TÜRKİYE’DE OLUP BİTENLERİN GERÇEK YÜZÜ?!! (V)

Evet, sevgili okurlar.
“Türkiye’de olup bitenlerin gerçek yüzü” yazı serimiz devam ediyor.
Bilindiği üzere ülkemizde olup bitenler sonuç itibariyle hiç de iç açıcı değildir.
Ülkenin değişik coğrafyalarında, özellikle Güneydoğu’da birçok insan neredeyse her şeyini bırakmış, kendini politikaya, siyasete adamış durumda.
Oysaki siyaset; ranta ve çıkara yönelik değil, gerçek manada bir illiyet bağı olarak görünüp, halkı birbirine iman ve kardeş bağıyla sevdirip saygı ve dostluk bağını pekiştirip, dava uğruna toplumsal bir güç haline getirme biçimi olması gerekiyor.
Eğer politik oyunlarla bir kazanç ve rant tuzağı olarak kullanıp da halkı aldatarak o tuzaklara düşüren bir siyaset, hiçbir zaman siyaset olamaz. 
Olsa olsa yeni bir haydutlaşma şekli olur.
Tıpkı, Afrika yamyamları gibi birbirini yeme olur.
***
Zira bugünkü İslam dünyası, yanlış politika ve politikacının yüzünden böylesine alçalış derekesine düşürülmüş durumda.
Aslında gerçek manada siyaset, toplumsal birlikteliği sağlamaktır.
Çünkü siyaset, toplumu birbirine bağlayan illiyet bağı olan iman ve ahlak nokta-i nazarında olmuş olsaydı, Kur’anın tezgâhından geçen her bir siyasetçi o ülke insanına mutlaka yararlı olacaktı ve başta Türkiye olmak üzere tüm İslam dünyasını kalkındıracaktı.
Ama ne yazık ki bugün o iman ve inanç illiyet bağı yerine sirkat bağı vardır.
“Nasıl çalayım, nasıl vurayım, nasıl rant temin edeyim? Kısa bir süreç içerisinde haksız yere nasıl zengin olayım?” planlarıyla yola çıkan bir siyaset, toplumun namus, şeref ve haysiyetiyle oynamaktan başka bir şey yapmıyor.
Ve o alanda da şerefli ve büyük insan seviyesine yükselen bireyleri de arayıp bulamayız.
Zaman gösterdi ki bugünkü Türkiye’miz ve dolayısıyla tüm İslam dünyası yanlış ve güdümlü bir siyasetle yönetiliyor…
İşte bu siyaset de tamamıyla “Hizmet aşkı” parolasıyla milleti kandırıp bir yerlere kendini getirenler iş bitirdikten sonra bırakın “Hizmet aşkı” parolasını, parola tam tersine dönüşüyor ve sirkat aşkı ortaya çıkıyor.
Yani “hırsızlık aşkı”, “rant aşkı”.
Durum böyle olunca da, haliyle halk arasındaki o birlik inancı tamamıyla zedeleniyor ve halk kendini sorgulamaya başlıyor;
“Eyvah biz ne yaptık, biz nasıl insanlara oyumuzu verdik, TBMM’ne gönderdik, oysaki bir muhafazakârlık bağımız vardı, inanç bağımız vardı, kardeşlik bağımız vardı, hizmet aşkı vardı”
Tüm bunlar bakıyorsun ki ranta dönüştürülmüş.
Ve dünkü TBMM’nde görülen gensoru manzarası da her şeyi bize okutan kanıtlayıcı birer delil gibiydi.
Düşünün, iktidar partisinin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı hakkında verilen gensoru önergeleri serisi.
CHP'den, MHP'den ve HDP'den.
Peş peşe gensorular.
İktidar parti sayı itibariyle fazla olduğu için elbette ki gensorular reddediliyor.
Sayın Bakan Mehdi Eker’in kişisel olarak şahsiyetine bir diyeceğimiz yok.
Amma velâkin içine düşmüş olduğu badire hiç de iç açıcı değildir.
Çevresi ve Bakanlığı, nerede ise bir köyden tut ilçesine kadar, iline kadar ve Bakanlık makamına kadar, mevcut olan kadroların kaçta kaçı töhmetsiz ve şaibeden uzak olabilir ki?
Biz her ne kadar iki üç günden beri Diyarbakır Söz Gazetesi olarak halkı aydınlatmaya çalışıyor isek de anlattıklarımız “Deveden kulak bile değil..”.
Oysaki halkla bu parti arasındaki illiyet bağı muhafazakârlıktır, kardeşliktir, inanç güvencesidir ve güvenilir insanların varlığıdır.
Sirkat ve şaibeler bağı değildir.
Ama zaman gösterdi ki işler tam tersine döndü.
Ne yazık ki artık bu iktidar partisinin külliyen olmasa bile bazı yanlışlıkları ayyuka çıkmış ve o illiyet bağı tamamıyla zedelenmiş, iman ve muhafazakârlıktan ibaret olan bir illiyet bağı gittikçe zayıflamaktadır ve kopmak üzeredir.
Neden mi?
Zira hâli âlem meydandadır.
