KARACİĞER YAĞLANMASI

Bir avuç Vandal.

Evet.        

Tam da bir avuç Vandal…

Ötesi yok.

Olmayacağı gibi de Şehr-i Diyarbekir'i de temsil edemez.

Amed’i de.

Zaten, bu memleketli de olamazlar!

***

Çünkü örf, adet ve geleneklerimiz.

Geldiğimiz kültür.

Yaşadığımız coğrafya!..

Misafirperverliğimiz,

İnsani,

Ve sosyal ilkelerimizde "Vandallık" yoktur.

Olmaz da!

***

Onun için!

Kimse;

Kürtleri, Şehr-i Diyarbekirliyi...

Amed halkını.

Barbar, şiddet seven, kin güden olarak gösteremez!.

Göremez.

Ve "suçlama" yükleyip, "Vandallıkla" itham edemez!

***

Hele ki;

Barışın ikmal edildiği,

Ve sembolü olan "sportif" aktivitelerin harmanında!

Ne mümkün?

Ne var ki;

Bölge insanına "öcü" bir bakış zihniyeti var.

Provokatif anlayış.

Peşin hükümlülüğün getirdiği; "ateşi" fitilleme şeytanlığı söz konusu…

Kabul edilemez!…

***

Diyorlar ki;

Galatasaray otobüsü stadyuma giderken taşlanmış!

Sonra mı?

Maç çıkışında da, "taşlama" olmuş…

Başka!

Başka da yaşanmış bir vaka yok.

Varsa; "Polisle” “Vandal” değimiz güruhla, yaşanmış..

***

Şimdi sormak istiyorum!

Bu ve benzer hadiseler, salt Diyarbakır'a mı özgü yaşanıyor?

Hayır.

Daha önceki gün Sivas'ta yaşanan…

İzmir.. İstanbul.. Bursa..

Ve daha sayabileceğimiz birçok kent!

Trabzon.

Benzeri.

Hatta daha "çirkinlikleri" yaşanıyor..

Tribünde, adam bıçaklanarak öldürüldü.

Satırlı, kasaturalı..

Kimse de; "tık" demiyor..

Olabiliiiiiir miiiiş?

***

Ama iş; Diyarbakır'a gelince "Vurun abalıya"

Günlerdir.

Yazılı ve görsel medya…

Hele ki, sosyal medya…

Bela bir fitneyle; "Vandalizm" yapıyor.

"Taş" atan gruhtan daha beter.

Sanki tüm Diyarbakırlılar "sokağa dökülmüş.."

Sanki Galatasaray "futbolcularını" boğazlayıp, 'dar' ağacına çekmiş.

***

Onlarca ölü, yüzlerce yaralı…

Milyonlarca lira maddi hasar…

Yuh olsun!

***

Maç öncesi!

Bir gece önce..

Ey Galatasaray yönetimi, camiası!

Ve onun, medya avaresi.

Sizi ağırlayan, gecenizi "şenlendiren", şarkılı-türkülü eyvan gecesi yaşatan, otelde ziyaret eden…

Kardeşlik sembolüyle, sahaya kol kala çıkan kimdi?

Bu şehrin "insanları" değil miydi?

Şeref tribününde. Futbolcu soyunma odalarında; varmıy dı "size yakışan" bir durum.

***

Dersiniz ki!

Kürtler Galatasaraylıdırlar.

Çünkü Öcalan Galatasaray'ı tutuyor.

O zaman bu bir bardak suda fırtına yaratıcı rezillik de ne?

Ha bir de Emniyet!

Size "ekstra" koruma önerisinde bulunmuş, siz reddetmişsiniz…

Peki, nerde; fikrinizle-zikrinizin birleştiriciliği?

Palavra!

***

Demek ki, "gün oğlusunuz"

Aynı zamanda; "savunduğunuz fikre de" ihanet ediyorsunuz?

Yakışmaz!

Gelelim, sahadaki atmosfere!

Farklı bir galibiyet; 4-1.

"Dört dört diye tempo tutan", Diyarbekirli değil miydi?

***

Tribünler..

Taraftarlar.. Amedspor'lular..

