MEDENİYET DEDİĞİN TEK DİŞİ KALMIŞ CANAVAR! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizin devamı olarak başta Hollanda olmak üzere, tüm Batı dünyasının gerçek kimliğini ortaya koyan büyük İslam ulemaları, hayatları boyunca hep Avrupa’yı, Hıristiyanlığı ve Yahudileşmiş İsrailoğullarını…

Pek tabi ki, diğer dünya müşriklerini Kur’an perspektifinde tanımlaya gelmişlerdir.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, ama cumhursuz bir cumhuriyet…

Ki kelime itibariyle çıplak, manasız, soyutlaşmış, tüm insani değerlerden uzaklaştırılmış bir kavram…

Ki çalışma stili hep Batı emperyalizminin nam-ı hesabına olmuştur…

Bilerek veya bilmeyerek…

İster kasıtlı olsun, ister kasıtsız olsun, her ne olursa olsun bu memlekete yüz yıllık bir süreci kaybettirmiştir..

İşte biz böylesi bir sistemden bahsediyoruz.

Bu sistemin kurucuları, uygulamalarından anlaşıldığı gibi hiçbir şekilde bu memlekete bir adım dahi attırmamışlardır.

Zira tamamıyla güdümlü politikalarla günlerini gün etmişlerdir.

Batı dünyasının emir ve komuta direktifleri altında ülkemiz yönetilmiştir.

Onun için yıllardan beri “Avrupa Birliğine girelim” hayranlığı, netice itibariyle ne kadar boş bir anlayış olduğunu, ne kadar yanlış bir düşünce içerdiğini, zaten kendilerini ele vermiştir.

Onlar bizi kabul etmedikleri halde, biz kendi anayasamızda kendimizi küçümsemişiz, kendimizi aşağılamışız, batıcılık hayranlığıyla bugüne kadar günümüzü gün etmiş isek de ama heyhat!

Ne yazık ki son zamanlarda batı dünyası bizi kapı dışına itti.

Yeni yeni uyanmış durumdayız.

Unutmayalım ki bu uyanış, büyük devlet adamı Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın sayesinde olmuştur.

Dehasıyla, siyasi zekasıyla, Avrupa’yı suçüstü yakalamıştır ve bütün pisliklerini onların yüzlerine vurmuştur.

Hem de milli tükürükle boğarcasına, bunu yapmıştır.

* * *

Bundandır ki Bediüzzaman Hazretleri, İslam’ın muasır alimelerinden biri olup, Avrupa’yı çağdaş deyimlerle çok güzel tarif etmiştir.

Dünkü yazımızda Avrupa’yı bize nasıl tanımladığını sizlere aktarmıştık…

İnanıyoruz ki çok önem arz edici bir şekilde; ders-i ibret almışızdır…

Bugün aynı o paralelde, o büyük Üstattan, batı dünyasının kirli anlayışını bize nasıl deşifre eden yönündeki tanımlamasını sizlere aktaramaya devam edeceğiz.

Bakınız, Üstad Hazretleri şöyle diyor…

“Ey sefahet ve dalalette bozulmuş ve Hz. İsa’nın dininden uzaklaşmış Avrupa!

Deccal gibi bir tek gözü taşıyan kör dehân ile ruh-u beşere bu cehennemî hâletini hediye ettin.

Sonra anladın ki, bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı âlâ-yı illiyyînden esfel-i sâfilîne atar, hayvânâtın en bedbaht derecesine indirir.

Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakkaten iptal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat ve fantaziyelerindir.

Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek de!

İşte, beşere açtığın yol ve verdiğin saadet bu misale benzer.

İkinci yol ki Kur’anı Hâkim hidayetiyle beşere hediye etmiştir.

Görüyoruz ki, o yolun her menzilinde, her mekânında, her şehrinde bir sultan-ı âdilin müstakim askerleri her tarafta bulunuyorlar, geziyorlar.

Ara sıra o sultanın emriyle o askerlerin bir kısmını terhis ediyorlar.

Silâhlarını, atlarını ve mîrî levazımatlarını alıyorlar, onlara izin tezkeresini veriyorlar.

O terhis olunan neferler, çendan ünsiyet ettikleri at ve silâhların teslim alınmasından zâhiren mahzun oluyorlar; fakat hakikat noktasında, terhisle müferrah olup, sultanın ziyaretine ve padişahın pâyitahtına dönmesi ve padişahı ziyaret etmesi cihetinde gayet memnun oluyorlar.

Bazen terhis memurları acemî bir nefere rast geliyorlar.

Nefer onları tanımıyor. ‘Silâhını teslim et’ diyorlar.

Nefer diyor: ‘Ben padişahın askeriyim, onun hizmetindeyim. Sonra onun yanına gideceğim.

Siz neci oluyorsunuz?

Eğer onun izin ve rızasıyla gelmişseniz, göz ve baş üstüne geldiniz.

Emrinizi gösteriniz.

Yoksa çekiliniz, benden uzak olunuz.

Ben tek başımla kalsam, sizler binler dahi olsanız, yine sizinle dövüşeceğim.

Kendi nefsim için değil, çünkü nefsim benim değil, benim sultanımındır.

Belki bendeki nefsim ve silâhım, malikimin emanetidir.

Emaneti muhafaza ve sultanımın haysiyetini himaye ve izzetini vikaye için size baş eğmeyeceğim!’”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Üstat Hazretleri Avrupa’ya hitaben şöyle devam ediyor;

“Senin karanlıklı dehân, nev-i beşerin gündüzünü geceye kalb etmiş.

Yalnız o sıkıntılı, zulümlü ve zulmetli geceye ısındırmak için, yalancı, muvakkat lâmbalarla tenvir ettin.

O lâmbalar sürurla beşerin yüzüne tebessüm etmiyorlar.

Belki beşerin ağlanacak acı hallerindeki eblehâne gülmesine, o ışıklar müstehziyâne gülüp eğleniyor.

Herbir zîhayat(canlı), senin şakirtlerin nazarında, zalimlerin hücumuna mâruz, miskin birer musibetzededirler.

Dünya bir matemhane-i umumiyedir.

Dünyadaki sadâlar ölümlerden, elemlerden gelen vâveylâlardır.

Senden tam ders alan şakirdin, bir firavun olur.

Fakat en hasis şeye ibadet eden ve menfaat gördüğü her şeyi kendine rab telâkki eden bir firavun-u zelildir.”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Şu halde mademki yollar bu şekilde birbirinden ayrılıyor.

Küfür dünyasının yolu orada, iman ve İslam dünyasının yolu da burada…

İstikamet; direk Kur’an yoludur.

Böyle olmazsa kendimizi kurtaramayız.

Bu itibarla Akif diyor ki;

“Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı”

İlhamımızı doğrudan Kur’andan almayıp, Batı emperyalizminin kirli bakteriyel ocaklarından alırsak ne yazık ki hedeflerimize ulaşamayız ve hep geri kalırız.

En derin saygı ve sevgilerimle…