ZULÜM VE TOPLUMLAR!? (IV)

Evet, sevgili okurlar.
Her zaman olduğu gibi bu köşede siz değerli okurlarımızla yapmış olduğumuz sohbetlerden kritik başlıklar seçerek günlük sohbet köşemizde dikkatlerinize sunuyoruz.
Mutat olarak kullandığımız başlıklar gerçekten çok dikkat çekicidir ve önemlidir.
Rasgele atılan başlıklar değildir.
Tümüyle sağlam, ilahi kaynaklardan iktibas edilmiş ifadelerdir.
Bu itibarla “ZULÜM VE TOPLUMLAR” olarak kullandığımız başlığa bugünkü sohbetimizle yine devam diyoruz.
Zira görünen odur ki beşeriyet denilen insanlık toplulukları çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmış olmasına rağmen kendine bir türlü çekidüzen veremiyor, istikametini düzeltemiyor.
Sürekli kayıplar yaşıyor.
* * *
Ne yazık ki, yaşananlar karşısında toplumsal travmalar yaşanıyor.
Öyle ki, tüm günlük hayat akışları içerisinde insanlar birbirine enva-i türlü hileli tuzaklar kurduğu gibi, zulüm etmektedir.
Allah’a karşı şuursuzca isyan edilmekte.
Kısacası madde perestlik yüzünden insanların birçoğu neredeyse ruhi bulanım geçiriyor.
Ne kadar güçlü devletler ve milletler varsa, güçsüz, mustazaf, fakr-u zaruret içerisinde kıvranan diğer toplumlara zulüm ve baskı kurarak, cebri yöntemlerle sömürmeye devam ediyor.
Kan emici uygulamalar, baskılar adeta baş döndürücü bir şekilde yeryüzünü büyük sıkıntılara sokmaktadır.
Ama hiç unutmayalım ki şairin dediği gibi; 
“Takdir-i huda kuve-i bazu ile dönmez… O şem’a ki mevlayeka üflemekle sönmez”
Zalimler ne kadar hegemonyasını mazlumlar üzerinde sürdürürlerse sürdürsünler hiç şüphesiz ki; onların başına gelebilecek ilahi tokatlardan kendilerine kurtaramayacaklar.
Gerek bu dünyada olsun, gerek o dünyada olsun. 
Özellikle ebedi dünyaya gitmeden evvel bu dünyada dahi zalimin hak ettiği tokat mukadderdir, tarih boyu yaşanmıştır ve bugün de yaşanmaktadır..
Ve yarın da " o hak ettiği" tokatı yiyecektir.
Ta ki kıyamete dek.
Kimse şaşalı, parıltılı dünyanın makyajına güvenmesin.
İnsanlık suretindeki birer şeytan durumunda olan aldatıcı hükümranlığa da güvenmesin.
Zira her zalim eninde-sonunda maddi ve manevi darağacından geçeceği şüphesiz mukadderdir.
Allah’ın takdirinde yazılıdır.
Biz bunları burada siz değerli okurlarımızla paylaşırken, rasgele, dayanaksız, atmasyona dayalı efsanevi hikayelerden söz etmiyoruz.
Bunları, Allah’ın yüce kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in teşhis koyduğu tarihi gerçeklere dayanarak söylüyoruz.
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Bakınız.
“Kamer” suresinin 9. ayetinden 16. ayetine kadar geçen ayetlerin veciz, özetlenmişini, insanların aklına daha yatkın bir şekilde yüce meallerini size sunmak istiyoruz.
O yüce Kur’an Allah’ın kelamı olma hasebiyle, geçmiş kavimlere yönelik dile getirmiş olduğu tarihi konuların gerçeği şüphe ve kuşku götüremeyecek kadar gün gibi aşikârdır.
Tarih boyu yaşana gelmiştir ve o dönemdeki kavimlerin birbirine karşı yapmış olduğu acımasızlık, mezalim, onların başına büyük felaketler olarak geri dönmüştür.
Ve kapsamlı bir biçimde alıp götürmüştür, yok olmaya mahkum etmiştir o kavimleri.
Nitekim şairin birisi şöyle diyor;
“Yeryüzünün tarihi kirlenmeden temizlenip yıkanması için, Hz. Nuh’un tufanının sel ve yağmurunu büyük iştiyakla beklemekteydi.
Geldi, pislikleri temizledi götürdü.