Galatasaraylılar..

Yan yana değil miydi?

Centilmenliğin resmi daha ne olsun?

Arıza-i bir durum oldu mu 90 dakika boyunca?

Hayır.

Her maçta yaşanan hadiselerin dışında…

Neden bu "abartılı provokatif" ateşi körükleme halet-i ruhiyeti?

***

Eee..

Zihniyet "körelmiş"..

Peşin hükümlü..

Bu nedenle değil miydi ki;

5 yıl önce Bursaspor'un "haince" sergilediği ideolojik planla, Diyarbekirspor'a "idam" cezası verilmesi!

Hep derim: Türkiye'de, "futbol" politize olmuşluktan.

"İdeolojik" yıkıcı, düşünce üreticilerden, arınmadıkça, sahil-i selameti bulmaz!

***

Bakın!

İstiklal Marşı'nın okunması esnasındaki "uğultu" ses; kimden gelmişse, kabul edilemez.

Çünkü O İstiklal Marşı, "Çanakkale’de, Dumlupınar’da" kan döken, bu ülkedeki "tüm kimliklere" aittir.

Tek bir kimliğe ait değil.

Saygısızlık yapılmışsa!

Bu kendi "atasına" saygısızlıktır.

Diyarbakır'ın yekunuyla sorgulanamaz.

***

Velhasıl!

Mevzuu her yönüyle; "Provokatif"

Baksanıza!

Diyarbakır'a öyle bir kin ve nefret duygusuyla bakılıyor ki..

Bakanın beyanatını bile; "ters yüz" edip emellerine alet eder hale geldiler.

Dün, Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç'ın bir açıklaması oldu.

Malum!

Diyarbakır Stadyumu "yıkım" tehlikesiyle karşı karşıya.

Zaten onun için de Galatasaray maçına 4 bin 600 seyirci alındı ki stadyum, 14 bin civarında seyirci kapasiteli.

***

Teknik rapor.

Ve yönetmenlik noktasında…

Bakan Kılıç şöyle bir beyanat vermiş.

"Ben bir daha o stadyumda maç yaptırtmam"

O kışkırtıcı medya ve dili..

“Vur abalıya” misali;

Diyarbakır'ı daha bir kötü, gidilmez olarak "göstermek" için şu başlığı kullanıyor.

Diyor ki:

“Diyarbakır’da bir daha maç oynatmam."

İşte, çirkinlik ve rezillik bu!

***

Bakalım, TFF nasıl bir anlayış içerisinde?

TFF'ye, birçok yazım oldu.

Özellikle;

Diyarbakır dâhil bölge takımlarına karşı; bir "peşin hükümlülük" içerisinde olduğuna dair.

Şöyle bir lig ölçeğine bakarsak..

Doğu ve Güneydoğu illerindeki takımlara hep; "kıyım" yapmıştır..

Nitekim, Galatasaray maçında olup biteni TFF "İdeolojiden" disiplin kuruluna sevk ediyor…

Yani kendi ideolojik fikriyle..

Ne diyelim!

Allah, olup-bitene sebebiyet verenin müstahak’ını versin..

***

BAŞSAĞLIĞI.

Üstadın, talebelerinden bir şahsiyet.

Abdülkadir Badıllı ağabey.

Dün, tedavi gördüğü Ankara Gazi Üniversitesi Hastanesinde hakkın rahmetine kavuştu.

Bugün, Şanlıurfa'da defnedilecek.

Evet, Nur camiasından bir çınar daha "hakk'a" yürümüş oldu.

Allah rahmet eylesin..

Mekanı cennet olsun..

Sevenleri, Nur camiası ve Badıllı ailesine, başsağlığı dilerim.

Hiç kuşkusuz ki, ölüm en güzel ibret.

Ve tabi ki; irfan mektebi!

İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raci'un…

,

Evet, değerli okurlar.
Her zaman güncel olayların nabzını tutmak ve kamuoyuna deşifre etmek, elbette ki basının vazgeçilmez temel görevlerindendir.
Eğer medya unsurları, bunları "objektif bir gözle görmeyip, bilerek, kasıtlı olarak, gerçek olayları tersyüz edip başka yönlere çekmeye çalışıyorsa," bize göre o medya çevresi başlı başına birer fitne unsuru haline dönüşmüştür..
Bu köşede her zaman anlattığım gibi, eğer "Türkiye’de bir karmaşa varsa, kavga, terör, kan ve gözyaşları her gün biraz daha artıyorsa," mafya hesaplaşmasından tutun da rejimin bünyesinde devlet yetkilerini kötüye kullananlara kadar, bunlar bize göre rasgele gelişen, oluşan olaylar değil.
Sistemin bünyesine gizli eller tarafından yerleştirilmiş birer tuzak, kumpas ve hileli oyunlardır.
Bu oyunları sahneye koyan senaristler, bunları çok rahat malzeme olarak kullanıyorlar.
Medya da deyim yerindeyse bu olayları havasına göre görerek, gün oğlu misali hava hangi taraftan eserse, ona uygun olarak davranıyor.
Olayları pohpohlayarak büyütüyor.
İstediği zaman haklı çıkarıyor, istediği zaman da haksız çıkarıyor.
Özellikle güçsüz olan nerede ise güçlünün lehine ipini çekiyor ve deyim yerindeyse darağacına kaldırıyor.
* * *
Bakınız.
Türkiye’deki mevcut olaylar, her gün güncelliğini biraz daha fazlasıyla koruyarak ve üzerine daha fazla ilaveler yapılarak, otoriteyle, daha doğrusu iktidarla cemaatler arasına körükle ateşe gidip, her gün biraz daha alevlendirmek üzere olaylar provoke ediliyor.
Öyle ki, senaryonun görünmeyen tarafını örtbas edip, saklamayı beceriyorlar.
Haklı kimdir, haksız kimdir, zalim kimdir, mazlum kimdir meçhul?
Tersyüz edilerek olayların gerçek yüzünü, gerçek olmayan yüzüne çevirip güçsüzü güçlüye boğduruyorlar.
Bize göre bunlar; hilelerin, tuzakların, kumpasların dik alası olup, kirli malzeme her gün biraz daha medya pazarında revaç görüyor.
Kocaman Türkiye insanı arasında büyük bir inanç kardeşliği olduğu halde, o inancı sekülarize ederek, laisizme çevirilerek, Kemalizm diktası altında inim inim inleterek, toplumu birbirine düşürmeyi kendine temel görev olarak görüyor.
Oysaki yazımızın başından buraya kadar saydıklarımızın tümü medya unsurları tarafından kasıtlı olarak pişirilip, canavarlaşmanın sofrasına sunuluyor.
Zira mezalim var, dayatma var, istibdat var, cebri ve keyfilikler var.
Sistemin ve iktidarların bünyesinde bariz bir şekilde görünen kirlenme odaklarını görmezlikten gelerek, suçluyu masum gösterip, suçsuzu da suçlu olarak gösterme becerisini, basının havarileri tarafından güzel bir sanat olarak sergiliyorlar!
* * *
Bakınız, sevgili can dostlar.
Yıllardan beri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, rejimin bünyesinde oluşturulan bir JİTEM belası var.
İnkâr edilmez bir biçimde yöre insanlarını inim inim inletmiş faili meçhul cinayetleri o biçim işlemiştir.
Birilerini Hizbullah boyasına boyatmış, ortaya hedef olarak göstermiş, günü gelmiş o boyayı değiştirip, aynı insanları PKK boyasıyla boyatmış, biraz bu şekilde masumlara zulmetmeye devam etmiştir.
