İDEOLOJYASIZ BİR SİYASET, SİYASET DEĞİLDİR!

Evet, sevgili okurlar.
Gerçekten yıllardan beri milletin iradesi ve dayanma gücü paralelinde yapılan bir siyaset, ne yazık ki bir türlü gerçek hedefine ulaşamıyor.
Neden mi?
Tabii bu soruya cevabı, ileriki açıklamalarımızın içinde göreceksiniz.
İdeolojisi olmayan; “İnsan ve toplum arası inanılan, bağlanılan veya benimsenen fikirler manzumesi” doğrultusunda yapılmayan bir siyaset, basmakalıp bir politikadan ibaret olur ki neticesiz kalır.
Tıpkı bugünkü Türkiye’nin içinde bulunduğu manzara gibi!
Nitekim, tüm çıplaklığıyla kendini ele veriyor zaten.
Bakınız, 13 sene gibi bir süreç içerisinde tek başına devleti yöneten AK Parti (Adalet ve Kalkınma Partisi) son 7 Haziran seçimlerinde büyük bir başarısızlıkla yenilgiye maruz kaldı.
Zira “Görünen köy kılavuz istemez”
Anılan parti muhafazakârlık üzerine kuruldu.
Çatısını milli iradenin iman ve inanç gücünden haz alarak oluşturdu.
Tüm muhafazakâr kesim, hep büyük bir ümitle, büyük alkışlarla parti kurucularından başta Sayın Recep Tayyip Erdoğan dahil olmak üzere herkesi bağrına basarak, sloganlar atarak “Türkiye sizinle gurur duyuyor” diyerek kucakladı..
Ve AK Parti halkın teveccühünü aldı.
Ki bu zaman dilimi içerisinde; oldukça partiye karşı insanların teveccühü ve sevgisi arttı.
Ama birinci dönemden sonra ikinci döneme gelince, hani demişler ya; “Kılavuzu karga olanın burnu …..” misali partinin zirvesi rantiyeçi kesim tarafından ele geçirildi.
Bu müteahhit kesimi, ihaleleri rasgele yandaşlarına düşürerek partiye "kan kaybettirme" evresini başlattı.
Ve partinin ideolojisi bu kesimler tarafından bir anda; rant ideolojisine dönüştürüldü.
Parti şaibelerden kendini kurtaramadı..
Halk, geç de olsa "rantiyecilerin" farkına vardı, uyandı.
Ki, 7 Haziran seçimlerinde; "bunun silesini" Ak Partiye attı.
Ve bugün; Ak Parti TBMM’ndeki sayı itibariyle tek başına bir hükümet kuramıyor.
***
Nitekim, koalisyon hükümeti için AK Parti'ye diğer partiler çok ağır şartlar sunuyor.
Mesela CHP lideri Kılıçdaroğlu..
İllaki 14 ilkemiz var bunlara uyulacak diyor..
14 ilkenin başında; geçmişe yönelik yolsuzluklarla mücadele ve yeniden sorgulama ilkesi geliyor.
İkincisi; Cumhurbaşkanını sarayı gayrimeşru.. Erdoğan'ın orada oturması kaçak diyor..
CHP yetkilileri bunları ifade ederek; "kırmızı çizgilerimiz" diyor..
MHP ise aynı tarzda üç ilkeyi öne sürüyor.
Diyor ki;
-Çözüm süreci sona ermelidir.
-Erdoğan anayasaya eksiksiz uymalıdır. Siyasette rol kapmak için uğraşmamalıdır. Çankaya'ya dönmelidir.
-Yüce Divan ve yolsuzluk soruşturmaları tekrar açılmalıdır.
***
AK Parti..
Tüm bu şartları kabul eder mi?
Koalisyon ortaklığı için; "masaya" oturur mu?
Meçhul..
Ama ben şahsen "AK Partinin şartları kabul edip, masaya oturacağına" inanmıyorum.
Çünkü şartlar çok ağır.
Hele ki, 17 Aralık ile 25 Aralık konuları..
Yolsuzluk ve usulsüzlüklerin "sis perdesi" aralanırsa bunun faturası çok ağır olur.
Bu nedenle başta anlatmaya çalıştığım gibi ideolojyasız, yani bir inanca, milli kültüre, milli iradeye, milli tarihe inanmayan bir siyaset, siyaset değil.
Ve halkı da arkasında göremez.
Menfaate doğru yola çıkan makyajlı siyaset, mağlubiyet getirir.
Nitekim hali âlem meydanda.
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Bediüzzaman Hazretleri her şeyden evvel şöyle diyor;
“Hayatın yarası iltiyam bulur (iyileşir).
Ne ile?
Milletin yaşam şansını elde etmekle.. 
Ne vakit ki izzet-i islamiye ve namus-i milliyenin yaraları tedavi gördüğü zaman. 
Ne yazık ki bugünkü o izzet-i islamiye ve namus-i milliyenin yaraları açık ve derindir…  Gittikçe de derinleşiyor.
Öyle bir zaman olur ki bir kelime bir orduyu batırır, bir kurşun otuz milyonun mahvına sebep olur.
