“TEŞKİLATLARIMIZDA CİDDİ BİR METAL YORGUNLUĞU VAR!?” (II)

 

Evet, sevgili okurlar.

Bundan önceki sohbet yazımızda güncelliğini koruyan birçok hakikatleri detayıyla siz değerli okurlarımızla paylaşmaya çalışmıştık..

Gerçekten Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın tüm söylemleri ve ifadeleri, cümlesi cümlesine altını çizerek vurguladığı gerçekler layıkıyla AK Parti içerisinde yaşanmış durumda.

Ve hala da yaşanmaktadır.

Erdoğan’ın ısrarla ve şiddetle üzerinde durduğu bazı noktalar bize göre uygulamaya konulduğu takdirde AK Parti, yeniden ter-ü taze bir şekilde, ülkeye kazandırılabilinecek…

Ama lafta kaldığı takdirde, uygulamaya geçilmediğinde, AK Parti'nin "işi hayli zor" olacak?

Nitekim, Sayın Erdoğan ifade ediyor…

“2019’da işimiz çok zor. Ben yalnız bunu söylemiyorum, milletimiz de bunu onaylıyor…”

İnkâr edilemez bir tespit.

Bu ve benzer tespitleri siyasi noktada, ülkeyi yöneten gelen-giden hiçbir devlet büyüğü tarafından örgörülerek, değinilmiş değil…

Zamanı ve parti stratejilerini, "milleti sıvazlama" üzerine kurgulayarak, hep geçiştirmişlerdir.

Onun için muhafazakâr geçinen ve hep iktidarla hayatiyet kazanan bu minvalde düşünen partilerin ekseriyetinin bugün esamileri okunmuyor…

Türk siyasetinin "çöplüğünde" bulunuyorlar..

Doğru Yol’dan tutun da, Turgut Özal’ın-Mesut Yılmaz’ın ANAP’ına kadar…

Refah Partisi’ne kadar…

Bugün hiç ama hiçbirisinin esamisi yok.

Çünkü partisel bir siyasi taassuptan kendilerini kurtaramadıklar…

Ama Erdoğan öyle değildir.

Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı görevine gelmesinden sonra, AK Parti bir fitret dönemi geçirdiyse de bereket versin ki üç yıl sonra yeniden partinin başına geldi.

Hem de gelme zorunluluğu hissederek, bunu yaptı…

Bakınız, Erdoğan dünkü konuşmasında, AK Parti açısından şu hakikate dikkat çekti…

“Partimizin değerlerine, bizim malum manifestomuza ihanet etmeyen, ülkesine sadakatle bağlı herkese kalbimiz de kollarımız da açıktır.

Bizim bu manifestomuz nedir?

Bunun üzerinde durmamamız lazım.

Bu ülkeyi bölmeye gayret edenlere bu toprakları yaşanmaz hale getireceğiz.

Bu kriterlerin dışında kalan herkes defoludur, yorulmuştur, yolunu kaybetmiştir.

Bu büyük yapıyı, bu büyük ekibi ahenkle çalıştırma imkânından mahrum kalırız.”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Erdoğan üzerine basa basa, kelimesi kelimesine bir yerlere mesaj veriyor.

Bu mesaj az öz mesaj değildir.

Diyor ki;

“Bizim malum manifestomuza ihanet etmeyen, ülkesine sadakatle bağlı herkese kalbimiz de kollarımız da açıktır.”

Yani gönül ferahlığıyla kardeşliğimize devam edeceğiz.

Ama bunun tersiyse, yolunu şaşırmış, hem kendi dengesini, hem ülke dengesini, hem de milletin dengesini şahsi çıkar uğruna, kişisel rant hesabıyla çalışanlar, yanımızda olamazlar..

Çünkü bu ülkeye ve millete "ihanet" etmektedirler..

Cumhurbaşkanımız devamla şunu söylüyor;

“Bu ülkeyi bölmeye gayret edenlere bu toprakları yaşanmaz hale getireceğiz.”

Bununla da PKK’yı, FETÖ’yü kastediyor demektir.

Ama tabii akla gelen elbette ki doğal olarak da bu…

Yalnız bunu da acizane ifade etmeden geçmek istemiyoruz.

Bugünkü AK Partinin siyaset mekanizması olsun, stratejinin tespiti olsun…

Elbette ki FETÖ denilen meşum bir olgunun varlığı, kesinlikle durup dururken oluşmadı.

Bu yapı, 1965’li yıllardan beri devam ede gelmiştır…

Palazlanmış ve devletin çok önemli kesimlerine sızdırılmıştır..

Ama hep dost olarak kendini göstermiştir..

Böyle kamufle etmiştir…

Nihayetinde sonuç itibariyle ABD’nin bir projesi olarak ortaya çıktı.

Taksim Gezi Parkı olayları, 17-25 Aralık operasyonları ve nihayetinde 15 Temmuz’da "darbe girişimiyle" patlak verdi.

ABD’nin bu projesi maya tutmadı ve inşallah tutamayacak da.