Kan, gözyaşları, söndürülen ocaklar, işlenen cinayetler, hiç olmamış gibi ter û taze, pak ve berrak olarak olayları tersyüz etmekle ortadan kaldırmışlar.
Zalim nerede, mazlum nerede belli değil?
Cani katiller, devletin üniforması altında elini kolunu sallayarak, hayatını serbest biçimlendirmeye devam etmişler.
Ama iktidarlar bunu görmemiş.
Görmüşse de işlerine gelmemiş.
Çünkü medya; görülen lüzum üzerine olayları biçimlendirerek, yetkililerin önüne koymuştur.
Adeta hedef değiştirilerek iktidarın dikkatini başka yönlere çevirmiş, olayları başka meydanlara çekmiş, büyük bir şaşırtmaca oyunu gerçekleştirmiştir.
Ve aynı oyun hala devam ediyor.
Siyaset arenasına baktığınızda, siyasiler kendi aralarında devlet imkânlarını oldukça kullanarak, rant bölüşme cihetine gidiyorlar.
İktidarların yaptıkları ilk iş rant bölüştürmesi olmuştur.
Bugün iktidar partisi olan AKP, her ne kadar Ak Parti demek berrak, nurlu, şeffaf bir parti olma manasını taşıyor ise de görünen hiç de öyle değildir.
Tam tersine bulanık, sisli bulutlar, rant ve tuzaklardan ibaret olan bir siyasi oluşum haline gelmiştir.
Köşeye sıkışınca, o ayıplarını örtbas etmek için paralelcilik oluşumuna sarılmış, cemaatleri hedef göstermiş, hatta Fethullah Gülen cemaatini, silahlı bir terör örgütü olarak gösterme becerisi sağlamış ve etrafına sözüm ona muhafazakâr yalaka medya unsurlarını da almış, oldukça “Sütten çıkmış ak kaşık” olarak kendini gösteriyor.
Bir yandan bu şekilde gününü gün ediyor, diğer yandan da “Barış Süreci” adı altında PKK ile barış pazarlığına hazırlanıyor.
İki üç seneden beri bunu kamuoyuna böyle lanse etmeye çalışıyor, ama hiç de bir arpa boyu kadar ilerleme yok.
Hep oyalama taktiği ve kandırmacalardan ibaret.
Böyle olunca zaman zaman karanlık tablolar ortaya çıkıyor.
Tıpkı 6-7-8 Ekim olayları gibi!
Kaşla göz arasında, bir hiç uğruna HDP’nin Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın iki dudağı arasından çıkan iki cümleyle insanlar sokağa dökülmüş ve bölgede 50’ye yakın insan olaylarda hayatını kaybetti.
“Ölen öldü gitti, kalanlar sağ olsun” misali, hep oldu-bittiye getirildi.
Oysaki AKP 12 sene evvel bir siyasi parti olarak ortaya çıktığı zaman, halka kendini muhafazakâr, dindar, helalini helal, haramını da haram olarak bilen, kurtarıcı bir siyasi teşekkül olarak kendini gösteriyordu.
Büyük bir ümit olarak herkese bir teselli durumuna geldi.
Gün geldi, olaylar, oluşumlar, tuzaklar, oyunlar, apayrı bir zemine oturtturuldu.
Tıpkı 1908’lerdeki İttihat Terakki Cemiyetinin kuruluşu gibi…
Osmanlı Devletini yıkıp yerine meşru bir zeminde meşrutiyeti kurup, Osmanlıyı saf dışı bırakıp (!), Sultan Abdülhamit’i tahttan alaşağı edip, “Genç Türkler” manasını taşıyan Jön Türkler, kuru Turancılığa dayalı bir anlayışla yola çıkarken, kocaman bir Osmanlıyı, İslam Hilafetini yok edebildiler.
Ülke; adeta haçlı anlayışlara peşkeş ettirildi.
Nihayetinde milli mücadele günlerine kadar gelindi ise de İttihat Terakki partisinin bünyesinde büyük söz sahibi olan masonlar vardı, bu masonlar, o partiyi başka yönlere çekti ve tarihi Devlet-i Âliye-yi Osmaniye tarihe gömdüler.
Ve İngilizler tarafından kurdurulan cumhursuz bir cumhuriyetle buraya kadar gelindi.
* * *
Sevgili okurlar.
