YENİ TÜRKİYE SÖZLEŞMESİNDEKİ YENİ ANAYASA!?

Evet, sevgili okurlar.
Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu, kendi eliyle kaleme aldığı 100 maddelik “Yeni Bir Türkiye Sözleşmesini” iki gün önce kamuoyu nezdinde okudu.
AK Parti’nin 350 sayfalık seçim beyannamesini içeren "Yeni bir Türkiye Sözleşmesi" metninde bize göre en dikkat çekici olan bölüm şuydu.
"Yeni anayasa herhangi bir etnik veya dini kimliğe referans yapmayan bir vatandaşlık tanımını esas alacaktır…” 
Yani; " Yeni Anayasadaki vatandaşlık tanımında" dini kimliğe vurgu yapılmayacak.
Kısacası "İslam dini" ibaresi yazılmayacak/yer almayacak.
***
Düşünün…
Bir ülkenin yüzde 99’u Müslüman.
Ve O milletin bütçesiyle, vergileriyle oluşan bir devlet var.
Memuruyla devlet kuruluyor.
Askerleriyle ordu kuruluyor.
Ama tüm bunlara rağmen Müslümanlık kimliğini kendi Anayasasında gösteremeyecek.
Büyük bir zafiyet!
Şahsen dikkatimi çektiği gibi yadırgadım.
Ve olmaması gereken bir anlayış diyorum.
Muhafazakârlık kimliğiyle yola çıkan bu parti ve partinin dayanak noktası, Refah Partiden, Selamet Partiden gelme olduğu halde…
Ve parti kurucu ekibinin en büyük çoğunluğu milli görüşten geldiği halde…
Nasıl oluyor da "yeni anayasa herhangi bir etnik veya dini kimliğe referans yapmayan bir vatandaşlık tanımını esas alacaktır” deniliyor.
Anayasada vatandaşlık tanımından Dini sözcüğünün çıkarılacağı şeklinde yorumlanmış durumda.
* * *
İnanın, sevgili okurlar.
Kişisel olarak insanı derin bir düşünceye sürüklüyor.
Gelecekte bazı önemli tehlikelerle karşı karşıya kalma!
Ve özellikle de yüce İslam dininin milletin kimliğinden çıkarıp, gösterilmeme gibi bir gafletin vuku bulması.
İnsanı hakikatten derinden derine düşündürmüyor değil.
Tıpkı 1923’lerdeki kurulan cumhuriyetin makyajlı görüntüsü gibi.
Nasıl ki, Cumhuriyetin kuruluşundan hemen iki sene sonra devlet tümüyle İslam dinini ortadan kaldırma girişiminde bulundu.
Ki, 1950’lere kadar sürdü.
Hala da, bu çabanın sürdürülüyor olması der demez insana “Türkiye’de neler oluyor, yapılmak istenen nedir?” sorusunu sorduruyor.
İnanan bir toplumun kimliği ne olursa olsun, ister Türk’ü, ister Kürt’ü, ister Arap’ı, ister Acem’i olsun, bu kimliğin ötesinde en bariz vasfı "dindir, inançtır ve iman ettiği İslam"dır.
İktidar olarak bunu anayasaya koymadığınız takdirde, toplum sizin nerenize güvenecek acaba?
Sormazlar mı, hükümetin ve Yeni Türkiye’nin ilham kaynağı nereye dayanıyor?
Avrupa Birliği’ne girebilmek için mi "Dini kimlik" anayasada açıklanmıyor? 
Eğer sebep bu ise açıkça toplumu dinden biraz daha uzaklaştırma teşebbüsü değil midir?
Hemde muhafazakarlık kisvesi altında.
***
Şunu herkes idrak etmelidir.
Avrupa Birliği hatırına binaen bu yapılıyorsa?
Ki görüntü ve söylem onu gösteriyor.
Bende diyorum ki;
Türkiye ne yaparsa yapsın. 
Hiç mümkün değil kendini batı dünyasının emperyalist, haçlı anlayışına inandıramaz.
Ne kadar eğilirse eğilsin, o kadar çöker ve düşer.
Halk bunu kesinlikle kabullenemiyor ve kabullenmiyor.
Yeni anayasanın kuruluş biçimi ve 2010’daki referandum hareketi, yani % 57’ye kadar verilen oylar anayasanın değişimiyle ilgiliydi.
Yani içinde din belirtilmeyen vesayetçi 12 Eylül anayasasının ortadan kaldırılması içindi.
Topluma yeni bir ruh, yeni bir nefes aldırılması içindi.
Mevcut anayasayı değiştirip, milli gelenek ve göreneklerine uygun bir anayasanın getirilmesi uğruna bunca oy verildi…
***
Hiç kuşkusuz ki;
AK Partinin kuruluş biçimi ile muhafazakâr İslami bir anlayışa sahip bir parti olma hasebiyle 12 seneden beri bu millet, bu partiye oy veriyor.
Hem de % 50’den aşağı düşmemek kaydıyla.
Bize göre bilimsel olarak tarihi gerçeklerden, yakın tarihimizden alınan ibret derslerini, gözümüzün önüne getirirsek…
Osmanlı devletinin düşüşü, çok önemli kritik sebeplere dayanmaktadır.
* * *
“Esbabu Sükut-i Devlet-il Osmaniyeti” 
Yani “Osmanlının düşüşünün sebepleri” isimli kitap bunları sıralıyor.
