İDEOLOJYASIZ BİR SİYASET, SİYASET DEĞİLDİR! (III)

Evet, sevgili okurlar.
“İDEOLOJYASIZ BİR SİYASET, SİYASET DEĞİLDİR” başlıklı yazı serimiz devam ediyor.
Aynı başlığı taşıyan dünkü yazımızın sadece internet üzerinde okur sayısı 16700, Cuma günkü yazı ise 18160. 
Her gün biraz daha ilerleyen okurlarımızın sayısı elbette ki bizi memnun ediyor.
Biz de elimizden geldiği kadar layık olmaya çalışıyoruz.
Gereken tarihi gerçekleri tüm okurlarımızla bu serbest kürsüden paylaşmayı kendimize bir borç biliyoruz.
"Demokratik Temel Hak ve Özgürlükler" doğrultusunda attığımız düşünce şekli elbette ki okurlarımızı memnun ettiği gibi inanıyoruz ki tüm kamuoyunu da memnun etmektedir.
Havadan cıvadan konuşmuyoruz.
Dayanaksız, temelsiz, kaynaksız ve ideolojik olmayan herhangi bir savunmaya da girmiyoruz.
Bizim savunduğumuz gerçek ideolojik düşüncemizdir.
Bu ideolojik düşüncemiz ise Bediüzzaman Hazretlerinin tarihi düşünceleri ve ideolojisidir.
Biz de o paralelde hareket ediyoruz ve Allah’tan başka da hiçbir güçten çekincemiz yoktur.
Zira antidemokratik söylemleri yazmıyoruz.
Ancak basının hür düşüncesine yönelik yazı yazıyoruz ve kamuoyunu aydınlatmak üzere gazetecilik görevimizi yerine getiriyoruz.
Tek ideolojyamız toplumumuza hizmet vermektir.
Yanlışlardan kurtulup, ter-û taze çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmış bir gençlik potansiyelini yetiştirmeye yöneliktir.
Hem de tüm bunları tarihten, bilimden ve ilimden örnekler getirerek gerçekleri izah etmeye çalışıyoruz.
Tek gayemiz budur.
Başka herhangi bir çıkar ve rant ideolojisine yönelik olmamakla beraber yolumuz bile oradan geçmez.
***
Bizim kamuoyu adına bazı istek ve taleplerimiz olacaktır.
Yalnız iktidardaki hükümetten değil..
Çoğulcu demokratik parlamenter meclisindeki tüm partilerden, bazı istek ve arzularımız olacaktır.
Bu istek ve arzularımız da bize yönelik değildir.
Kamuoyu adınadır.
Türkiye'nin 78 milyon nüfusuna dairdir.
Tıpkı Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretlerinin 1908’li yıllardaki İttihat ve Terakki Cemiyeti hükümetinin Meşrutiyet dönemindeki yanlışlarını yüzlerine çarpması gibi..
Çünkü bu hakikatle yola çıkan Bediüzzaman'ın, anılan hükümetten iki talebi vardı.
Van’dan İstanbul’a giderken öncelikle Kürdistan’da yani bugünkü deyimle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da “Medresetüzzehra”nın inşasını talep ediyor.
Yani o dönemde büyük bir üniversitenin inşa edilmesini istedi..
Biri Van’a, diğeri  Bitlis’e, bir diğeri de Diyarbakır’a.
Talepleri  ya yerine gelir, ya gelmez..
Neyse; bu fasıl daha uzundur.
***
Bediüzzaman’ın ikinci istek ve arzusu..
O günkü ittihatçıların parlamentosuna seslenerek şöyle diyor;
“Sadakat, dürüstlük, emanete sahip çıkmak ve bölgede bulunan büyük din ulemalarının geleceğini teminat altına almak.
Zira bir memlekette din ilimlerine dayalı ulema kesimlerinin yokluğu, o memleketin tüm varlığının tehlikeye düşmesi demektir.
Sizin yegâne göreviniz; toplumdan almış olduğunuz yönetim ve milli irade emanetini dürüstlükle, samimiyetle ve ciddiyetle yerine getirmenizdir.
Toplumun emanet olarak size tevdi etmiş olduğu oy teveccühüne layık olmanız gerekir.
Sakın milletle ters düşüp, milletin emanetine hıyanetlik yapmayın.
Aynı zamanda bu coğrafyada bulunan ulema kesimlerinin geleceğini de devlet eliyle teminat altına almanızı istiyorum.
