Görüş Bildir

TERÖR AZDIKÇA AZIYOR! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre Türkiye; ülke olarak her şeyden evvel inanmış bir intisap ümmetine sahip…

Yani yüce İslam dinine intisap etmiş bir ümmet!..

Bu da bir güç demektir, bir kuvvet demektir.

Her asırda bir uyanış ve diriliş demektir.

Hiç kuşkusuz ki, inandığı yüce İslam dininin yalnız kavramıyla iktifa edip, geçiştirmekle yetinmeyen bir ümmet olunmalıdır..

Bu dünyadaki toplumsal günlük hayat akışlarını biçimlendirme çalışmalarını da kesinlikle İslam’ın ruhuyla gerçekleştirmelidir.

Yani İslam dini insanları, toplumları ve ülkeleri ayakta tutan yüce bir dindir.

İlk devletini İslam’ın ana çerçevesi paralelinde kuran Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’dir.

Efendimiz (S.A.V)’e Medine-i Münevvere’de ona devleti kurdurtmaya zorlayan temel unsur;

Doğum yeri olan Mekke’deki ceberuti, dayatmacı, putperestlik, zulüm, işkence ve çilenin varlığıdır..

Hz. Muhammed (S.A.V)’i Mekke’den Medine’ye hicret etmeye zorlamıştır…

Mekke’deki bu insanlık şeref ve haysiyetine uymayan, günümüzün deyimiyle diyecek olursak; antidemokratik, hukuk dışı, adalet dışı zorbaların hegemonyasının varlığı söz konusu idi…

Elbette ki yüce İslam Peygamberi, Allah’ın bir elçisi olması hasebiyle bunu içine sindiremiyordu, dayanamıyordu.

Çünkü onun yegâne görevi; insanlığı küfrün, inançsızlığın çukurundan çıkarıp iman sahil-i selamettine kavuşturmaktı.

O yüce İslam Peygamberinin iki şeyi miras olarak bizlere bırakması da elbette çok dikkat çekicidir.

Birisi Kur’an.

Diğeri ise onun sözünden, hareket ve davranışlarından ibaret olan sünnet-i seniyyesidir.

İnanan bir ümmet, inanan büyük bir toplum ne vakit ki Kur'an-ı Kerime ve Sünnet-i Seniyesine sımsıkı sarıldığında, inanmış, toplumsal günlük hayat akışlarını o paralelde gerçekleştirmişse, o ümmet, o toplum, o insanlık, o coğrafya, o ülke, kesinlikle tarih boyu serfiraz olmuştur.

Başı dik, alnı açık bir ümmet haline gelmiştir.

Bunu da dört halife-i raşidinden sonra gerek Emevi devleti olsun, gerek Abbasiler olsun, gerek Selçuklular olsun, gerek Osmanlılara kadar uzana gelmiş bir ümmet olarak, hâkimiyetini yeryüzünde daima sürdürebilmiştir.

Eğilmemiştir, kırılmamıştır.

Ve daima üstün seviyede yürümüştür…

Ki Avrupa’nın içine kadar girebilmiş, Viyana kıyılarına kadar at koşturmuştur…

Endülüs Emevi Devleti olarak adlandırılan bir İslam Devleti İspanya’ya kadar büyük bir coğrafyaya 400 sene hükümran olmuştur.

Ne vakit ki fesat, fitne, şiddet ve münafıklık, kişisel rant, çıkar, koltuk sevdaları hakim olmaya başladıysa, o toplum, o ümmet kesinlikle zirvedeyken alaşağı olmaya başladı.

Derinliklere düştü.

Ve seyitken, kölelik seviyesine düşürülmüş durumda olunduğu da hepimizin malumudur.

Tarih buna şahittir.

Bugünkü İslam dünyasının hali bunun temel dayanak noktası olmuştur.

Olayın açıklayıcı delilidir.

Hiç kimse bunu inkâr edemez.

* * *

Evet.

Ter-û taze bir İslam ümmeti, tarih boyu küfür sistemlerine meydan okurken, ne yazık ki günü gelmiş, tamamıyla o üstünlük seviyesinden alaşağı edilmiş ve bir türlü kendini toparlayamamıştır.

Yukarıda ifade etmeye çalıştığım gibi kendini kölelik seviyesinden kurtaramamış duruma gelmiştir..

Bugünkü halimiz bundan ibaret değil midir?

Bakınız, sevgili okurlar.

Allah’ın her günü bu ülke insanı terörün pençesinde inim inim inlemektedir.

Bir türlü kendini kurtaramıyor.

Devlet ve devleti yöneten zirvedeki insanlar ne kadar çaba gösteriyorlarsa da ne kadar milletin, ülkenin bütünlüğünü, milli birlik ve beraberliğimize yönelik ihlâslı çalışmalarına rağmen, ne yazık ki bir türlü kendini beklenen seviyeye getirememiştir.

