KAVİMLERİN TARİHSEL SOYKIRIMLARI! (III)

Evet, sevgili okurlar.
“KAVİMLERİN TARİHSEL SOYKIRIMLARI” başlıklı yazımızın üçüncü serisidir.
Siz değerli okurlarımızla paylaşmak istediğimiz ana gerçek şu.
"İnsanlar; insanlık tarihinin geçmişine göz atarak, ibret almadığı müddetçe geleceğini kestiremez.
Kestiremediği gibi cehaletin karanlığına gömülmekten kendini kurtaramaz.
Ve yeryüzünün karanlıkları içerisinde boğulup gitmeye mahkûm olacağı da mukadderdir."
Zira daha önceden de ifade etmeye çalıştığım gibi.
Kavimler, ırklar, milletler, yeryüzüne gelip dağıldığında birbiriyle her daim hâkimiyet yarışına girmişlerdir.
Bu hâkimiyet yarışı hak ile batılın yarışına dönüştürülmüş ve batılı hakka iltibas edip, hakkı da batıla iltibas etme cahiliyeti hep sürdürüle gelinmiştir.
O kavimlere gelen Peygamberler ne kadar uyarıda bulunmuşlarsa da zaman zaman etkili olamamıştır.
Ama genellikle de Peygamberlerle ters düşmüş tağuti düzenlerin hâkimiyeti ön plana alınmış ise de ömrü kısa olmuş ve Allahû Teâlâ gerekeni yapmıştır.
Bu itibarla insanlığın yegâne kurtuluş çaresi tevhit dinine inanmaktır.
Peygamberler silsilesinin her devirde getirmiş olduğu insan temel hak ve özgürlüğüne yönelik hukuk ve hakkaniyetin birer simgesi olmalarına rağmen, bir türlü zalimlerin hegemonyasını engelleyememişlerdir.
İşte bu inanmayanlar da yeryüzündeki köklü soykırımlarla yok olup gitmişlerdir.
Yani kâinat içerisindeki Allah’ın gaybi orduları zamanı gelmiş harekete geçmiş ve o zalimlerin cehalet karanlığının yeryüzüne dağılmaması için hak ettiği şamarı vurmuşlardır.
Allah’ın görünmeyen orduları harekete geçmiş ve onları yeryüzünden temizlemişlerdir.
Bu da gerçek insanlığın geleceği için yapılan ilahi bir uygulamadır.
Yeryüzünde tarih boyu kirlenmenin hegemonyası hep inkârdan ve kendini beğenmişlikten, nice Karunların, Firavunların, Nemrutların hegemonya anlayışı bu yok olmalarına neden olmuştur.
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Türkiye’mizde Genel seçimler yaklaştığında siyaset arenasında konuşan siyasi partilerin liderleri rasgele atıp tutuyorlar.
Bol keseden vaatler…
Hem de ekonomiksel vaatler…
Toplumun gözünü bağlarcasına siyasi nutuklarla, toplumun maddeperest insanlarını ne yazık ki bu vaatlerle kandırabiliyorlar.
Çünkü toplum öylesine dejenere edilmiş ki… 
Yıllardan beri hakaik-i İslamiye’den uzaklaşan bir toplumun basiret gözü, tamamıyla mana âleminden sıyrılmış, maddecilik ruhuna sarılmış durumda.
Böyle olunca da siyaset anlayışları; ister iktidar olsun, ister muhalefet olsun, toplumla o yolda karşılaşırlar ve maddeperestlik galibiyetiyle basireti kapalı olan birçok seçmeni yanlış, yamalak yollara saptırıp kendilerine bağlarlar.
Vaatler o biçim.
Birisi çıkıp diyor ki; 
Asgari ücreti net 1400 Lira yapacağız.
Öbürü çıkıp diyor ki;
1800 Lira yapacağız.
Birileri de 4000 Lira yapacağız diyor.
Bazıları da 5000.
Daha neler neler…
Milletin basiret gözü mana âleminden çevrildiği gibi, hep madde ruhuyla oturup kalkmakla, kendini büyük bir toplumsal boşluğa atmış durumdadır ve inanarak aldanıyor.
