Görüş Bildir

İSLAM DEVLETİ BİREYLERE DE KEFİLDİR!

Evet, sevgili okurlar.
Çağdaş medeni dünya olarak kendini tanımlamaya çalışan rejimler, bu rejimlerin birer uydusu durumunda olan sistemler ve sistemlerin uygulayıcıları, hiçbirisi toplumların da, bireylerin de, ülkelerin de sıhhatli yaşamına kefil değildir.
Her ne kadar kağıt üzerinde bireylerin, toplumların ve ülkenin en ücra köşesinde yaşayan ülke insanlarının her kesiminin yönetimini elinde tutuyorsa da hiçbir zaman ne toplumun, ne bireylerin, ne de ülke çapında yaşayanların yaşam tarzının hiçbirine kefil değildir.
Zira o sistemlerde Allah mefhumu yoktur.
Olsa olsa ilahlık (tanrıcılık) mefhumu vardır.
O da ya maddedir, ya rejimdir veya da rejimin koruyucularıdır.
Tümüyle mana âleminden tecerrüt etmiş, soyutlanmış, insan temel hak ve özgürlüğünden uzak durmuş olan devletlerin dayatmaları söz konusudur.
Yani konuşan hakikat değil, güçtür.
Adalet değil, zulümdür.
Hukuk değil, mezalimdir.
Her şey tersyüz edilerek, makyajlamakla hakikat dışı boyamadır ve şeklidir.
İster buna Komünizm de, 
İster Sosyalizm de, 
İster Liberalizm de, 
İster Kemalizm de…
Ne dersen de takılan isim gerçektir.
Zira kâinatta gerçek yaratıcı olarak bilinen, yüce kudret sahibi olan Allah değil, demin de anlatmaya çalıştığım gibi konuşan maddedir, maddeperestliktir, ya devlet gücüdür, ya partinin gücüdür, ya da liderin gücüdür.
Yani Allah’tan başka herşey var orada.
Ama yüce İslam dini öyle değil.
İslam dini hukuktur, adalettir, hakkaniyettir. 
Kişiyi veya kişileri, yani gerek birey olsun, gerek toplum olsun, gerek ülke olsun…
İslam her halükarda bunların hukukunu, hakkaniyetini, kişiliğini koruma altına almış ve gerçek kefalet sahibi, ilahi bir rejimdir.
Düşünün.
Medine’de kurulan İslam devletinin temel hedefi; Allah’ın yüceliğini kişilere tanıtmaktır ve o paralelde insanların Allah’a karşı kulluk görevinin yapılmasıdır ve devletin Beyt’ül Mal’dan yoksul, güçsüz ve engelli insanların iaşesinin temin etme kefaletidir.
Gerek bireyler olsun, gerek aileler olsun, toplumun hangi kesiminde olursa olsun, koruma mesuliyetini İslam üstlenmiştir ve hazineden bütün iaşeyi temin ediyor.
Bundan değil midir ki Hz. Ömer (R.A), hilafeti döneminde kendi kendine söylüyor;
“Ey Ömer!
Unutma ki sen yalnız insanların hak ve hukukundan sorumlu değilsin.
Bilakis hem insanların hak ve hukukundan sorumlusun, hem de tüm canlıların hayat garantisinden sorumlusun.
Senin sorumluluğun o kadar geniş ve kapsamlıdır ki Bağdat’taki Dicle kenarında aksayan, yolda yürüyemeyen hayvanların yolunu düzgün yapmaktan da sorumlusun”
İslam’ın kişilere taşıdığı sorumluluk, öyle yüce bir sorumluluktur ki insanlara yedirdiği bir lokma ekmeğin karşısında minnet yapmaz, köle gibi çalıştırmaz, onları aşağılamaz, zillet ve meskenete düşürmez.
Yani İslam’ın insanlara karşı taşıdığı sorumluluk ve kefalet garantisi, insanları ubudiyet ve vahdaniyet inancı paralelinde yetiştirmesidir.
Herkesi Allah’ın yüce din inancını, Allah’ın göndermiş olduğu hükümler manzumelerini ayakta tutmasıyla mükellef kılar.
Devlet ve devleti yöneten otoriteler ve o otoritelerin liderleri, toplumu gerçek yoldan saptırmama akidesiyle mükelleftir.
Beyt’ül Mal olan devlet hazinesinden çalıp çırpma sapkınlığından uzak durmalıdır. 
Tatbikatlarında dosdoğruluk var, inhiraf (sapma veya saptırma) yoktur.
*  *  *
Nitekim Selman-ı Farisi (R.A) İran kökenli bir köle iken İslam’a girdikten sonra aziz oluyor, kölelikten hür olmaya geçiyor ve İslam devleti kefaletinde büyüyor ve aynı zamanda söz sahibi oluyor.
Öyle bir söz sahibi oluyor ki bir gün Hz. Ömer’e şöyle diyor;
“Ya Ömer! 
Bir devlet halifesi olarak senin sözünü dinlemiyoruz ve emirlerine de itaat etmiyoruz.
Hatta ki sen üzerindeki kürkün kaynağını bize söyleyinceye kadar…
Bize o kürkün kaynağını ve gelirini nereden temin ettiğini söylersen, o zaman seni dinleriz ve emrine itaat ederiz.
Eğer hilafet döneminde dosdoğru gitmeyip de zigzaglı bir yönetim şeklini yaşatırsan, yemin ederek diyoruz ki biz seni bu kılıcımızla doğrulturuz. 
* * *
 
