YENİ TÜRKİYE SÖZLEŞMESİNDEKİ YENİ ANAYASA!? (II)

Evet, sevgili okurlar.
Bu köşemizde her zaman olduğu gibi bugün de sohbetimize devam etmekle beraber…
Gerek ülkemizin tümünde olsun, gerekse ülkenin diğer önemli bazı yörelerinde olsun…
Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu coğrafyasında yıllardan beri olup bitenler…
Günümüze dek ve diyebiliriz ki daha ilerilere doğru kesintisiz olarak olup bitenler herkesin malumudur.
Siyaset alanında verilen parlak nutuklar, berrak makyajlar bu ülke insanına bir türlü "sadra şifa" verebilecek bir durum oluşturmamıştır.
Gelecek için de görünmüyor.
Kısacası; manzara net bir görüntü vermiyor.
***
Cuma günkü köşemizde “YENİ TÜRKİYE SÖZLEŞMESİNDEKİ YENİ ANAYASA” başlığı ile sizinle paylaşmak istediğimiz günümüzdeki olup bitenleri az da olsa, kıssadan hisse birçok önemli başlıklarla irdelemiştik.
Düşünün.
Bir ülke yekvücut olarak yani yüzde 99’u Müslüman olma nispetinde ise…
Çağdaş demokratik ve hukukun üstünlüğüne inanma ilkeleriyle kendini tanıtmaya çalışan politika ve siyaset bezirgânları…
Özellikle iktidar partisi…
100 maddelik “Yeni Türkiye Sözleşmesi” diyerek seçim propagandası yapmak için yola çıkarken, din sözcüğünün seçimlerden hemen sonra yapılmasını taahhüt ettiği "Yeni Anayasanın" metininde yer vermeyeceğini söylüyor.
Sayın Başbakan da o metinleri okurken, vurgulayarak; "Ne din ve ne de dil, anayasaya konulmayacak" diyor.
Gerek açıkça gerek işaret yoluyla bunu ima ediyor.
Oysaki on üç seneden beri iktidarda bulunan AK Parti bugüne kadar kendini böyle bir pozisyonda göstermemişti.
Muhafazakârlık, din ve inanç özgürlüğü, düşünce ve konuşma özgürlüğü, Avrupa insan temel hak ve özgürlüğüne dayalı “Evrensel Beyannamesi”ne göre hareketle yola çıkmayı hep taahhüt ediyordu
Nitekim görünen de odur ki… 
Eğer bu millet, 1950’lerden günümüze dek ana muhalefet partisi olan CHP’yi iktidara getirmemişse, CHP’nin tarihi din kavramına önem vermeme anlayışına sahip olup din hususunda sabıkalı olarak halkın karşısında kendisini gösterdiği için, halk her seçimde bu partiyi iktidara getirmeme düşüncesiyle cezalandırmıştır.
Ve inanıyoruz ki bu tarzda daha nice partileri bu şekilde cezalandırmak düşüncesindedir.
Gerek iktidar partisi olsun, gerek muhalefet olsun…
Herşeyden önce çoğulcu demokratik parlamenter sistemine dayalı olma hasebiyle milli irade anlayışına saygılı olması lazım.
Ve saygıdan ötesi büyük önemle uygulamalıdır.
Eğer milli irade uygulanmıyorsa, o ülkeyi yöneten insanların aldığı oyların hakkını vermeme yanlışı içerisinde olduğu bilinmelidir.
Bu millet, tarih boyu aba ecdatlarıyla, geçmişteki cihangir kahraman ordularının kahraman askerleriyle, fütuhat üstüne fütuhat yaparak, Allahû Ekber nidalarıyla Viyana kıyılarına kadar at koşturmuşlardır.
Ne vakit ki İngiliz politikalarının direktifleri altında bu ülkeyi dininden, Kur’anından, kültüründen, tarihinden uzaklaştırma teşebbüsüne girmişse…
O millet mutlak ve toplumsal bir cehalet girdabına girmiştir.
Ve artık kendini bir türlü kurtaramayacak kadar bunalmıştır.
Ne yaptığının farkında değil.
Bu da milletten değil, milleti sefil, bilgisiz, cahil olarak görmek suretiyle yola çıkan bir siyasetin, bir politikanın yanlış bir hareketi olduğundan kimsenin kuşkusu olmasın.
Vesayetçi İngiliz politikalarının direktifleriyle 1923’te arkasında cumhurun bulunmadığı bir cumhuriyetin kuruluşu ardında kurulan bir devlet otoritesi insan temel hak ve özgürlüğünden fersah fersah uzak olan 1924 anayasasıyla bu millet yönetile gelmiştir.
Ve insanlar oldukça dininden, imanından, kitabından, medreselerinden, zaviyelerinden, ezanlarından uzaklaştırılmaya çalışılmıştır.