Oysaki böylesine bol keseden atan siyasi liderlere sormak gerekmiyor mu?
Peki, kardeşim sen bunca parayı bol keseden vaat ediyorsun da kaynak nereden geliyor?
Bizim milli kaynağımız nedir?
Yatırımlarımız, iş üretip de ekonomiyi güçlendiren hangi yüksek teknolojimiz var?
Yeraltı zengin kaynaklarımız nelerdir ve nasıl işletiyoruz?
Oysaki maden çıkarmak için yerin dibine gidiyorsak, ne yazık ki oradan çıkamıyoruz.
Tekniksel bilgiye sahip olamayan bir ülke, yeraltına ne kadar giderse gitsin, bir daha yukarıya çıkma imkânını yakalayamıyor.
“Çırpındıkça batıyoruz” misali…
Ve nitekim her yıl yüzlerce kurban veriyoruz.
Bu ayrı bir mesele…
Ama gerçek olan budur ki halkı seçim bahanesiyle bol keseden kandırmamak lazım.
Ve kocaman inanmış bir toplumun karşısına çıkıp da yalanlar morfiniyle dolu vaatler vermemek gerekir.
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Gerçekten bize göre bu oluşum bir felakettir.
Toplumsal bir yıkımdır.
Ehliyetsiz kişilerin eline verilmiş konuşma hürriyetidir.
Oysaki yıllardan beri neredeyse cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek “Aynı tas aynı hamam” yani “Aynı anayasa ve aynı yasa”ların değişik versiyonlarıyla yönetilmekte olan ülkemiz, milletimiz, acaba nereden nereye gelmiştir?
Bunca gelen giden Başbakanlar, Cumhurbaşkanları, muhalefet liderleri, tek iktidar veya koalisyon.
Hep aynı teranelerle gelip gitmişler.
Ancak halkın dikkatinden kaçmayan bir şey var.
İktidara gelen partiler, Demirel’den tutun, Turgut Özal’a, Ecevit’e kadar ve bugünkü AK Parti’nin 13 yıllık iktidarına kadar.
Hep başbakanların, cumhurbaşkanlarının aile fotoğrafları öne çıkıyor.
Hemen hemen her dönemde ihale mafyaları ön planda…
Devlet imkânları bazı kesimlere münhasır icra edilip, çok büyük imkânlar sağlanıyor.
Demirel’in dönemi ne ise bugün bin kat daha fazlasıyla aynı biçimlendirme söz konusudur.
Bunun için halk tamamıyla endişelidir.
Bize göre, halk artık denenmiş bir sistemin bir daha denemişliğine aldanmamalıdır.
Zira her şey olduğu gibi yerindedir.
Aynı anayasa, aynı yasalar, aynı uygulamalar, ama değişik versiyonlarla değişik insanların varlığıyla söz konusudur.
* * *
İnanın, sevgili okurlar.
Cihanşümul, dünya devleti olan bir Osmanlının son dönemindeki oluşa gelen entrikalı siyasi oyunlar, malumunuz üzre 1908’lerde başlamıştı.
Hatta daha da geriye gidersek, 1839’lara dayanır.
Değişik, kutsal kavramlar kullanılmış. 
İslam dininin tarihi yüceliği ön plana alınmış.
Ama alınan insanlar meğerki zerre kadar o İslam’ın yüceliğinden nasibini almamış siyasiler olmuştur.
Tanzimat Fermanını ön plana alan kimlikler ne yazık ki hep mason çıkmışlardır.
Başta cüce Reşit Paşa olmak üzere hep mason çıkmışlar.
Batılılaşma adı altında İslam’ın ana hükümlerini gizliden gizliye çıkarmışlar.
Batı dünyasının kozmopolit, karışık, bulanıklarla dolu yasalarını ithal etmişler.
Ta ki 1908’lere gelinceye kadar…
Sultan Abdülhamit’i tahttan indirebilmek için, değişik entrikalı oyunlarla, başta Bediüzzaman Hazretleri olmak üzere nice büyük ulemaları kandırabilmişler, aldatabilmişler. 
