İSLAM DÜNYASININ GERİLEMESİ ve BÜYÜYEN FİTNE?!! (II)

Evet, değerli okurlar.

Dünkü sohbetimizde anlatmak istediğim çok önemli bazı güncel olaylar vardı.

“İSLAM DÜNYASININ GERİLEMESİ ve BÜYÜYEN FİTNE?!!” başlığıyla anlatmaya çalışmıştım.

“İslam dünyasının düşmüş olduğu girdaptan çıkabilme şansına nasıl sahip olacağı ve fitnenin oldukça büyümesine” değinmiştim.

Hakikaten;                                            

İnsanlığı Ortaçağ cahiliye karanlığından kurtarıp çağlar üstü medeniyet seviyelerine taşıyan bir din ve bu dine mensup olan bir ümmet, nasıl olur da bugün oldukça gerilemekte ve gerilmektedir?

Kan dökmekten, kargaşa yaratmaktan, terörle oldukça karşı karşıya kalmakta olan bir toplum haline nasıl gelmiştir?

Bu soruya cevap bulmak hiç de zor değildir.

Amma velâkin, her nedense “Kişinin her söylediği doğru olmalıdır, ama her doğruyu her yerde söylememelidir” kaidesince ne yazık ki bugün İslam dünyası bu duruma gelmiştir.

Gerçekleri dile getirmek isteyenlerin de ağır faturalar ödemekle karşı karşıya kaldığı, tüm İslam coğrafyasının özellikle Türkiye’nin içinde yaşadığı güncel gerçekler arasındadır.

Oysaki İslam dininin yeryüzüne hâkim ve kıtalar üstüne hükümran olan bir din olması ve o dinin mensuplarının, bugün nerede ise yeryüzünün sefil, zillet ve meskenet içerisinde kıvranıp duran bir toplumu haline gelmesi düşündürücüdür.

Zira o dönemdeki, o asırlardaki İslam’ın örnek kahramanları ile bugünkü aldatıcı, gerçekleri örten, maskeli insanlar arasında çok fark vardır da ondan.

İslam’a sahip çıkan maskesiz kahraman olan İslam dini büyükleri iye günümüzdeki kıtalar arasındaki münafık tinetli, gerçek yüzünü ve kimliğini göstermeyen insanlar arasında çok fark vardır da ondan.

 

* * *

 

Bakınız, sevgili okurlar.

Yüce İslam Peygamberi Efendimiz (s.a.v), bir Hadis’inde şöyle buyuruyor;

“Hepiniz birer sorumlu çoban durumdasınız ve o çobanlık görevinizden sorumlusunuz.

Özellikle devleti yöneten ve otoriteyi elinde tutan devlet büyükleri başta olmak üzere, ümmetin, toplumun her ferdinden sorumludur.

O devlet büyükleri, onun tüm hayat akışları içerisindeki yaşam tarzının gelişmesinden sorumludur.

Hadis şöyle devam ediyor;

“Her erkek kendi aile fertlerinin yetiştirilmesinden sorumludur.

Keza kadın da evinin ve çoluk çocuğunun gelişmesinden ve eğitiminden sorumludur”

Bu sorumluluk idraki içerisinde yaşayan bir ümmet, ancak ümmet olabilir ve gelişmelere, yükseklere, zirvelere tırmanıp gidebilir.

Bu Hadis-i Şerif’in mefhumu muhalifi demektir ki bu hissiyatı içinde olmayan devlet yöneticilerinden tut aile fertlerini yöneten erkek ve kadınlara kadar, eğer bu duygular içerisinde yaşayamıyorlarsa, o zaman toplum, hak ettiği yere gelmeyi sağlayamaz.

Zira bu Hadisin paralelinde diğer bir Hadis’te o İslam’ın en büyük önderi olan kâinat Peygamberi (s.a.v), şöyle buyuruyor;

“Nefsimin onun yedê kudretinde (elinde) olan yüce Allah’a yemin ediyorum ki siz İslam ümmeti olarak, aranıza günlük hayat koşullarını dengelemek üzere ya iyilikleri yaşatacaksınız ve kötülükleri de aranızdan kaldırıp yasaklayacaksınız veyahut da yüce Allah tarafından sizin başınıza en dehşetli, sıkıntılı olaylar gönderilecektir.

Hatta öyle bir hal yaşayacaksınız ki yapmış olduğunuz ibadet ve dualar dahi kabul görmez ve size geri döner”

 

* * *

 

O şefkat Peygamberi (s.a.v), şöyle devam ediyor;

“Ey insanlar!

Kendi aranıza daima güzel şeyleri uygulayın, yaratın ve onunla yaşayın.

Kötü olan şeyleri de aranızda yasaklayın, kaldırın.

Öyle yapın ki duanız kabul olmayacak zamandan önce olsun.”

O yüce İslam Peygamberinin üstün mesajları doğrultusunda, hareket etmeyip de kendi ülkelerini, coğrafyalarını, insanlarını, başka yönlere çeviren maskeli, kimlikleri meçhul, İslam dünyasının önemli bazı yöneticilerinin yüzünden İslam dünyası bu hale gelmiştir.

 

* * *

 

Bakınız, sevgili okurlar.

Osmanlının son devrinin Şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi’nin “Faslu’d-Dini ani’s-Siyase” isimli kitabının dördüncü cildinde yazanlara kulak verelim.

Mustafa Sabri Efendi şöyle diyor;

“Başımıza çöken en büyük belalardan birisi de son zamanlarda içimizden dinimize karşı savaş açan kimliksiz insanların, ülkemizde var olmalarıdır.

