Görüş Bildir

FİTNE, İFTİRA, YALAN; KARANLIK İNSANLARIN SİLAHIDIR! (II)

Evet, sevgili okurlar.
Dünkü, sohbetimize devam ediyoruz.
Yani dünden devam. 
Hatırlarsanız, dünkü sohbetimizin son satırlarında, şöyle bir ifade kullanmıştım!..
Demiştim ki; 
“Görünen köy kılavuz istemez" misali, son günlerde bakıyoruz ki iktidarla, cemaatler arasında çok büyük fitne unsurları yaşanmaktadır.
Ve halkın yüzde 70’i, 80’i, bu yanlışlardan rahatsızdır”
***
Hakikatten çok büyük bir rahatsızlık söz konusudur.
Halkımız; sosyal olsun, siyasal olsun, bir bütünlük içerisinde yaşayan bir İslam ümmeti olarak, Türkiye’de gelişi güzel meydana gelen bu tur olumsuzluklardan çok rahatsızlık duymaktadır.
Çünkü enva-i şekliyle, fitne üretmektedir.
Başbakan Sayın Davutoğlu’nun da dediği gibi; “Kamu düzeni esastır”
“Kamu düzeni esastır” demekten kasıt, gerek terör odakları tarafından halkın mal varlığına, huzuruna, işyerlerine yapılan saldırılar, maddi zararlar olsun ve gerekse inanan bir toplum arasına sokulan nifak ve manevi bölünme unsurları olsun.
Hepsi, "kamu düzenini" bozan etkenlerdir.
Onun için, Başbakanın “Kamu düzeni esastır demesi'ndeki" gayede gerek sosyal ve gerek siyasal bakımdan, toplumun maddi ve manevi sağlıklı bir düzen içerisinde, endişesiz bir yaşam sağlamasını da kapsamına almalıdır.
Yani olaylar gerek devletin mevcut sistemi cihetinde olsun, gerekse sistemin bünyesinde meydana gelen antidemokratik huzursuzluklar olsun ve gerekse inanan bir kitle, cemaatler içerisine sokulan gizli fitne unsurları bakımından olsun, herkesin buna karşı yekvücut olması şart ve elzemdir.
Aksi takdirde kaygan bir zemin üzerine oturtturulmuş bir bina, her zaman çökme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu gibi, bir İslam ümmetinin de böylesine içine nifak tohumlarının ekilmesiyle kendini hiçbir zaman gizli, kışkırtıcı ajan unsurlardan kurtaramaz.
Böylece o binanın çökmesi de kaçınılmazdır.
Hele hele yönetimlerin, iktidarların, hükümetlerin, otoriteyi elinde gevşek tutarak, bazı çevrelerce kişisel rant, makam, mevki ön plana alınarak, kurtuluşu başkasına iftira, yalan ve yanlış suçlamalar getirirse, o zaman o memleketin geleceğine ümitle bakılamaz.
Toplumun geleceği; karanlık badirelerle karşı karşıya olmaktan kendini kurtaramayacağı gibi, “Toplumun vay haline!” demekten başka bir şey de diyemiyoruz.
Gerçekten, görünen odur ki bu ülke insanını birbiriyle pekiştiren, birlikteliğini koruyan temel unsur, yüce İslam dinidir ve o dinin uygulanması gereken temel ilkeleridir.
Siyasal unsurlar tarafından toplumla tanıştırılmazsa ve toplumu bu temel ilkelerden uzaklaştırmaya neden olan fitne unsurlarına yer verilirse, ülke beklenen uçurumlardan kendini kurtaramaz.
Zira milletimizin ana ilkesi ve temel düsturu yüce İslam ilkeleridir.
Bu ilkelerin başında görünen iki temel gerçeğin de varlığıdır. 
Bunu da yüce İslam Peygamberi (s.a.v) şöyle buyuruyor;
“Ümmetin varlığı iki gerçekle kaimdir.
Birisi hukemalar (devlet otoriteleri), diğeri ise ulema kesimidir.
Bu her iki kesim olgun ve ehli salahat olduğu takdirde, ümmetin tüm kesimleri de onlara tabi olur.
Bu her iki kesimin içinde fesat, bozgunculuk unsurları bulunursa, toplum da aynı şekilde fesat ve bozgunculukla baş başa kalır”
***
Demek ki yüce İslam Peygamberi (s.a.v), bunları çok güzel tespit etmiş ve sezmiştir.
Aslında siyasal olsun, sosyal olsun, dengelerimizi bozan altı tane hastalıkla karşı karşıyayız.
BİRİNCİ HASTALIK: Toplumun içine ümitsizlik hastalığını yerleştirmek ve bireylerin anlayışlarına bunu enjekte etmek.
Hiç kuşkusuz ki her şeyden ümidi kesilen bir toplum, geleceğini kestiremez.
İKİNCİ HASTALIK: İçtimai ve siyasi hayatımızdan, sadakat ve dürüstlüğün yok edilmesi, adeta ölüme gömülmüş bir halin olması. 
