Görüş Bildir

TOPLUMSAL AHLAKİ ÇÖKÜNTÜ VE TERÖR!

 

Evet, sevgili okurlar.

Hiç kuşkusuz ki...

Bu köşemizde her zaman sizinle paylaşmak istediklerimiz, memleketin önemli meseleleridir.

Bilindiği gibi kültürümüze mal olmuş bir atasözü var;

“Görünen köy kılavuz istemez…”

İşte bu vecize sözle yola çıkarsak…

Ülke insanı olarak, bölünmez bir bütünlük içerisinde memleket meselelerini ele alırsak işte o zaman çözüme ulaşabiliriz.

Eğer bir bütün olarak düşünemiyorsak…

Bilmeliyiz ki, ülkeyi peşinen iki komşumuz olan Irak ile Suriye haline getirmiş oluyoruz…

Peşinen bölünmüşlüğümüzü kabul etmiş oluyoruz...

Nitekim, fiilen olmasa dahi ümmet olarak kendi tarihimizden, milli kültürümüzden, ahlaki değerlerimizden uzaklaştıkça uzaklaşmış olduğumuzu hissedersek, demek ki hükmen bir bölünmüş durumdayız.

Evet.

Görünen odur ki devlet olarak, millet olarak, ülke olarak, yıllardan beri teröre karşı vermiş olduğumuz mücadelede bir türlü sonuç elde edememişiz, edemedik ve edebileceğimiz de görünmüyor…

Acaba iktidarlarda, stratejik bir bozukluk mu var?

Veya hedef şaşırma mı var?

Yoksa kör dövüşün içerisinde miyiz?

Bilinmez bir denklem gibi…

Tüm bunları bir yana bırakalım.

Bize göre terörle mücadele etmekte eğer ki bugüne kadar başarısızlıkla neticelenmişse ki öyledir.

Demek ki burada arıza-i durum büyüktür…

Zira devlet, milletin tüm ekonomiksel bütçesini hatta insanları kullanarak mücadelesini sürdürüyor ise de, yine de bir türlü hedefine ulaşamıyor.

Terör, Allah’ın her günü adamları kaçırıyor, masum insanları öldürüyor.

Deyim yerindeyse kırsalda bulunan bazı ilçe ve köylerde kol geziyorlar.

Devlet, demokratik, çoğulcu parlamenter sisteme dayalı olarak, elinde tuttuğu milli irade gücünü yerine göre kullanmıyor mu acaba?

Bize göre “Evet”.

Hem orası öyle, yani milli irade gücü tam manasıyla kullanılamamakla beraber, en büyük mücadele yanlışlığı; toplumsal ahlaki çöküntülerle mücadele etme şeklidir…

Çünkü istikrarlı bir mücadele yok…

Ancak tutturmuşuz, bol bol şehit vermeye.

Yalnız bugün değil.

Yıllar yılıdır…

İnanın, sevgili okurlar.

12 Eylül’den, hatta 27 Mayıs darbeci cunta hükümetinden tutun da günümüze kadar devam ede gelen terör mücadele şekli, vahim yanlışları barındırmaktadır…

Neden derseniz?

Zira devletin elinde, gerçek manada mücadele ruhunu taşıyan unsurlar yeterli derecede yok…

Büyük bir eksiklik vardır.

Aslında terörle mücadele denildiği zaman, toplumsal ahlaki çöküntüyle mücadele denilmesi gerekir..

Eğer benim köyümden, benim mahallemden, benim ilçemden, benim şehrimden, tüm ülke sathında terör örgütü PKK benim insanlarımı ayıklayıp içimden alıp dağa götürebiliyor ve silahlandırıyorsa, o zaman gerçekten derinden derine düşünmemiz lazım.

Benim gençliğim, benim neslim, benim körpe dimağlı evladım nasıl olur da aldanıyor?

Nasıl oluyor da üç beş baldırıçıplak, soyu sopu belli olmayan kanı bozuk insanların sathına iltihak ediyor ve gidiyor?

Hem de arkasına bakmadan gidiyor.

Ve bir müddet sonra silahlı olarak dönüyor, kendi özbeöz ülke insanına silahı doğruptup ateş ediyor…

Askeri şehit ediyor, polisi şehit ediyor…

Rasgele masum insanları katlediyor ve şehit düşürüyor.

Evet, gerçekten tüm bu söylediklerimizin hulasası olarak ele alırsak, ne yazık ki bize bu sonucu veriyor.

Şimdiye kadar yapılan terörle mücadele şekli yanlıştır.

Terörü teşhis etme politikamız doğru değildir.

Terörü sadece dağdaki unsurlar olarak görüp de devletin topunu, tüfeğini, mermisini ormanlara yağdırmakla mücadele verildiğini düşünüyorsak, bu çok yanlıştır.

Niye yanlıştır?