O pislikler ki Allahın varlığına, yüceliğine inanmamak ve onun birer elçi olarak göndermiş olduğu Peygamberlerin vahiy gerçeğini de inkâr etmeye yeltenen beşeriyetin kirlenmesi yeryüzünü adeta kirlenmeyle kaplamıştı”
Bu nedenle şair diyor ki;
“Yeryüzünün o kirlenmeden yıkanması için, çatlayan toprak nasıl ki yağmur istemiş…
Aynı o biçim de Hz. Nuh’un tufanına âşık olmuştu”
* * *
Evet.
“Kamer” suresinin 9. ayetten 16. ayete kadar olan ayetlerin yüce mealleri şöyledir;
“9- Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanladı, hem de kulumuzun yalancı olduğunda ısrar ederek: O, delirdi, dediler. Ve (Nuh, davetten vazgeçmeye) zorlandı.
10- O da: 'Ben yenildim, bana yardım et' diye Rabbine yalvarmıştı.
11- Biz de bunun üzerine gök kapılarını boşanan sularla açtık.
12- Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık; her iki su, takdir edilen bir ölçüye göre birleşti.
13- Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik.
14- İnkâr edilmiş olana (Nuh'a) bir mükâfat olmak üzere gemi, gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.
15- And olsun ki Biz, o gemiyi bir ibret olarak bıraktık; öğüt alan yok mudur?
16- Benim azabım ve uyarmam nasılmış?”
* * *
Evet, değerli okurlar.
Gerçekten, bu ayet-i kerimelerin yüce meali kesinlikle az öz, rasgele bir konuyu anlatmıyor.
Bunlar Hz. Nuh’un dönemindeki toplumların baştan çıkma mezalimleriyle Hz. Nuh’u tanımazlıktan ve aşağılamaktan, hatta delilikle nitelendirmelerinden dolayı, yeryüzünün fezaetlerin, felaketlerin, insanları aşağılamaların en şiddetlisi olan Hz. Nuh’un tufanı olmuştur.
Ayetlerin orijinal Arapça kelime tekniğine bakıldığında, bütün insanlık aleminin konuşma çeşitlerinin en belagatli, en kapsamlı, mana itibariyle en zengin birer ayetlerdir.
Daha da ileri gidersek;
Anılan surenin 17. ayeti ise bize şöyle diyor;
“Andolsun biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?”
Bu ayet ise 9 ile 16. ayet arasındaki gerçeklerin bir nevi yeminli açıklamasıdır.
Allahû Teâlâ şöyle diyor;
“Sen zalimlerin her zaman da büyük gaflet, dalalet ve tuğyan bataklığında yürüdüklerini görüyorsun.
Tüm bu ayetlerin belagatleri hakkında tüm müfessirler (tefsir ulemaları) Hz. Nuh tufanını örnek alarak kıyamete dek diğer kavimlerin başına gelenlerin anlatım biçimlerini de hükmen kapsamına almıştır.
Nitekim Ad, Semud, Firavun’un ve Ebu Cehil’lerin başlarına gelen bela, sıkıntı ve tufanlar Kur’anın birçok ayetinde zaten buyrulmaktadır.
Ama anılan bu surenin 8 ayeti bizi çok önemli yerlere davet ediyor..
Hükmen diyor ki;;
“Herkes aklını başına alsın, başıboş, ideolojik, batıl tuğyanlarla oturup kalkmasın..
Onların ensesinden yakalanmaları, Allah’ın kanunlarında kaçınılmazdır ve mukadderdir."
* * *
Nitekim bakınız sevgili okurlar.
Uzakdoğu sınırlarına yakın Orta Asya’nın Nepal ülkesinde meydana gelen 7,9 şiddetindeki deprem gerçekten bir ibret dersi olmalıdır.
Toplumlar ne kadar zulümle Allah’tan uzaklaşırlarsa, Allah’ın gazap ve tufanlarının da o kadar yaklaşmakta olduğu hiç unutulmasın.
Bunun gibi daha nice örnekler vardır..
Ama hepsini bugün bu köşeye sığdıracak imkânımız yok.
Tarihi cumhuriyet döneminde Türkiye’mizde olsun, komşumuz olan diğer Ortadoğu'daki İslam ülkeleri olsun, karşı karşıya kalınan sıkıntı her şeyi bize anlatmaya yeter de artar.
Gerçekten, Kur’an bize ilahi mesaj olarak şunları buyuruyor.
“Herkes aklını başına alsın. 
Taca, tahta, unvana aldanmasın.
Unutulmasın ki en yüce güç, kâinat içerisinde Allah’ın kudretidir”
Hani demişler ya “Sille-i hudanın sesi yoktur, bir vurdu mu devası yoktur”
En derin saygı ve sevgilerimle.