Ki toplumun içinde sadakat, dürüstlük yaşanmadığı müddetçe, o toplumun beyni ve kalbi durumunda olan içtimai hayat ile siyasi hayat hiçbir zaman dengeyi koruyamayacağı açıktır.
Zira sadakat ve dürüstlük her şeyin başında gelir.
ÜÇÜNCÜ HASTALIK:  “Adavet” birbirimize düşmek, kin beslemek, düşmanlık unsurunu yaratmak, barış ve güzellikler varken, onu görmezlikten gelip düşmanlığı yaratmak için fitne unsurlarının tohumunu atmak.
DÖRDÜNCÜ HASTALIK: Müminleri birbirine bağlayan nurani rabıtaların karşısında ilmi değil, cehli ve cehaleti uygulamak.
Yani toplumun değişik kesimlerinin ilimle uğraşması gerekirken, cehaletle yatıp kalkması.
BEŞİNCİ HASTALIK: Ki bu en tehlikeli hastalıktır. “İstibdat, tahakküm!”  Siyasi alanda kendi milletine karşı antidemokratik uygulamalarda bulunmak.
ALTINCI HASTALIK: Şahsi menfaatlerin ön planda tutulması, kişisel rant ve çıkarı siyasete yakın çevrelere sağlamak.
***
İşte, toplumumuzu manen çökerten ve hükmen yok etmeye temel unsur olarak görünen bu altı hastalıkla mücadele etmek lazım.
Bunları aramızdan söküp atmadığımız müddetçe kesinlikle bu ülkede devletle, millet arasına barışın gelmesi söz konusu değildir.
Nitekim Bediüzzaman Hazretleri de şöyle buyuruyor;
“Hayat-ı içtimaiyece (toplumsal hayatımızda) inat ve tarafgirlik, gayet muzur ve zararlı olan olgulardır.
Eğer hak namına olsa, haklılara ve hak sahiplerine kurtuluş çaresi olabilir.
Fakat şimdiki gibi… Toplumdaki mevcut haller gibi garazkarane, nefis hesabına olan tarafgirlik, taraf olmak, haksızlara melcedir.
Zalim ve haksızlığı tanımayanlar için bir kurtuluş çaresidir.
Onlar için dayanak noktası olabilir.
Çünkü garazkarane tarafgirlik eden bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam o şeytana dahi ‘Sen benim dostumsun’ diyecek.
Eğer karşı tarafa melek gelse dahi, ona hâşâ bırak melek olmasını, insan olarak bile görmez, onu azarlar, gıybetini yapar ve lanet okur.
İşte toplumsal denge de burada bozulur.
Çünkü her şeyi hakikatlerin üzerine koymak yerine başka zeminlere oturtturur ki o da tehlike olur.
Fakat tarafgirane (taraf tutmak), karşı tarafı ötelemek ve garazkarane Firavunlaşmış nefs-i emare hesabına hodfuroşluk (kendini ön planda tutmak) şöhret perverane (riyakarlık ve makam, mevki) için bir tarzdaki tesadüm-i efkardan, (karşılıklı fikir çarpışmasından) Barika-i hakikat meydana gelmesi gerekirken, tam tersine iki taraf arasına fitne ateşi körüklenir ve topluma dağılır.
Zira maksatta ittifak lazım gelir iken öylelerinin yanlış düşüncelerinin küre-i arzda dahi nokta-i telakisi bulunmaz (yeryüzünde dahi bu yanlış düşünceye yer yoktur).
Allah namına olmadığı için müfritane gider.
Kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir.
Yani bir daha birbiriyle uyuşmama şeklini alır ki bir daha birleşme şeklini alamaz.
Kin ve adavet oldukça, her şeyi alır götürür”
***
Hulasa. Yine Bediüzzaman diyor ki;
“Teessüf edilmesi gereken yer, bir halet-i içtimaiye ve kalb-i İslam’ı ağlatacak müthiş bir hastalık, hayat-ı içtimaiyemizi harici düşmanların zuhur ve tehacümünden (hücum etmelerinden) dolayı dâhili adavetleri (düşmanlıkları) unutup ve bırakmak olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi gerektirir”
Hak davayı göğüsleyen devlet adamları, sabah-akşam demokrasiden, hukuktan, hakkaniyetten dem vuran devlet büyükleri, daima birleştirici, uzlaştırıcı olmaları gerekir.
Eğer uzlaştırma yerine yozlaştırma unsurlarına sebebiyet verenler varsa, onlar hem kendine hem topluma ve hem de ülkeye zarar verirler.
Bu halet-i ruhiyeleri kesinlikle dış ve iç düşman mihraklarının hücumuna zemin hazırlar.
İnanan bir İslam ümmetine bir hıyanet ve ihanetin yaratılmasına neden olunur.
Ki hal-i alem meydanda.
En derin saygı ve sevgilerimle.


Bu Makale 12654 kere okunmuştur.