Keza PKK da…

Ta 1984’lü yıllardan beri devam ede gelen, yani 12 Eylül’den sonra derin devletin, JİTEM’in İsrail’e ve ABD’ye, haçlı, ermeni lobilerin bir projesi olduğunu hatta ASALA’nın bir uzantısı olduğunu ve Türkiye’yi bölme başarısını elde etme için çalıştırılan piyon bir örgüt olduğunu da kimse inkâr edemez.

Keza DEAŞ da öyle.

Önce Irak’ın başına, sonra Suriye’nin başına ve dolayısıyla da Türkiye’nin başına musallat olan kirli bir proje olduğunu sağır sultan dahi biliyor...

Bunlar kamuoyu nezdinde bilinmektedir ki; bu her üç tehlikeli unsur, nevzuhur birer terör örgütleridir.

Amma velâkin.

1960’lı yıllardan 1980’li yıllara kadar, yani 12 Eylül’e kadar geçen süreçte de yine terör unsurları varlığı orta yerde idi.

Kimse inkâr edemez.

Ona da DHKP-C adı takılmıştı.

Deniz Gezmiş’lerden tut, Mahir Çayan’lara kadar…

Bugünkü sistemin ve rejimin TBMM’ne taşıdığı Ertuğrul Kürkçü’süne kadar.

Tüm bunların varlığı, bırakın yalnız Türkiye’yi bölme cihetine gitme şeklini, hem anayasanın yok edilmesine yönelik, hem cumhuriyet rejimini ortadan kaldırmaya yönelik bir yıkım unsuru oldukları tartışılmazdır…

Bu paralelde oluşa gelen Rus lobisine bağlı Marksist, Leninist bir ulusalcılık…

Kemalistlik ve laikçilik gibi kavramları kullanarak, "kendine" meşruiyet kazandırmıştır…

Bilinen odur ki eğer bugün FETÖ’nün varlığı varsa ki vardır…

Onun arkasında CHP’nin varlığı, tartışılmaz bir gerçektir…

Eğer PKK terör örgütünün varlığı söz konusuysa ki vardır.

Yine CHP vardır…

Artı Doğu Perinçek, artı ABD ve İsrail vardır.

Tüm bunların varlığı bugün gün gibi aşikâr ve her şeyle gün yüzüne çıkmış bir gerçektir.

Bakın, ABD açık ve net olarak diyor ki;

“Suriye’de çok yakında PKK bir Kürt devleti kuracaktır.”

Ve silah veriyor.

Ve Türkiye’deki malum, piyon kefereler bunlara alkış tutuyor ve kına yakıyor.

Ondan değil midir ki; CHP lideri Kılıçdaroğlu bas bas bağırıyor diyor ki; “Türkiye’de güvenlik yok.”

Bunu diyebiliyorsa acaba suçu yalnız onda mı aramak lazım?

Suç varsa ki vardır.

Zira Türkiye’yi şikâyet ediyor.

Yalnız onda mı aramak lazım?

Bize göre hayır.

Mevcut sistemde aramak lazım ve bunun adı de demokrasidir.

İçi boşaltılmış rejim, bunu koruyor.

Sözü fazla uzatmadan tek kelimeyle şunu diyebiliriz ki;

Yıllardan beri Türkiye’nin başına musallat olan ve her gün yeni isimler kazanan ne kadar menfi ve habis ura sahip terör odakları varsa, hiç unutmayalım ki mevcut rejimin yanlış uygulamasından üremektedir..

Ve bunun başını çeken de CHP’dir.

Ve onun doğurduğu DHKP-C’dir.

Ondan sonra PKK, FETÖ ve DEAŞ’tır.

Ama siyaset dili tarafından, 28 Şubat’ta Güneydoğu Anadolu’da PKK ile iç içe çalışan JİTEM’in menfur unsurları dile getirilmiyor.

DHKP-C dile getirilmiyor.

Hele hele Ergenekon unsurları hiç dile getirilmiyor.

Ancak Sayın Erdoğan’ın bu tespitlerine katılmakla beraber, şunu da acizane huzuruna sunmak üzere diyoruz ki;

"Gerçekten metal yorgunluğu olan defolu unsurların partide yer almama vurgulamaları kaçınılmaz ve unutulmaz tespitlerdir.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki, özellikle Diyarbakırımız’daki hala da elini Diyarbakır’dan çekmeyen, yıllar yılı AK Partiyi ve Erdoğan’ı kullanarak bir tahrip kalıbı gibi gâh PKK’nın yanında, gâh FETÖ’nün yanında, gâh DEAŞ’ın yanında gizliden gizliye yer alan bazı menfur adamların varlığı, bir türlü görülmüyor.

Dile getirilmiyor ve hadi “s…… ol partimizden git” denilmiyor.

Diyarbakır, bu bölge bu acube insanları gördüğü zaman hayal kırıklığına uğruyor.

Acaba, acaba, acaba bu ne hal deyip duruyor?

Gönül arzu ediyor ki…

Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan, tüm bu söylemleri içerisinde uygulamaya geçerek bu defolu insanı, bu metal yorgunluğu olan Diyarbakır’daki bazı unsurları partiden hemen uzaklaştırsın ki; bir daha ki seçimlerde oylar HDP’ye gitmesin.

En derin saygı ve sevgilerimle.