Genç bayan öğretmen yetiştirmek için, erkekler ile iç içe değil, bağımsız medreselerde eğitilmesi.

Tüm bu maddeler halinde yazılan şeyleri İttihat Hükümeti uygulamaya koyuyorsa da o günkü yalaka ve dış orijinli, Yahudi kökenli medyaya mensup yazar-çizerler, Sultan Abdülhamit’i akıl ve ilim düşmanı olarak ilan ediyorlar.

Bunları yaparken, bir din adamından da para karşılığı sahte fetva alıyorlar…

Ve böylece Sultan Abdülhamit’i tahttan alaşağı ediyorlar.

Ulu Hakan Sultan Abdülhamit’in 1908–1909 yılları arasındaki getirmiş olduğu yenilikler bir bir yürürlüğe konuluyor.

Ama Osmanlıyı arkadan yıkmak isteyen ırkçı girişim, elbette ki rahat durmadığı gibi her zaman eli tetikte ve ajanlar vasıtasıyla iş başındaydı.

Tıpkı bugünkü bazı siyasi oluşumlarımız gibi…

Dışarıdaki patronlarından tefrika, bölünme, ırkçılık hakkında aldıkları talimatlar ve  "hayata" geçirme halleri.

 

***

Bakınız.

O günkü Osmanlının yaşadığı son dönemde, ittihatçı hükümet tarafından nasıl da devlet mağlup edildi?

Hatırlarsak…

1918–1920 yıllarını…

Sevr Antlaşması imzalandığı dönemde devam eden bir Türk Kurtuluş Savaşı vardı.

Türkler galibiyeti.

Ama bu antlaşmadan hemen sonra 24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması imzalanıp, uygulamaya konuldu.

Ve böylece "Sevr Antlaşması" bir anda geçerliliğini kaybetti.

Bizim bu tarihimiz her ne kadar böyle diyorsa da "Lozan anlaşmasında" hiç de Osmanlı hükümetinin galibiyeti söz konusu değildi.

Bilakis fiilen mağlup olunmuştu.

O mağlubiyet paralelinde zaten Lozan Antlaşması yapılmıştır ki o da mağlubiyet üstü bir mağlubiyetti.

Her ne kadar ona Lozan Zaferi diyorlar ise de bilakis zafer değil hezimet olmuştur.

Başta söylediğim gibi Haçlı ve Siyonist emperyalist patronların oluşturmuş olduğu ajan komitesiyle kocaman bir Osmanlı devleti yok edildi.

Hem de böylesine oyunlar içinde.

Yani hezimetleri zafer olarak göstermek suretiyle bu yapıldı!

Ve o günden günümüze dek "ırkçılık ve bölücülük emperyalist girişimi" kendini idame etmiştir.

Kapımıza dayanmıştır.

Bir türlü de üstesinden gelinemiyor.

Bugünkü bölücülüğe, sosyalizme, ırkçılığa ve Marksizm’e dayalı olan siyasi oluşumların varlığı da kesinlikle o günlerin bir uzantısıdır.

İster Kürt olsun, ister Türk olsun, ister Arap olsun…

O gün hedefleri Sultan Abdülhamit’ti.

Bugün de hedefleri Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Zaten bu işi kurcalayan ve karıştıran gerçek olay da, Arap ırkçılığıdır?

Ki bize kadar uzana gelmiştir.

Bu sohbetimiz devam edecektir.

En derin saygı ve sevgilerimizle.

 


Bu Makale 19421 kere okunmuştur.