Öyle bir hal almış ki dış ülkelerden ithal edilmiş küfrün ve nifakın en alçak oyunlarını bu İslam ümmetinin başında icra ediyorlar.

Öyle bir hal almış ki yaptıkları tüm gayrimeşru şeyler mubah sayılıyor, onun gayrimeşru bir hareket olduğunu söyleyenler ise cezalandırılıyor”

Yani Mustafa Sabri Efendi’nin demek istediği şu;

Gayrimeşru olan tüm kötülükleri meşru zemine oturtturmuşlar, ona itiraz edenlerin itirazlarını yasaklamışlar ve cezalandırıyorlar.

Bunun açıklaması, yüce İslam dinine karşı içten açılan bir muharebe şeklidir, bir savaş şeklidir, bunu yapanlar, öncelikle İslam ümmetinin göbeği durumunda olan Mısır’da başlamışlar ve daha sonra da Türkiye’ye yerleşmişlerdir.

(Eski Türk Ceza Kanununun 163. maddesi bunun kanıtlayıcı delilidir)

Peyderpey diğer İslam ülkelerine ve coğrafyalarına yayılma fırsatı bulmuşlardır.

Yüce İslam dinini, adeta Hıristiyanlık dini durumuna sokmuşlar ki yalnız, İslam’ın kişi ile Allah arasındaki bir ibadet şekli diye göstermişler.

Oysaki yüce İslam dini ibadet dini olduğu kadar, birtakım hükümler ve icraatlar silsilesinin de dinidir.

Onlar; aslında İslam dininin bir hüküm ve icraat dini olduğunu çok iyi biliyorlar.

Ve bunu bildikleri halde dönemin Mısır’daki İsmail Sıtkı Paşa’larının Paşa olmak yerine birer maşa olması hasebiyle, Fransa ve İngilizlerin direktifiyle ülkenin yönetiliyor olması da aşikârdır”

Uzun uzadıya ciltlerle bu konuyu işleyen merhum Mustafa Sabri Efendi, günümüzdeki İslam dünyasında olup biten hıyanetlerin ve o hıyanetleri icra eden, İslam’a inanmayan mürtetlerin yıllar yılı elinde olduğunu, açık ve net olarak tüm İslam dünyası kamuoyuna sunmuş durumdadır.

 

* * *

 

Bakınız, sevgili dostlar.

Bu durumda yine geçmişten ders-i ibret alırsak;

Bir İslam ümmetinin normal şartlar içerisinde yaşayıp da ilerleyebilmesi, onu yönetenlerin samimiyet ve ciddiyetine bağlıdır.

Kendi raiyetini, milletini, ülke insanını kandırarak değil, dosdoğru icraatlarla medeni bir biçimde, çağdaş kimyaya cevap verebilecek bir şekilde, demokratik hukukun üstünlüğüne bağımlı olmak şartına bağlıdır ve de elzemdir.

Zira Hazreti Ömer dahi Hilafetinde şöyle buyurmuştur;

“Benim bu milletin başında sorumlu bir devlet adamı olmam hasebiyle, her gün kendimi sorguluyorum. Eyy Ömer! Unutma ki Fırat kenarındaki yaşamakta olan bir koyunun halinden dahi sorumlusun”

 

Evet, sevgili okurlar.

Son günlerde ülkenin gündemini işgal eden “Süleyman Şah Türbesinin” nakledilmesi olayına gelelim.

Hükümetin, iktidarın almış olduğu bir kararla, yani tabiri caizse “Görülen lüzum üzerine” Süleyman Şah Türbesinin Suriye’den naklini, başarılı bir operasyonla sağlayabilmişlerdir.

Oradaki terör örgütleri durumunda olan Esed veya IŞİD’in saldırganlığından o türbenin yıkılmasını korumak için, Türkiye’ye nakletmeleriyle birlikte, büyük ve başarılı bir sorumluluğa imza atmış iken, muhalefet nerdeyse ayyuka çıkararak, çıldırırcasına avaz avaz bağırarak, yaftalar atıyor.

Hele hele CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Ağzından çıkanı kulağı duymuyor” olacak ki kendisi de ne söylediğinin farkında değildir.

MHP lideri Bahçeli ise “Türkiye’nin şah damarı kesilmiş, sınırlarımız dışındaki ecdad yadigârı toprak, teröristlerin tehdit ve şantajıyla zoraki terk edilmiştir. AKP Hükümeti milli emanet ve değerleri katletmiş, vatana ve bayrağa alçakça kastetmiştir” diye konuştu.

 

* * *

 

Bakınız, sevgili okurlar.

Bahçeli’nin şu siyasi yaftasına…

Hakikaten onun gerçek kimliğini gösteriyor.

Yani Suriye’nin coğrafyası Türkiye’nin şah damarı ise bugün değil, yüz sene evvel Türkiye’nin elinden alınmıştır.

Hem de bu hükümetin elinden değil, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun elinden değil.

Eğer bu ihanet yapılmışsa, Lozan’da atılan imza sahibi tarafından, o zaman yapılmıştır.

Keza misak-ı milli hudutları içerisinde çizilen Musul, Kerkük toprakları da aynı şekilde.

AK Parti iktidarı döneminde olmamış ki bu ihanetler ve şah damarlarının kesilmesi.

Bugün değil, 1923’te kahraman ilan ettiğiniz bir Kemalist anlayış sayesinde (!) o zaman bu şah damarları kesilmiştir.

Sayın Bahçeli!

Ne sen, ne de Kemal Kılıçdaroğlu herhalde bunu bilmeyecek kadar cahil değilsiniz.

Siz, samimiyseniz o günkü icraatları ele alınız.

Devamı Yarın.

En derin saygı ve sevgilerimle.