İşte sevgili okurlar.
Ciddiyete bakın, samimiyete bakın.
Hem toplum, hem de toplumu yöneten kişiler arasındaki ciddi bir dürüstlük diyalogu.
Yüce İslam dininin bireyinden tut aileye, aileden tut topluma kadar yapmış olduğu kefalet garantörlüğü, kişileri çalışmaya davet ediyor, teşvik ediyor.
İnsanların yaradılış amacının yeryüzünü imar etmeye yönelik olduğunu biliyor.
Ve insanların rızkını Allah’tan talep etmek üzere yeryüzüne dağıtıyor, çalıştırıyor.
Ama batıl yoldan kazanmayı değil, hak yolundan Alınteri olarak kazanıp yemeyi teşvik ediyor.
Bu nedenledir ki İsra Suresinin 100. ayeti bize şöyle diyor;
“De ki: Rabbimin rahmet hazinesine eğer siz sahip olsaydınız, harcanır korkusuyla kıstıkça kısardınız. İnsanoğlu da pek eli sıkı ve cimridir”
Yani Allah’ın hazinelerine sahip olsa dahi, diğer insanlara harcadığını minnet altına alır ve karşılığını ister.
Ama Allah, insanlara bağışladığı nimetlerin karşılığını istemez.
Onu tanımayı, bilmeyi emreder.
Yüce İslam dini, kerem ve faziletiyle insanları amel ve çalışmaya emrederken, özellikle erkekleri çalışmaya, kazanmaya yönelik görevli kılar.
Kadınları değil.
Kadınları o kadar yüce makamda tutuyor ki ev hanımı olmaktan başka herhangi bir lokma ekmek kazanmak için çarşı pazara, piyasaya salmaz. 
Zira İslam dini gerçekten bir fıtrat dinidir. 
Bu fıtratla beraber yürür, yola koyar.
Yüce İslam dini mahiyetinde bulunan insanları, devletin satvetinden, tasallutundan ve dayatmasından uzak tutar.
Öylesine uzak tutar ki toplumla devlet arasındaki kurulan siyaset dengesi muhafaza edilsin.
Devlet otoritesini elinde tutan insanların, mutlak surette fıtrat dini paralelinde halkı yönetmesi gerekir ki halk da onun tüm emir ve uygulamalarına itaatkâr olup, emirlerini harfiyen yerine getirmekle mükelleftir.
Ama o otoriteler, emr-i maruf ve nehyi münker denilen ilahi emirleri ve yasakları ters yüz ederek, gerekenleri değil de gerekli olmayanları meşru kılarsa, topluma yutturmaya çalışırsa, o zaman hak dinden çıkmış olur ki millet hiçbir zaman onlara itaat etmeye, onları seçip sorumluluk makamına taşımaya mecbur değildir.
Yaparsa, bilakis dinden çıkmış olur ki Allah korusun maddi ve manevi sorumluluktan kendini kurtaramaz.
En derin saygı ve sevgilerimle.


Bu Makale 15427 kere okunmuştur.