Osmanlı Devletinin düşüşü ve tarihten silinmesinin en önemli sebeplerinden birisi;
Allah’ın Kur’anda koymuş olduğu hükümleri kaldırıp, toplumun o inançtan uzaklaştırılması olmuştur.
Bu unsur, ümmetin yekvücut tüm toplumun bünyesindeki bireylerin olağan hayat akışlarının ekonomiksel sıkıntısı içerisine sokulmasıyla beraber, en önemli başlık; 
“El iptiadü anşel illahi” 
Allah’ın İslami hükümlerinden toplumu uzaklaştırma biçimidir.
Dinsel görüntü olsun, toplumsal görüntü olsun, siyasal görüntü olsun, ekonomiksel görüntü olsun.
Tüm bunlar olağan hayat şekillendirilmesinin dini inançtan uzaklaştırılmasıdır.
Yani tek kelimeyle toplumsal, siyasal, dinsel ve ekonomiksel tüm günlük hayat akışlarının yüce İslam dininin ana prensiplerinden uzaklaştırılması neden olmuştur.
Keza toplumun içinde, oldukça kesintisiz ve süreklilik kazanan fitneler silsilesi olmuştur.
Zira inandığımız ve bağlı bulunduğumuz yüce kitab-ı mümin olan Kur’an-ı Hâkim “Nur Suresinin” 63. ayetinde mealen şöyle buyuruyor;
“Peygamber’in buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar”
Bu ayetin hükümlerine göre devlet büyüklerine şöyle denmelidir.
“Dur arkadaş; şu ayeti oku, kendine rehber et ve kendine gel”
Osmanlı devletinin son döneminde Allah’ın hükümlerinden uzaklaştırılması, ümmetin üzerinde çok büyük etki yapmıştı.
İnsanlarımız tümüyle maddeperest olmuş, adeta bir cahiliye devrinin yaşanmasıyla karşı karşıya kalmıştı.
Hiç kimse bunu inkâr edemez.
***
“Taha” suresinin 124. ayeti ise aynen şöyle diyor;
“Bizim zikrimiz olan Kur’an-ı Kerim’den yüzünü çeviren kimse, kesinlikle onun hayat akışları içindeki maişet daralır, sıkıntılı olarak geçer”
Bir İslam toplumunun içinden dayanak noktası olan İslam’ın emir ve yasaklarını devlet eliyle tanıtıp, toplum bireylerinin ruhi derinliklerine enjekte edilmediği takdirde, kesinlikle o toplum geçmişe yönelik batmış, helak olmuş, yeryüzünden silinip gitmiş toplumlardan uzak kalmayacaktır.
Zira devletin anayasasında İslam dininin konulmaması demek, İslam’da yasaklanan her kötülüğe göz yummak demektir.
Yaşanması gereken her İslami eylemi de inkâr etmek demektir.
* * *
Evet.
Yine yüce Kur’an-ı Kerim “Maide” suresinin 78. ve 79. ayetlerine dayanarak şöyle denilmektedir;
“Hangi toplum olursa olsun, Şeairi İslamiye’yi üstün tutmazsa, Allah’ın şerait hükümlerini üstün kılmazsa, aynı tarihi İsrailoğulları gibi yeryüzünde tarih boyu kötülüklerle anılacak ve sonu da küçülüp tarihten silinmeye mahkûm olacaktır”
Sevgili okurlar.
Şunu da sizinle paylaşmadan geçemiyorum.
Evet.
Osmanlının tarihi padişahlarından olan fatihlerin fatihi, Fatih Sultan Mehmet, bu ümmete hükümranlık yaparken, İstanbul’u Bizanslılardan alırken, şu meşaleyle, şu unvanla yola çıkarak, zaferi gerçekleştirebilmiştir.
O büyük Fatih’in genç yaşındaki hayat akışı, tümüyle kalbindeki iman ve yaşantısındaki İslam Şeairi ile gerçekleşmiş ve böylece oldukça devleti büyütmüştür.
Burada tüm bunları bugün bu köşeye sığdıramadığımız için, Allah nasip ederse bu tarihi gerçekleri peyderpey siz değerli okurlarımızla paylaşacağız.
Son olarak şunu da ifade etmek istiyorum.
Osmanlı döneminin Şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi, şöyle diyor;
“Bir toplum, bir devlet, kendi içindeki oluşup büyüyen ulema kesimlerini devletin hükümlerinden ve hayat akışından uzaklaştırdığı müddetçe hiçbir zaman o devlet, o ülke, o millet payidar olamaz.
Ulema kesimlerinden sarf-ı nazar edip, ulema varlıklarını ve ağırlıklarını geri plana atıp laikçiliğin iplerine sarılan bir yönetim kadrosu o ülkeyi kesinlikle terörden, kargaşadan kurtaramaz.
Gerçekten, devlet siyasetini toplumun inanç simgelerinden uzaklaştırmak, ulema kesimini devletin içinde etkisiz ve hükümsüz hale getirmek, o devlet için büyük bir yıkımdır.
Ve nitekim hâli âlem meydanda…
İşte gün gittikçe bu ülkenin iki yakası bir araya gelmemesinin yegâne sebebi de; Dinin varlığını hiçe saymaktan başka bir şey değildir.
En derin saygı ve sevgilerimle. 
Cumanız mübarek olsun.