Görüş Bildir

MÜSLÜMANLIK MI, İSLAMCILIK MI?

Evet, sevgili okurlar.
Bilindiği gibi İsrail’in tasarladığı “Büyük Ortadoğu” projesi neredeyse itilafçı ve ittifakçı devletlerin himayesi altında her gün biraz daha gerçekleştirilmeye doğru ilerliyor gibi geliyor bize.
İsrail’in beklentisi ve tarihi en büyük dedelerinden kalma proje “Büyük Ortadoğu” projesidir… Ki İsrail’in beklediği “arz-ı mev’ut” (Vaat edilmiş toprak) sahibi olmaktır.
Evet.
Fırat ile Dicle arası.
İşte tüm bu bayat, kirli bir gizli pazarlamayla Suriye’deki yüz binlerce insanın katledilmesi, milyonlarca insanın mekanından tehcir edilmesi, hepsi bu projenin hatırına binaen yapılıyor.
Amerika’nın, BM’nin, hatta tüm haçlı anlayışların ittifakla üzerinde durdukları ana strateji bu kirli projenin gerçekleştirilmesidir.
Hedefleri şu terör örgütü veya bu terör örgütü değildir, ki bunlar bahanedir.
Asıl olan temel gaye ve amaç, İslam dünyasının kökten çökertilmesi ve insanları kendi hedeflerine pazarlamaktır.
Bu projelerin gerçekleştirilebilmesi, yalnız bugüne münhasır değil. 
Asırlara dayanmaktadır.
150 senelik bir proje...
Yıllardan beri hazırladıkları plan ve proje doğrultusunda uykuda olan örgütleri uyandırmışlar, el altından destek vermişler. 
Her ne kadar dünya kamuoyunda kendilerini demokratik sayarak, zaman zaman “Tavşana kaç, tazıya tut” misali bazı örgütlere karşı ABD çıkıp horozlanıyorsa da tümüyle aldatmacadır.
Yalandır, iki yüzlü davranmadır.
Türkiye’de PKK, DHKP-C veya İran yanlısı Hizbullah..
Ki benzer örgütlerin oluşturulması ve birbiriyle çatıştırılması ve onların himayelerinde oluşulan bir cumhuriyet rejimi güçlü olduğu müddetçe, bu örgütlere zaten ihtiyaçları yoktur, onlar pusuda yatıyorlar.
Ama ne vakit ki devlet zayıf düştüğü zaman bu örgütleri, hangi örgüt güçlüyse onu harekete geçiriyor, bütün imkânları veriyor ve diğer örgütleri de karşıt düşman olarak gösteriyor.
***
Bakınız, dünkü Zaman Gazetesinin yorum 24. sayfasında şöyle deniliyor;
“Devlet zaafa düştüğünde nerede birikmiş enerji varsa o enerjiyi taşıyanların önde gelenlerine göz kırpar.
Gücünü ve hazinelerini ucundan gösterir.
Güçsüz sahibi olanlar koşa koşa giderler.
Ona taze kan ve can katar, eski İslamcıların yaptığı bu oldu."
Bu itibarla Ali Bulaç şöyle devam ediyor;
“İslami camia içinde devletin eleman kullanması kadim teamüllerdendir.
Sadece İslamcılar veya dini gruplar içinde değil, her siyasi hareketin içinde bu türden eleman var.
Sol sosyalizm, milliyetçi sağcı liberal, mezhep endeksli hareketlerde devlet eleman bulundurur.
Devlete karşı silahlı örgütler de buna dahil…
2012’de patlak veren MİT’in KCK içindeki yapılanma meselesi hala aydınlanmış değil.
Uğur Mumcu’nun katline yol açan hakiki sebep dini hamiyet değil.
Devletin PKK ile olan kirli ilişkisini tespit edip deşifre etmeye hazırlanmasıydı”
* * *
Evet, gerçekten Sayın Bulaç’ın bu sözlerine katılmamak mümkün değil.
Faili meçhul cinayetler bu ülkede kesinlikle geçmişe yönelik 28 Şubat’taki cuntanın JİTEM ve MİT elemanları tarafından gerçekleştirilmiştir.
Kimsenin kuşkusu olmasın.
Zaman zaman PKK’yı da, DHKP-C’yi de, İran yanlısı Hizbullah’ı da birbirine çatıştırırken, kendisini de yani devleti de suret-i haktan göstermiştir.
Bu muvaffakiyet, bu başarı(!) tamamıyla dış orjinli birer fitne kaynaklarıdır.