Padişah’ın tek görüşünü ortadan kaldırmak için “Şura” yani danışma meclisine dayalı meşrutiyet sistemini getirmeye çalışmışlar.
Meşrutiyet olunca rey-i vahit denilen tek kişinin kararından vazgeçip, milletin tümünü temsil eden “Şura” heyetinin oluşmasına halkı teşvik etmişler.
Ve böylece şeriat ve İslam adına 1908’de II. Meşrutiyet kurulmuştur.
Meşrutiyetin başlangıcında meşrutiyeti desteklemek üzere Bediüzzaman Hazretleri Diyor ki;
 “Ey hamiyet perver insanlar!
Anlayınız.
Kürt milleti ve ona benzer Osmanlıya bağlı diğer etnik gruplar fikren meşrutiyetperver olmuş ve olmaya devam eder.
Lakin bazı memurların fiilen meşrutiyetperver olması, müşküldür (zordur).
Hâlbuki akılları gözlerinde olan avam tabakasına ders veren fiildir (eylemdir).
Şuna buna bakmamak gerekir, icraata bakılmalıdır.
Şimdi suale ve cevaba başlıyorum”
Üstat Hazretleri Kürt aşiretlerinin sorularına karşı verdiği bazı cevapları burada özetlerken, “Münazarat” isimli sorulu cevaplı kitabının önemli bazı bölümlerini önümüzdeki günlerde aynı başlık altında yazı serimiz devam edecektir.
Kürt aşiretlerinin bazı reisleri Bediüzzaman’a soruyorlar;
“Ey Seyda siz İstanbul’a gittiniz.
Bu inkılab-ı azimi gördünüz. (Meşrutiyetin meşrulaşmasına inkılab-ı azim, büyük inkılâp deniliyordu).
Mühim işler içine girdiniz.
Bize ne getirdiniz?”
Bediüzzaman Hazretleri cevaben diyor ki;
“Size müjde getirdim”
— O müjde nedir?
— Ne demek yani? 
— Bu sizin dediğiniz müjde meşrutiyet müjdesi ise bazıları diyorlar ki Kürtler için bu iyilik değil, fenalıktır, siz ne diyorsunuz?”
Bediüzzaman cevaben diyor ki;
“Bunu diyenler aydınlıktan, güneşten huylanan yarasalar gibidir.
Nitekim Nur’dan zarar gelmez.
Meşrutiyet bir şeriat nurudur, ondan zarar gelmez.
Gelse gelse ancak bu güzel şeyi inkâr eden yarasa tipi insanlardan gelir.
Oysaki aydınlıktan, güneş nurundan hiçbir zaman zarar gelmez, murdar şeyler hariç.
Zira güneş o murdar şeylere vurdukça onları kokuşturur.
Size tüm kuvvetimle bunu söyleyebilirim ki Kürdistan’a değil, belki âleme, tüm dünyaya işitecek tarzda bağırarak müjde veriyorum.
O müjde şudur ki;
Umum İslam’ın, özellikle Osmanlı devletinin, özellikle içinde bulunan Kürtlerin gelecek mutluluğu, doğabilecek fecri sadık-ı başid dağının başında görüyorum.
Kimse sizi yanıltmasın.
Zira şeytanın arkadaşları çoktur.
Şeytanlar daima provokasyon yapıp toplumları yanıltıyorlar”
Bugünkü sohbetimizi burada kesiyor ve hepinize sağlık ve sıhhat dileğiyle, sevgi ve muhabbetlerimizi sunuyoruz.
Bundan sonraki gelecek sohbetlerimizde daha detaylı, çok önemli konulara değineceğiz.
Bugünkü siyaset arenasında konuşan siyasilerimizin gerçek yüzlerini burada deşifre etmeye devam edeceğiz.
Kim aslandır, kim tilkidir veya çakaldır?
Bütün gerçekleriyle bilimsel ve tarihsel olarak her şeyi ortaya dökeceğiz.
Yorumunu da sizlere bırakacağız.
En derin saygı ve sevgilerimle...