Çünkü bugüne kadar yapılan uygulamalar, hep aynıdır da ondan…

Bir türlü netice alınmamış olması hasebiyle iddia ediyoruz ki bu strateji yanlıştır, batıldır, yanılmadır.

Zira ders-i ibret almak lazım…

Denenmiş denenmez...

Onun için, önce bir toplumu yetiştirmek gerekir….

Ki buda, en büyük terörle mücadele şeklidir.

Sen toplumuna, gençliğine, iman ve İslam kültürünü aşılayamıyorsan, peşinen kaybetmişsin…

Milli eğitim camiası sadece Allah, Peygamber, din, iman, Hz. Muhammed (S.A.V)’in sevgisi yerine eğitim müfredatlarımızı, küfür sistemleriyle donatıyorsak, oradan yetişen gençlik elbette ki, satanist olur…

Allahsız bir gençlik olarak karşımıza çıkar…

Hele hele Siyonist ve haçlı emperyalist, müstevli işgalci devletlerin kültürüyle “Milli eğitim” camiamı onunla donatıyorsam, onunla tedrisat yapıyorsam, o zaman devletçe ve milletçe başımızı önümüze eğip çok derinden düşünmemiz lazım.

Zira mücadele şekli yanlıştır.

Silahla, mermi atmakla, insanları öldürmekle, kan dökmekle her iki taraf da olsa başkasının değirmenine, yani dış düşmanların değirmenine su taşımaktan başka bir şey değildir.

Bize göre en iyi olan strateji şu olmalıdır;

Terörle mücadele kavramı yerine, toplumsal ahlaki çöküntülerle mücadele denilmelidir…

Terû taze bir gençlik yetiştirmenin hedefi içerisinde olunmalı.

Namuslu, dürüst, haram yemeyen, hep helal lokmayı düşünen bir toplum oluşturmalıyız…

Ki o toplumda hiçbir zaman kanı bozuk nesil türemesin…

Satılmış, ruhsuz, ahlaksız, gençlik potansiyeli oluşmasın.

Bu nedenle bize göre terör deyince, önce milletimizin içine virüs olarak girmiş olan ahlaki çöküntülerle mücadele etmeliyiz…

Ki bu toplumda terörist yetişmesin.

Bu toplum, artık “Milli ruh”la donatılmış bir gençlikle tanışmış olsun.

Evet, sevgili dostlar.

Bakınız, Kur’an-ı Kerim bize bunları anlatıyor.

“Hud” suresinin 101. Ayeti bize diyor ki;

“Onlara biz zulmetmedik; fakat onlar (inat etmekle) kendilerine zulmettiler. Rabbinin (azap) emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları onlara hiçbir şey sağlamadı ve onların zararlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.”

İşte bakınız sevgili okurlar.

“Taptıkları ilahlar” dedikleri nedir?

Somut bir putçuluk anlayışıyla değil, soyut bir putperestlik, tabulaşmış emperyalizmin tağuti temsilcilerinin içimizde inşa ettiği yapay tabulardır…

102. ayet ise şöyle diyor;

“İşte Rabbin, halkı zalim olan memleketlerin yakasından tutunca böyle tutar. Hiç kuşkusuz O'nun yakalaması pek sert ve acıklıdır.”

Rabbim, bizi milletçe bu badirelerden muhafaza eylesin.

Ama Allah’ın her günü afetlerin, musibetlerin, belaların çok değişik çeşitleriyle karşı karşıya kaldığımızı da unutmayalım.

Hırsızlık mı, rüşvet mi, adam kayırma mı, gelen giden iktidarların eliyle haksız yere milletten vergi ve ceza tahsil etmek mi?

Millete faiz ve tefecilik sistemlerinin resmi bankalarda dahi uygulanması, ekonomiye atılan en ağır darbe bu değil midir?

Daha neler sayarsak, bitmez tükenmez.

İşte bunlar terörün dik alası değil midir?

Tek bir cümleyle şunu ifade edeyim.

Bir önceki gün İstanbul’da yağan yağmur ve oluşan sel felaketi, inanın bize göre en büyük bir badiredir ve uyarıdır.

Bundan daha uyarıcı bir olay bize göre düşünülemez.

Zira bakınız, “Hud” suresinin 117. Ayet-i celilesi mealen şöyle diyor;

“Yoksa senin Rabbin, halkı dürüst davrandıkları sürece, bir toplumu asla helak etmez.”

İşte, sevgili okurlar.

Yorum sizlere aittir…

Ama siz ve bizler yani hep birlikte, derinden derine düşünmeliyiz.

Özellikle devleti elinde tutan, gelen giden yönetimler…

Onlar iyi düşünmelidir..

Hatta parlamenter sistemde bulunan meclis bireyleri..

Olup biteni, temiz bir ruhla iyi düşünmelidir.

Yarın yeni Bakanlar Kuruluyla ilgili, sizlerle hasb-i halim olacak…

En derin saygı ve sevgilerimle.

 


Bu Makale 2270 kere okunmuştur.