Bu parti “muhafazakârlık, dindarlık, sağlamlık” adı altında yola çıkarken, halkını çok büyük mezalimle karşı karşıya bırakmış durumda.
İnanıyoruz ki bu işlerden parti kurucularından olan bugünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın haberi yoktur.
Başbakan Davutoğlu’nun da haberi yoktur.
Amma haberleri olmaması da mümkün gibi gözükmüyor.
Çünkü halkın sesi neredeyse arşı alaya kadar uzanmış durumda.
Oysa halkın AK Parti iktidarından beklediği; ırk bağı değil, coğrafya bağı değil, kabile bağı değil, dil ve renk bağı değil, bir İslam ve muhafazakârlık kardeşliğiyle yola çıkmış ve halk oylarını bundan dolayı vermiştir.
Ama bir de bakıyorsun ki koskocaman 1400 sene evvel Ortaçağ döneminin cahiliye karanlığının üstün zirvelere tırmandığı Arap Yarımadasında; ranta, şahsi çıkara veyahut geleceğe dayalı hiçbir menfaat düşünülmeden, Hz. Muhammed (s.a.v)’in etrafını saranlardan nice kahramanlar oluşuyor.
Bu kahramanların çoğu da Arap değil.
Tüm varlıklarını bir kenara bırakıp, canını bir dava uğruna ortaya koyup Hz. Muhammed (s.a.v)’in etrafında birleşiyorlar.
İşte o kahraman kişilerden, Habeşistan çöllerinden gelen siyahî köle Bilali Habeşi, Suheyb-i Rumi, Selman-ı Farısi gibi isimler.
Üç ayrı ırktan, üç ayrı dilden, üç ayrı renkten ve üç ayrı coğrafyadan gelip Mekke’de Hz. Muhammed (s.a.v)’in etrafını sararak Arap Kureyşleriyle iç içe girip, iman nokta-i nazarında, sevgi bağlarını geliştirdiler.
Hiç kuşkusuz ki, onlar için sevgi bağı sadece imandır ve dava uğruna fedakârlıktır.
Ve böylece her gün biraz daha kafile kafile o anlayış paralelinde İslam’a giren insanlar, oldukça çoğalmakta olup her gün tevhit inancı uğruna imanlarını pekiştirerek, o yüce davayı dünyaya tanıtmışlardır.
Dosta düşmana da ibret dersi vermişlerdir.
1436 seneden bugüne dek halk o inanç paralelinde hareket etmiştir.
Ne yazık ki, siyaset dünyası günümüzde, "eksen" değiştirmiştir.
İnanan toplumun oyuyla bir yerlere gelenler “Hizmet aşkı” uğruna halkı inandırma cihetinde olması gerekirken, ne yazık ki tam tersine gün gittikçe her gün biraz daha içler acısı olarak her şey ters yüz ediliyor.
Her şey adeta bir cahiliye devrine dönüştürülüyor.
Bırakın “Hizmet aşkını” “Sirkat ve hezimet aşkı” söz konusu oluyor.
* * *
Bu itibarla Üstat Bediüzzaman Hazretleri 100 sene evvel Kürt aşiretleriyle konuşurken, toplumları insanlık değerinden çıkarıp, hayvanlaştırma biçimine sokan siyasetin hile ve tuzaklarının, netice itibariyle o toplumların yok olmasına neden olduğuna dikkat çekiyor.
Bakın şöyle diyor Üstat;
“Toplumda bir yere gelmiş büyük bir insan, kendi halkına istibdat (zulüm) ile zorbalığa, hileye, tuzağa, riyakârlığa dayandırarak, kendi insanlarını kendilerine bağlamak üzere adeta köleleştirme cihetine götürüyorsa, bu demek ki o toplumu insanlık seviyesinden düşürüp hayvanlaşma ve haydutlaşma seviyesine indirmektir.
Bu nedenle oldukça kendi menfaatini, rantını düşünen böylesine insan, toplumun neşesini, şevkini, aşkını kırar ve toplumu etrafından eninde sonunda uzaklaştırmaya neden olur.
Bir başarı olursa yalnız kendine mal edip, çalışan topluma hiçbir hisse vermeyen kibirlenmiş, müstebit şahsiyetler, hiçbir zaman o topluma zarar getirmekten başka bir şey vermezler.
Ama tam tersine toplumun içinden çıkan yetkili ve etkili bazı insanlar da dostluk, muhabbet, inanç kardeşliği ve düşünce hürriyeti inancıyla yola çıkıp da halkı birer kardeş, yardımcı ve dost olarak gördüğü zaman o toplumun kalbinde taht kurar… 
Demek anlaşılan budur ki kılıcını (silahını) güçlü olarak gösterip de halkı korkutmak yerine, aklını kullansa, halkın paralelinde inancını tanıtsa o insan hiçbir zaman zeval bulamaz, hem de davasıyla beraber yücelir, yükselir.
Ama unutmayalım ki müstebit, zalim bir kurt, her zaman o zulmünden, istibdadından zevk alarak, biçare güçsüz koyunların arasına girip onları parça parça etmekten zevk alır.
Ne yazık ki günümüzdeki siyaset anlayışı da buna benziyor.
Allah encamımızı hayreyleye.
En derin saygı ve sevgilerimle.