Sözde atiyi berrak göstermek maksadıyla geçmişi karanlık olarak göstererek yola çıkan cumhuriyetçiler ekibi…
Her gün biraz daha ülkeyi; kavgaya, kargaşaya, terör çukurlarına doğru iterek, bu ülkeyi bugünkü duruma sokmuşlardır.
Hani bir atasözü var “Görünen köy kılavuz istemez” misaliyle yola çıkarsak…
* * *
18 Mart 2015 günü yani iki gün önce Diyarbakır’da yapılan Âlimler ve Medreseler Birliğince (İTTİHAD) düzenlenen toplantıda dile getirilen ifadeler büyüleyiciydi.
Mesela başlık olarak şöyle konuşulmuştu;
“TOPLUMSAL CEHALETİ ARTIK ÂLİMLER YIKACAKTIR”
“Türkiye, Suriye, İran ve Irak Kürdistan’ındaki Âlimler, Diyarbakır’da buluştu. Âlimler ve medreselerin ümmet birlikteliğine olan katkıları çalıştayda dile getirilirken, sonuç bildirgesinde İslam dışı akımlara karşı Âlimlerin birlik olmaları istendi”
Evet.
Bu sesleniş.
Bu haykırış.
Dün Diyarbakır’ın Nevruz alanına da taşındı.
Bütün dünyaya bir ders-i ibret olarak büyük bir potansiyel oluştu.
İki gün boyunca tüm dünyaya parmak ısırtacak kadar Diyarbakır’da toplanan insanların, özellikle Müslümanların seslenişi herkese bir ders-i ibret olmuştur.
Peygamber Sevdalıları adı altında seslenen yüz binlerce insan potansiyelinden meydana gelen bu topluluk bize göre yeni demokratik bir diriliştir.
İnanan bir toplumun meşru zeminlerde bir hak arayışıdır.
Bir şahlanıştır.
Bir diriliştir.
Bir uyanıştır.
Ve bir uyarıdır.
Halk; 
Doğusuyla batısıyla, Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Acem’iyle, Suriyelisiyle, Mısırlısıyla, İranlısıyla, Iraklısıyla…
Herkes ama herkes Osmanlı mirasına sahip çıkarak yepyeni bir versiyonla yola çıkıyor.
Bu ümmet artık makyajlı siyasete inanmıyor.
Berrak ama tümüyle içi boş politik kavramlara paydos diyor.
Uygulamaya konulmadan afakî, yalan dolandan ibaret, berrak politik balonları artık söndürmeye niyetlidir.
Nitekim.
Bu haykırış.
Bu sesleniş.
Bu direniş ve diriliş…
Dayanaksız, havada kalmış bir görüntü değil.
Yeniden bir Osmanlı İslam Medeniyetinin adresidir.
* * *
Bakınız,  sevgili okurlar.
Cuma günü aynı köşede son dönemin Şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi’nin bazı vecizelerine değinmiştim.
Bugün yine aynı o kişiden bir iki kelime daha sizinle paylaşmak istiyorum.
Mustafa Sabri Efendi şöyle diyor;
“İslam coğrafyasında İslam Âlimlerini siyasetten uzaklaştırmak isteyenler.
Gerek fiilen işbaşındaki siyasetçiler olsun…
Ve gerek onların yandaşları olsun…
Uygulamadaki siyaseti din Âlimlerine reva görmüyorlar.
Yani gerçek manada büyük mütefekkir ulema kesimlerinin devlet içinde varlığını istemiyorlar.
Hem de kurnazca.
Yani siz orda durun...
Zira siz kutsalsınız….
"Siyaset yalandır, kirlenmedir, siz ona bulaşmayın' edebiyatıyla…
Sözüm ona birilerini kandırarak gününü gün ediyor.
Böylece İslam’ın ana çizgisi olan, yani olmazsa olmazı olan emr-i maruf, nehy-i münkeri ortadan kaldırarak, demokrasi adı altında tüm pislikleri meşru kılmak anlayışıyla din ulemalarını siyasetten uzaklaştırma kurnazlığına girişilmiştir”
Oysaki din ulemaları daima bu toplumun, bu ümmetin tarihinde yer almışlar.
Savaş alanlarında kumandan olmuşlar.
Ve değişik tarihlerde bu ümmetin başına geçmişler.
Selahaddin-i Eyyubi’ler gibi…
Bunların başını çeken ve İstanbul’u fetheden 21 yaşında o büyük ilim dehasına sahip olan Fatih Sultan Mehmet olmuştur.
Bir padişah, bir devlet büyüğü ve bir komutan olarak devletin başına geçmiştir.
Ondan sonraki Osmanlı fütuhatlarının başlangıcı olmuştur.
Yoksa idare-i maslahatçılıkla, sahte görüntülerle bu ülke bir yere gidemez.
Ancak “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” anlayışı karşımıza çıkacaktır.
Ve nitekim bugüne kadar hiç de devlet başa olmamıştır.
Hep kuzgun leş söz konusu olmuştur ki kavgalar, entrikalar, terörler, onun etrafında gerçekleşmiş durumda.
En derin saygı ve sevgilerimle.