EMPERYALİZM’İN TEFRİKA İLLETİ, BİR FRENK İLLETİDİR!?

Evet, sevgili dostlar ve Söz okuyucuları.

Bu köşede sizinle yapmış olduğumuz hasbıhal de hep vurgulamaya çalıştığımız, ülkemizin bütünlüğüne karşı, milli birlik ve beraberliğimize karşı, özellikle coğrafyamıza karşı, gizlice yapılan sinsi tefrika hareketinin, kesinlikle bilmiş olalım ki batı dünyası tarafından içimize 150 seneden buyana atılmış olan bir "Frenk" illetidir.

Hiç kuşkusuz ki, bu oluşum ve hareket ülkeleri yok etmeye yönelik bir plandır.

Milletleri esir düşürme projesidir.

Bölüp, parçalayıp yutma hegemonyasıdır.

Bu itibarla biz inanan bir ümmet olarak, dolayısıyla bir millet olarak Türk’ü olsun, Kürdü olsun, Arap’ı olsun, Acem’i olsun, tarih boyunca en azından bin senelik bir geçmişe dayanarak bakıldığında, varlığımızın nedeni ırkçılık kökünden değil, İslam’a ve Hz. Muhammed (s.a.v)’e intisap etme kahramanlığının kökü ve kökenidir.

Kur’ana sımsıkı bağlılığımız yeter.

Irk değişikliğimiz, dil değişikliğimiz, renk değişikliğimiz, coğrafya değişikliğimiz her ne olursa olsun, hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.

Ancak ve ancak önemli temel dayanağımız, Kabetullah’ın duvarına yerleştirilmiş ziyaretgâhımızdan ibaret olan Hacer-ül Esved taşımız; İslam’dır, Müslümanlıktır, Allah’a imandır ve inançtır.

Bu bizi ve geçmişimizi, aba ecdatlarımızı, mutlu ve müreffeh kıldığı gibi, tarihi kahramanlıklarımızı da tescil defterimize kaydetmiştir.

Bu nedenledir ki tarihi İngiliz Müstemleke Bakanı Gladstone, elindeki Kur’anı göstererek Avam kamarasına şöyle konuşmuştur;

“Arkadaşlar biz Osmanlılara ve tüm İslam dünyasına, aralarında bu kitap var olduğu müddetçe, bu toplum Kur’ana bağlı bulunduğu sürece biz hiçbir topumuzla, tüfeğimizle, silahımızla başa çıkamayız.

Ne yapıp yapıp, bunları içten vurarak, Kur’anla aralarını açmamız gerekir.

Hangi hileyle, hangi desiseyle, hangi tuzakla, her nasıl olursa olsun, illaki İslam dünyasını Kur’andan uzaklaştırmakla mağlup edebiliriz.

Yoksa göstermiş olduğumuz mücadele, çaresizlikten başka bir şey değildir”

Bu Müstemleke Bakanı Gladstone, I. Dünya Savaşı hengâmında bunu söylüyor.

Bu nedenle bu köşede her zaman sizinle paylaşmak istediğimiz gerçekler arasında en önemli ve çarpıcı olan konu; Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin “Mektubat” isimli kitabının 16. Mektubundaki tespitleridir.

Bu tespitleri tekrarlayarak söylemekten kendimi alıkoyamıyorum ve haz duyuyorum.

Çünkü ayet ve hadise dayalı tespitlerdir.

Bu tespitlerden yüz çeviremeyiz, gözümüzü kapatamayız…

Kalbimizi açık tutmamız lazım…

Bu gerçekleri kalbimizin derinine indirgememiz lazım.

Ki gençliğimiz bu şekilde eğitilmeli, siyasilerimiz bu şekilde kendine çekidüzen vermeli.

Aksi takdirde Kur’an gerçeklerini, hadis gerçeklerini, İslam ulemalarının tespitlerini arka plana attığımız zaman, siyasetin bazı megalomanyaklarının milletçe tuzağına düşmekten kendimizi kurtaramayız.

* * *

Bakınız, Üstat Bediüzzaman şöyle diyor;

“Eski zamandan beri menfi milliyet ve unsuriyetperverliğe, Avrupa’nın bir nevi Frenk illeti olduğundan, öldürücü bir zehir nazarıyla bakmışım.

Ve Avrupa o Frenk illetini İslam içine atmış, ta tefrika verilsin, parçalansın, yutmasına hazır olsun diye düşünülür.

O Frenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas eden tüm arkadaşlarım ve yakınlarım biliyorlar.

Madem böyledir, hey hamiyetfroş kendini kurtarıcı ve himayekar göstermeye çalışan efendiler!

Bana karşı yaptığınız her bir hadiseyi, oluşumu bahane tutup bana sıkıntı verme sebebiniz nedir?

Buna bir türlü mana veremiyorum”

***

Evet.

Üstat Bediüzzaman Hazretleri, böyle güzel tespitleri yapmasının temel sebebi; tarihi ittihat terakki cemiyetinin bünyesinde oluşan jön Türklerdir…

Emperyalist Yahudilerdir.

İçimizdeki ve hatta devletin, Osmanlının son dönemlerinde içimize sızdırılmış Emperyalist Yahudi dönme ajanların, Frenk illetinden ibaret olan ırkçılığıdır.

Bu ırkçılık taassubunun uzantısı ittihat terakki hükümetinden uzanarak, cumhuriyetin kuruluşundan sonraki CHP’nin ceberuti, şeflik ve dipçik dönemiyle palazlandı.

Bakınız, Bediüzzaman Hazretlerine isnat ettikleri iftira neydi?

“Kürt olma hasebiyle, Kürtçülük propagandası yapıyorsun” diye iftira ve bühtan isnat ediyorlardı.

***

Bakınız, Fetih suresinin 26. ayetinin meali şöyle;

“Hani inkâr edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah ise, Peygamberine ve inananlara huzur ve güvenini indirmiş ve onların takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) sözünü tutmalarını sağlamıştı. Zaten onlar buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi hakkıyla bilmektedir”

İşte bu ayetin ortasındaki "hamiyet-i cahiliye" kavramı, cahiliye devrinin yüz karası durumunda olan ırkçılık taassubunu dile getirmektedir.

Hangi durumda olursa olsun İslam’a terstir.

İmanın temel hedeflerine aykırıdır ve engeldir.

Bu ırkçılık taassubuyla milleti yolundan saptırıp siyasi oyunlarla hileli tezgâhlar kurarak, oy potansiyeli haline getiren insanlara da oy vermek, kesinlikle inanç dışıdır ve İslam dışıdır…

Hatta hatta inanarak bağlı bulunan bir Müslüman için pişman olup, tecdid-i nikâh (nikâhını yenileme) zorunluluğu dahi söz konusudur.

Bu paralelde, Bediüzzaman Hazretlerinin tespitinden sonra merhum İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un tespitlerine bakalım.

Ersoy şöyle diyor;

“Arabın Türk’e, Laz’ın Çerkez’e yahut Kürt’e

Acem’in Çinli’ye rüçhanı mı varmış nerede?

Müslümanlıkta anasır mı olurmuş ne gezer

Fikr-i kavmiyeti telin ediyor Peygamber

En büyük düşmanıdır ruh-i nebi, tefrikanın

Adı batsın, onu İslam’a sokan kaltabanın”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Mehmet Akif Ersoy’un bu şiirinde; yine kör ırkçılık taassubuna dayalı ittihatçıların uzantısı olan Turancılık zihniyetine karşı bu dizeleri söylemiştir.

Ama ne yazık ki bugün o Turancılık zihniyetini katlayarak, daha fazlasıyla toplumun arasına yayılan, dinsizliğe dayalı Marksist, Leninist bir Ermeni veya Süryani Kürdistan devletinin kuruluşuna dayalı bugünkü bazı siyasi oluşumlar da aynı paralelde hareket etmekte olduğu herkesin malumudur.

Ama yine İmam-ı Rabbani, “Mektubat” isimli kitabında Farsça şöyle bir şiir dile getiriyor;

“Cümle şirani cihan, bestein silsileent

Rube ez hile çısant, in silsilera”

Yani;

“Tüm cihan aslanlarının bağlamış olduğu kopmaz bir demir halkası gibi bir iman varken, tilki hangi hileyle o silsilenin halkasını kırabilir, söküp atabilir?”

Demek anlaşılan budur ki o büyük Üstadın buyurduğu gibi, iman hem nurdur, hem kuvvettir.

Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.

Her Müslüman bu imanla, bu izanla yaşamalıdır.

İster Türk’ü olsun, ister Kürt’ü olsun, ister Acem’i olsun.

En derin saygı ve sevgilerimle.