Sözü fazla uzatmadan, çok çarpıcı olan bir gerçeğe daha sizi götürmek istiyorum.
Dünkü Diyarbakır Söz Gazetesinin sürmanşetinden siyah zemin üzerine sarı yazıyla yazılan “KAZANDA YAKTILAR” başlıklı bir haber.
Çok çarpıcı ve Güneydoğu'daki vahşi sürecin bir ölçüde maskesini düşüren bir haber.
Haber özetle şöyle:
“Biri uzman çavuş sekiz kişinin öldürülmesine ilişkin yürütülen JİTEM soruşturması tamamlandı. Karakolda uzman çavuşu gözaltına alanların öldürülmesini üst makamlara bildirmemesi için kömür kazanına atıp, yaktıkları iddia edildi”
Bu haber Türk kamuoyuna ve dünya kamuoyuna bir ibret levhası olması gerekirken, hep saklı tutuldu.
Güneydoğu’da tarihi JİTEM’in kanlı, yargısız infaz ve fişlemelerinin korkunçluğu bitmiyor.
“Üçü çocuk biri uzman çavuş, 8 kişinin gözaltına alındıktan sonra öldürülmesiyle ilgili Midyat Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede anlatılanlar; 1990 yıllarında JİTEM’in işlediği faili meçhul cinayetler iddiasını tekrar gündeme getirdi.
JİTEM tarafından sorgulanmalarının ardından öldürüldüğü yönündeki iddiaların üzerinden 19 yıl geçtikten sonra, hazırlanan iddianame Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.
230 sayfalık iddianamede mağdur yakınlarının gizli tanık ve o dönem karakolda görev yapan asker ve korucuların ifadeleri yer alıyor”
* * *
Evet, sevgili dostlar.
Gerçekten bir ibret levhası..
Aradan 19 yıl geçiyor ve iddianame daha yeni hazırlanıyor.
Sormazlar mı, bu ne lahana bu ne perhiz turşusu?
Sözde aydın geçinen kalemler, bunu bu güne kadar hiç ama hiç dile getirmemişler ve hiç de umursamamışlar.
Zira görünen budur ki bu Türk medyasının çalışabilmesi için, illaki arkalarında onlara maddi güç sağlayan iktidarların olması lazım.
Örtülü ödenekleri bol miktarda onlara harcayan Başbakanlar lazım.
Bunu hiç kimse umursamadı bugüne kadar.
Keza bu anlattıklarımız daha “Deveden kulak bile değil”
Kiralık medya bunları görmezden geliyor.
Ancak 80 yaşındaki Fethullah Gülen Hocayı silahlı terör örgütü kurmakla suçlayabiliyor, Pensilvanya denilen kavram ağızlarından düşmüyor ve aynı bu Pensilvanya’yı, Fethullah Gülen’i ve cemaatini de beraber hedef göstermekten başka bir görevleri yokmuş gibi hep bu işi yapıyorlar.
Neden mi?
Zira 17 Aralık, 25 Aralık 2013’teki yolsuzluk olaylarını ortaya çıkaran bazı savcılarla, bazı polisler, onlara düşen görevi yerine getirmek manasıyla değil, tam tersine “Siz partinin ayıplarını ortaya deşifre ettiniz” diye “silahlı örgütsünüz” “Pensilvanya’nın direktifleri paralelinde ter û taze, pırıl pırıl Ak Parti’yi (!) yolsuzluklarla suçladınız”
“Vay canınıza!”
Tüm devlet güçlerinin artık başka görevi kalmadı, Pensilvanya, Pensilvanya, Pensilvanya.
Dargeçit’te kocaman bir olay olmuş, olayın görgü tanığı bir uzman çavuşun yetkililere bildirmesin diye kömür kazanına atılarak öldürülüyor..
Ama olay hiç olmamış gibi, yetkililerin defterine tescil edilmemiş.
Görmezlikten gelinmiş ve kamuoyu böylece pasifize edilmiştir.
Ne diyelim.
Allah encamımızı hayreylesin.
Ve bu kiralık yalaka medyanın şerrinden de bu ülkeyi kurtar ya Rab, demekten başka bir şey elimizden gelmiyor.
En derin saygı ve sevgilerimle.
Hayırlı Cumalar.