Bu planı, projeyi yaparken de kesinlikle İslamcı geçinen grup ve cemaatlerin içine gerçek manada Müslümanları değil, İslamcı, şekilci, basmakalıp, bukalemun, başta Selanik dönmeleri olmak üzere bu bölgemizde de nice İslamcı geçinip devşirme dönmeleri kullanmışlardır.
Ama İslamcı görüntü verdirerek…
Ve hala da bu işlem devam etmektedir.
Kirli sakalından tutun da, cemaatçi geçinen pozisyonlarına kadar.
Ama tam irdelendiğinde ortaya çıkıyor ki insan kılığında kendini göstermiş, İslam ve adaletin külahını giymiş birer münafık tipli eşkıya ruhludurlar.
İşte bunlar; zehri çok keskin birer yılan ve akrep durumundadırlar..
Oysaki evliya kılığında görünüyorlar.
Ama tümüyle mevcut demokratik, cumhuriyetçi sistemin himayesi altında bunları yapmaktadırlar ve barınmaktadırlar.
Özellikle o İslamcı münafıkları genellikle muhafazakâr Müslüman partilerin bünyelerine daha rahat sızdırılıyorlar.
Bu kesinlikle MİT’in ve askeri vesayetin göz kırpmasıyla oluyor.
Adı her ne kadar demokratik parlamenter sistemi ise de tamamıyla laftan ve kavramdan ibarettir.
Gerçek bir demokrat bu alanda yer almaz. Şer yapıların da, maşası olmaz.
Çünkü rejim, sistem, hiçbir zaman demokratik bir sistem değildir.
Tıpkı 1908’lerdeki ittihat ve terakkiperverlerin Sultan Abdülhamit’i kandırarak kurdukları Meşrutiyet gibi…
O meşrutiyetin tümü İslamcı bir kesimin eline geçmişti, ama şekliydi.
Mutlak bir istibdat gerçekleştirildi.
Böylece bir devlet yıkıldı.
Hilafet-i İslamiye yok olup gitti.
* * *
O gün güçlü bir devlet bu hale düşünce, bugün pamuk ipliğiyle birbirine bağlı olan İslam dünyasının insanları…
Gerek Suriye’de gerek Irak’ta, gerek Mısır’da gerek Türkiye’de, nerede olursa olsun.
Şu bir gerçektir; demokrasi şekilciliktir ve aldatmacadan ibarettir.
Halbuki tam tersine istibdat denilen zulüm ve tahakkümden ibaret yönetimlerle halk karşı karşıyadırlar.
Bediüzzaman Hazretleri “Münazarat” isimli kitabında şöyle diyor;
“İstibdat tahakkümdür, zorbalıktır, ceberutidir, demokrasi yoktur.
Muamele-i keyfiyedir.
Kanuna değil, kuvvete isnat ile çalışan cebri rejimlerdir.
Rey-i vahit’tir, şura (istişare) değil, bir kişinin ağzından çıkan kelime geçerlidir.
Suiistimale (kötü kullanımlara) gayet müsait bir zemindedir.
Oysaki demokrasi değil, zulmün temelidir.
İnsaniyetin mahisidir (insanı yok eder).
Sefalet derelerinin Esfelis-Safilinine insanı tekerlendirir.
Ve âlem-i İslam’ı zillet ve rezalete düşürür.
Ağraz (garez) ve husumeti uyandıran ve İslamiyet’i zehirlendiren, hatta her şeye sirayet ile zehrini atan o derece ihtilafatı (anlaşmazlıkları) beynel-minel İslama ika ediyor.
İslam dünyası arasında vuku bulunduruyor”
Ama ne yollarla?
Mezhepçilik, coğrafyacılık, ırkçılık gibi çok değişik yöntemleri ön planda tutmakla toplumun arasına fitne saçan nice nice tefrika unsurlarını yaratıyorlar.
İşte istibdadın neticesi budur..
Bu itibarla o güne münhasır bazı Kürt aşiretlerinin suallerine karşı Bediüzzaman şöyle diyor;
“İstibdadın bu derecede bir sem’mi katil (öldürücü bir zehir) olduğunu bilmezdik!
Allah’a hamd u senalar olsun ki o da parçalandı.
Onu esasıyla tedavi edecek olan tiryak-i meşrutiyeti (Meşrutiyet ilaçlarıyla) biz tedavi ederiz”
En derin saygı ve sevgilerimle. 
Hayırlı cumalar…
 


Bu Makale 18701 kere okunmuştur.