Oysaki 15 seneden beri milletin yüzde 50’den aşağı düşmemek kaydıyla büyük bir oy potansiyeli olduğu halde, ne yazık ki hali pür melalimiz ortadadır.

Gerçekten bugünkü devletin başında bulunan Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi yıllardan beri bu davaya kendini adamış bir insanın varlığı Türkiye için bir fırsattır, bir nimettir, bir değerdir.

Kimse bunu inkâr edemez.

Tüm bunlara rağmen ülke; yıllardan beri dışarıdaki gâvurun ve içteki piyon münafıkların şerrinden, kendini bir türlü kurtaramıyor.

Ama hiç unutmayalım ki 15 Temmuz’daki başarısız darbe girişimi, yine onun iman dolu cesareti ile imanlı halkımızın yürekliliği, Türkiye’yi o gece çok büyük badire ve beladan kurtarmış olması hasebiyle, dosta düşmana parmak ısırtmıştır.

Tabi elbette ki Amerikan gavuru bunu sindiremiyor, eski mekir ve hileleriyle tanınmış İngiltere ve Fransa bunu sindiremiyor, Belçika, Almanya bunu içine sindiremiyor.

Sindiremiyor da sindiremiyorlar.

Bu itibarla artık devlet olarak, millet olarak, ülke olarak gerçeği görmemiz lazım ve yalakalık yapmadan ister devlet büyükleri olsun, ister siyasi partiler olsun, ister medya olsun, ister kamu kurum ve kuruluşları olsun…

Kimin yanlışlıkları varsa, kimin hataları varsa, kimin aşırı derecede kin ve nefreti varsa, halk aynı 15 Temmuz gecesi gibi birlikteliğini korumalıdır.

Halk, dimdik ayakta durmalıdır ve ülkeye sahip çıkmalıdır.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Beni bu yazıyı yazmaya sürükleyen temel düşünce de yüce Kitabımız Kur’an-ı Azim Şan'dır.…

Bizi çok önemli tarihi gerçeklere götürüyor, yönlendiriyor, tarih hakikatlerini önümüze koyuyor ve seçmeyi emrediyor.

Adeta “Ey Müslüman! Gözünü aç, bak senin içerde ve dışarıda oluşan düşmanlarının varlığı söz konusudur.

Daima uyanık ol.

Ve tarihi gerçeklerine sarıl” diye buyuruyor.

Evet.

Gerçekten.

Beni şahsen düşündüren, yüce Kur’an-ı Kerim’in 44 yerinde geçen; “MEKİR” kavramıdır.

Kur’anın değişik surelerinin değişik ayetlerinde Allahû Teâla adeta bizim kalbimizin ortasına yerleştirircesine, vurgulaya vurgulaya bize bu ayetleri hatırlatıyor.

Ve diyor ki;

“Mekir, yani hile, tezgâh, senaryo, huda, fitne ve oyun”

Tüm bu ayetlerin başını çeken “Âli İmrân” suresinin 54. ayetidir..

Mealen bize diyor ki;

“Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır”

Keza “Râd” suresinin 42. ayeti bu meyanda bizi şöyle uyarıyor;

“Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı. Bütün tuzaklar Allah’a aittir. O, her nefsin kazandığını bilir. İnkâr edenler de dünya yurdunun sonunun kime ait olduğunu bileceklerdir.”

Enfâl suresinin 30. ayeti değişik versiyonla şöyle buyuruyor;

“Hani kâfirler seni tutuklamak veya öldürmek, ya da (Mekke’den) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlar. Allah da tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır”

Yani bu demektir ki;

Beşeriyet, tarih boyu kendini hileli, tezgâhlı, tuzaklı gibi ahlak dışı kötülüklerden alıkoyamamıştır..

Bu nedenledir ki yüce Allah, Hz. Muhammed (S.A.V)’in kalbi derinliklerine yerleştirdirdiği Kur'an-ı Kerimle, bizi tezgâhçıların, tuzakçıların, senarist ve münafıkların şerrinden koruma noktasında uyarıyor.

Toplum olarak daima Kur’an ilmine, İslam ve iman gerçeğine sarılmakla, bize kurulan tuzakların üstesinden gelebiliriz.

***

 

Başkasının yapmış olduğu günahlardan dolayı, başkasını suçlamamız lazım…

Töhmet altına almamak için, yine yüce kitabımız Kur’an-ı Azim Şan’da tam 21 yerde, ayetlerle bizleri uyarmaktadır.

“Ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ”

“Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez”

Herhangi bir suça iştirak eden insanların suç ortağı edip sorgulanamaz diye hatırlatan yüce kitabımız başta “En’âm” Suresinin 164. ayeti olmak üzere, “İsrâ” suresinin 15, “Fâtır” suresinin 18 ve “Zumer” suresinin 7. ayeti açık ve net olarak bize mesaj veriyor.

İster padişah ol, ister geda ol.

Herkes Kur’andan nasibini almalıdır.

En derin saygı ve sevgilerimle...


Bu Makale 33560 kere okunmuştur.