,
Değerli Söz Gazetesi okurları, hepatit B hastalığının irdelendiği köşemize ilginin bu denli pozitif olması bir hayli sevindirici...
Aldığım çok sayıdaki elektronik postalarda sorulan ve merak edilen bir diğer konuda karaciğer yağlanması ile birlikte seyreden ALT ve AST yüksekliğidir. Hastalarımız karaciğer yağlanması ile hepatit B hastalığının ilişkisini ve farklarını sormaktadır. Bu nedenle bugünkü yazımızda bu konuyu irdelemek istiyorum.
Karaciğer yağlanması (hepatosteatoz) ; karaciğer hücrelerinde aşırı yağ birikmesidir. Yetişkin her dört kişiden birinde görülür. Alkol kullanımı karaciğer yağlanmasının en önemli sebebidir. Alkol kullanmayanlarda da görülen karaciğer yağlanması başlıca nedenleri ise şişmanlık, diabet (şeker hastalığı) ve kan yağlarındaki yükseklikten kaynaklanmaktadır.
Ayrıca şu durumlarda da karaciğer yağlanması görülebilmektedir; Geçirilmiş hepatit (sarılık, Reye sendromu, Wilson hastalığı, hemakromatoz, bilinçsiz diyet yapılması (hızlı kilo kaybı), proteinden fakir beslenme, kortikosteroid (kortizon) kullanımı, tetrasiklin (bir tür antibiyotik) ve diğer bazı ilaçların kullanımı gibi?
Karaciğer yağlanmasına ek olarak karaciğerde büyüme veya kişide bazı şikayetler de varsa (karın sağ üst tarafında ağrı, sarılık) veya karaciğer enzimleri (SGOT, SGPT vs) değerleri yükselmişse önemli olabilir. Karaciğer enzimlerini yükselten sebeplerden en sık görüleni karaciğer yağlanmasıdır. Karaciğer yağlanmasının tek başına çok fazla bir klinik değeri yoktur. Genellikle Karaciğer USG incelemesi sırasında fark edilmektedir. Tanısı için de zaten ultrasonografiden yararlanılmaktadır.
Karaciğer yağlanmalarının yaklaşık beşte biri iltihap ve/veya fibrozis ile beraberdir. Bu duruma steatohepatit denir. Alkole bağlı olmayan steatohepatit'lerin % 20'si siroza kadar ilerleyebilir. Başka bir hastalığın sonucu oluşmadıkça tek başına kişiye bir zararı yoktur. Çok çabuk düzelebilir. Ancak aynı zamanda başka hastalıklarla beraber görülebileceğinden, karaciğer yağlanması olan kişilerde bu hastalıklar mutlaka araştırılmalıdır ve sonuca göre tedaviye başlanmalıdır. Alkole bağlı olan karaciğer yağlanmalarında, alkolün kesilmesi ile kısa sürede düzelmektedir. Alkole bağlı olmayanların en önemli tedavi yöntemi kilo vermektir. Şeker hastalığında şeker seviyesinin iyi ayarlanması, kolesterol ve yağdan fakir diyet kullanılması gerekir. Bu önlemlere rağmen karaciğer enzimleri hala düşmemişse antioksidan ilaç kullanımı yararlı olabilir.
Genel anlamda karaciğer yağlanmasının herhangi bir özgül tedavisi yoktur. Lakin diyete dikkat etmek gerekir: İçki içilmemesi gerekir. Kolesterol içeren yiyeceklerin (tereyağ, kuyrukyağı gibi hayvani yağlar, kuruyemişler, sakatat, yağlı et ve kıyma, tavuk derisi, yumurta) kullanılmazsa iyi olur. Mümkün olduğunca yağsız yenmelidir. Parasetamol, kortizon, tetrasiklin gibi karaciğere zararlı ilaçlar sürekli kullanılmamalıdır.
 Peki Hepatit B ile olan ilişkisi nedir diye sorulabilir. Aslında doğrudan bir ilişki olmamakla birlikte hepatit B hastalarında, yağlı karaciğer birlikteliği sık görülen bir durumdur. Bu yönüyle karaciğeri tehdit eden iki farklı hastalığın varlığı karaciğer için sıkıntı yaratabilmektedir.
Sağlıklı Günler Dilerim