Zira yapılan siyaset, herhangi bir ideolojya, yani milletin birey olsun, toplumsal olsun…
İslami ve inanç mefkuresi üzerine kurulmayan bir siyaset, hiçbir zaman izzet-i islamiye ve namus-i milliyenin yaralarını tedavi edemez.
Çünkü o ideolojiden uzak yapılan bir siyaset, işte TBMM’nin görüntüleri bunu bize hep hatırlatyor.
Siyasetin ideolojyası, bireyden toplumun her kesimine kadar bir ideolojya yörüngesinde yürümesi gerekir ki çark böylesine dönsün.
Zira o büyük üstat şöyle diyor;
“Menfaat üzerine dönen bir siyaset, canavardır.
Aç canavara karşı tahabbüb (acıma); sevgi ve merhamet değil, iştihasını açar”
Yani çıkar peşinde olan bir canavar o çıkarı ön planda tutuyorsa, hiçbir zaman o siyaset hedefine ulaşamaz ve milleti hayal kırıklığına uğratır.
Anlaşılan budur ki siyasetin dönüşü ve davranışı rantiyecilik üzerine kurulmuşsa, o siyaset bırakın toplumu kurtarmayı, aç bir canavardır yutar, parçalar döner tekrar diş ve tırnaklarının kirasını ister.
Bu nedenledir ki İslam dünyası bir türlü hedefine ulaşamadığı gibi; oldukça geriliyor.
Böylesine bir siyasetin arkasında toplum, cemiyet yer almaz.
Çünkü bu rantiyeci anlayış er ya da geç; yapayalnız kalır ve arkasına dönüp baktığında; "milli gücü' göremez ve bulmaz..
***
Bakınız, sevgili okurlar.
Bugün Mısır’daki İhvan-ı Müslimin teşkilatları bilinçli ve oyunlu bir darbe ile meşru cumhurbaşkanı Muhammed Mursi iktidardan alındı ve neredeyse Mısır insanları kan revan içinde.
Mal, mülk, servet, mekân, mevki, unvan artık yok.
Herkes artık zalimin zulmünü murakabe altına almış ve o gerçek demokratik sistemle iktidara gelen insanların peşine takılmış ve gözünü kırpmadan seve seve darbecilerin kurşunlarına karşı mücadele veriyor. 
Evet.
İhvanların bu mücadelesinin sebeb-i mucibesi; tek bir gerçeğe dayanıyor.
O da milli bir siyasetin ideolojyasıdır.
Kural ve kaidesidir.
Türkiye’de başta Menderes olmak üzere Turgut Özal’a karşı yapılan ne kadar kirli, baskıcı, tezgâhlar yapıldıysa da millet bir türlü ayaklanmadı.
Sokağa dökülmedi.
Dökülmemesinin sebebi de gerçekçi bir muhafazakârlık söz konusu değildi.
Yapılan korkaklık siyasetiydi, aldatmacadan ibaretti, rant ve çıkar ön plandaydı.
İster Demirel olsun, ister Turgut Özal olsun, ister Mesut Yılmaz olsun…
Mesele bundan ibarettir.
Onun için bugün eğer Mısır halkı canavarlaşmış bir Yahudi piyonuna karşı ayaklanıyorsa, Suriye insanı da Rus uşağı kanı bozuk, kirli bir ideolojyaya hizmet ediyorsa muhafazakâr, inanmış bir toplum elbette ki bunu hazmedemeyecek.
Türkiye insanı da öylesine inanıyoruz ki bu her iki ülkeden çok daha fazlasıyla inancına ve gerçek ideolojisine bağlı insanlardır.
Ama ne yazık ki güveneceği bir siyaset gerçeği bulamıyor.
Bu itibarla Bediüzzaman Hazretleri tüm islam dünyasını uyarıyor ve Kur’an ideolojyasına davet ediyor.
Kur’anın etrafında buluşu;, sarılmaya ona bağlı kalmaya, yüce İslam dininin izzetine, muhafazasına haykırarak bütün âlem-i İslam’a sesleniyor.
Ve diyor ki;
“Ey Âlem-i İslam!
Uyan.
Kur’ana sarıl.
İslamiyet’e maddi manevi bütün varlığınla müteveccih ol.
Ve ey Kur’ana bin yıllık tarihinin şahadetiyle hadim olan (hizmetkar) ve İslamiyet nurunun yer yüzünde naşiri bulunan yüksek ecdadın evladı!
Artık Kur’ana yönel, onu anlamağa okumağa ve onu anlatacak ve onun gelecek zamanda bir mucize-i manevisi olan Nur Risalelerini mütalaa etmeye çalış”
Evet.
Demek anlaşılan budur ki;
Siyasi güç, mutlaka Kur’an ideolojisi paralelinde ancak güç kazanabilir, kuvvet alabilir, gittikçe parlar ve dünyayı aydınlatır.
Amma velâkin.
Tam tersine muhafazakârlık ifadesini kullanıp, başka işlerle uğraşmak havanda su dövmeye benzer.
En derin saygı ve sevgilerimle.
Hayırlı Cumalar.