Bu bizim toplumsal hakkımızdır, olmazsa olmazdır.
Bunun mana değeri şudur;
Yani sadakat demek; söylemle eylemlerinizin tümü birbirine mutabık bulunsun.
Başkasının kusuruyla kendinizi mazur görmeyin”
***
Bediüzzaman diyor ki;
“Benim bu tür talep ve isteklerim, ittihat ve terakki cemiyetinin oluşturduğu hükümetin içindeki mason ittihatçılara yönelik değil, İslamiyet’i tanımayan mason, dinsiz, inkârcı bu zümreye yönelik böylesi taleplerim olamaz.
İttihat Terakki cemiyetinden Bediüzzaman’ın istek ve arzuları doğrultusunda, vilayat-ı şarkiyedeki sahipsiz ve başsız görünen nice aileler ve kavimler var ki bunlar hiçbir zaman devletsiz olarak kalmamışlar ve kalamazlar.
Devletin mutlaka bunlara el atması lazım.
Eğer devlet, bugün Kürt aşiretleri içerisindeki birlik ve beraberliğine kayıtsız kaldığı takdirde ve ulema kesimine de sahip çıkmadığı takdirde, gelecekteki yüz sene sonra devletin varlığını bile tehlikeye düşürebilecek potansiyeller oluşur.
Bu durum karşısında oyalama taktiğine giren ittihatçılar, elbette ki bu düşünceyi gerçekleştiremedikleri gibi birçok yönüyle o günkü gençlik potansiyeli deyim yerindeyse pisi pisine heba oldu gitti.
Hukuksuz kalmakla beraber, normal bir ilim cevherini taşıyamadılar.
Zaten taşıyabilseler sorun kalmazdı.
***
Evet, Bediüzzaman 1909’da cemiyete şöyle sesleniyor;
Her şeyin başı İttihad-ı Muhammedi’dir.
Ümmetin gerçek dayanak noktası; Hz. Muhammed (s.a.v)’in yolunda yürüyen bir gençliğin varlığı söz konusu.
Yoksa meyliniz ve düşünceniz o yönde olmasa hayat yaşanacak bir tarzda düşünülemiyor.
Zira toplumun hayal havsalasında bu gerçek mevcuttur.
Din, hayatın temel esasıdır.
Hayatın ana dayanağı İslam dinidir.
İttihatçıların zannettikleri gibi değildir.
Onlar zannediyorlar ki ümmetin taşıdığı zihniyet hiçbir zaman İslamiyet’le kaim değildir.
Oysa toplum da diyor ki din; hayatın hayatı, hem nuru hem bekasıdır.
İhya-yı din ile olur bu milletin bekası.
Din-i Mübin-i İslam’ı devletin, ülkenin ve toplumun ruhuna enjekte edilmediği takdirde kupkuru bir şekilcilikle devlet kurtulamaz.
Yani millet ayrı, İslamiyet ayrı bir şey değildir.
Bu her iki kavram da birbirine zıt olamamıştır ve olamaz da.
Hatta bugünkü çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmış yeni dünya dahi bunu onaylıyor ve diyor ki;
“Bu dünyada saadet ve mutluluk ancak dini yaşam tarzına bağlıdır.
Bize zaman gösterdi ki bu hazır medeniyet-i fasideden çıkan muzur görüntü dinsizliğin oldukça yayılmasından meydana gelir.
Büyük dünya tecrübeleriyle tecrübe edilmiştir ki gerçekten din; hayatın hayatı hem nuru hem temel esasıdır.
Din ihya edilmediği müddetçe ümmet ölüdür.
Ne İsrail, ne BM, ne Rusya, ne de Amerika.
Mevcut sistem ne kadar güçlü olursa olsun, dinsiz bir sistem olunca çatlak verir, eninde sonunda çöker ve yok olmaya mahkûm olur.
Önemli olan terakkiperver hükümetten kamuoyunun istek ve arzusu sadakatle milletin emanetine sahip çıkmaktır ve eğitim sistemlerinde de büyük çapta büyük İslam ulemalarının yetiştirilmesidir.
Yoksa bu millet çalışıp vergi de verebiliyor ama dua etmiyor.
Dua edilmeyen bir hükümetin ömrü de az olur.
Bizden anlayana, tavsiye!....
En derin saygı ve sevgilerimle.