FİRASET-FERASET-BAKABİLMEK!

Aşırı nefret, kin ve garez...

Aşırı sevgi, bağlılık ve biat…

Derinlik arz edici…

İkisi için de temel ilke şudur; beşeri "kör" eder, şuursuzlaştırır..

Hakikat mi, hakikatsizlik mi ne ise gözünde 'fullüleşir?'…

İşte bu bakış… Bu Zihniyet bir "kör" taassuptur.

***

Deriz ki; "hadiselere" at gözüyle bakılıyor.

Meramı anlatan, bir benzetme…

Ne yazık ki…

Yaşamın her alanında…

Özellikle de; "Milli meselelerimizde"

Siyasi liderlerimizde; bu garabeti yaşıyoruz.

Partilerin yekvücuduna da, ahalinin bizatihi kendisinde de nüfuzlu…

***

Eee.

Toplumsal asimilasyon bu olsa gerek.

Prensipleştirdik; "tekçi" bakışı…

Orta yol yok.

Aklın yolu birdir; "gerçeğini" görmek, aramak değer ölçeğine almak ne gezer.

Varsa yoksa…

Ya tamamen "yok edeceksiniz?"

Ya da tamamen "biatle" her şeye göz yumacaksın.

Ötesi düşünülmüyor.

***

Kürt meselesi!

Gelinen aşama, yaşananlar.

Ve Aktörler.

Farklı bir mülahaza onlar için gerekli.

Ancak; tarafgirlik noktasında ne yazık ki "vahim" bir prensip söz konusu.

İşte HDP'nin sergilediği tutum.

İşte, İktidar.

Ve tabi ki, diğer muhalif partiler.

Devletin bizatihi kendi mekanizması; "tek eksende" çözümsüzlük üzerinde kurgulu!

***

Zaten.

Zıt kutuptaki "peşin" kararını vermiş.

Yok, ediciyim diye.

O nedenle illa ki, her şey "karşı" taraftan gelecek.

Kendinden adım yok.

Kapı aralamasını düşünmüyorlar/düşündürmüyorlar.

Düşünülmüyor da.

Belki "yanlıştan" dönülür veya "doğrunun" farkına varılır diye!

Ama ne mümkün "akıl değil, duygu" sömürgesi altında; "korku" tüneli içerisinde, ülkeye ve millete yol aldırılıyor...

Bilinmez bir yol...

***

 

Hele ki, parti taassupçuluğu

Sanki…

Parti.

Şu veya bu demiyorum.

Hepsi aynı üründen!

Derin nüfuzla görürsek gerçeklerini "at gözlüğü" bakışıyla, "iman" eder gibiler!

Onlar için parti "her şeyden üstün" diye görünür hale gelindi.

Sorgusuz-sualsiz!

Olmazsa, olmaz minvalinde bağımlılık, biatlik.

***

Karşı parti.

Veya yandaki parti…

Sağı, solu fark etmiyor…

Bırakın, Siyasi lideri…

En sıradan bir partiliyle konuşulduğunda bile; karşısındakine "inkâr" tahakkümünü dayatıyor.

Ab-ı hayat tanımıyor.

İş öylesine zıvanadan çıkmış ki.

Kavga mı, küfür mü, hatta "dinsizliğe, imansızlığa" kadar, uzuyor aradaki inkâr dayatması.

***

Çeşitliliği…

Zenginlik olarak görmüyor.

Ya da; "birlikte çözüm yolunu bulabiliriz, gerçeği!

Yol arkadaşlığı yok.

Zaten!

Bu "garabet" durumdan dolayı değil midir ki; ülke ve millet olarak "acılarımızı" dindirmeye yönelik bir türlü mesafe alamayışımız.

Birbirimizi "kırıp-geçirmekten" başka!

***

Yolsuzluk. Usulsüzlük. Aday kayırma.

Rüşvet.

Ahlaksızlık.

Düşmanlık. Kamplaşma. Ötekileştirme.

Kardeşin kardeşe kırdırılması.

Kanlı bıçaklı olmamız!

Ne yazık ki;  Güneydoğu'daki "şiddet ve terör" işte bu noktada yeniden, seyir aldı.

Kendine olan buldu…

Hendeklerin kazılması.

Öz savunma alanına meyil verilmesi.

***

Dağdaki şiddetin.

Şehirlere, İlçelere, mahallelere taşınması.

Polisin. Askerin. Sivilin.

Bebeklerin. Çocukların.

Ve elinde silah bulunanların hepsi; "şiddet ve terör sarmalı" içerisinde, kaybediliyor.

Öylesine bir noktaya gelindi ki.

Dün barış diyenler, Dost görüntüsü verenler "bugün" en haşin savaşçı.

Ölü sevici hale gelindi.

***

Dost kim?

Düşman kim? Hain kim?

Belli olmamakla birlikte; "kim kimin değirmenine su taşıyor" o bile meçhul.

İç savaş yaşıyoruz.

Türk-Kürt "çatışması" yaratılmak isteniliyor.

Batı Kürt kâbusu,

Güneydoğu Türk-Kürt kâbusuyla "yatıp-kalkıyor?"

***

Elinde silahı olan ne diyor?

Dize getireceğiz.

Belini kıracağız.

Peki, siyasi kanadı ne diyor?

"Kan dursun" diyen yok.

Var olan.

"Suçlu üretme" pozisyonuyla, tarafına "silahı elde tutma" haklılığı, gayretinde.

Tekçi bakış.

***

Tarihi bir söz!

"Firaset" (feraset) sahibi olabilmek.

Nüfuz edebilmek.

Kelime itibariyle malumunuz üzere Firaset "at" anlamına gelen "feres"ten türemiştir.

Ama!

Zaman tüneli içerisinde; lügatte "feraset" diye, yer almaya başlamıştır...

***

Dedik ya!

"At gözlüğüyle" hâlihazırda hadiselere bakıyoruz.

Eğer ki.

"O gözlüğü" atar isek.

Takılan "tekçi" gözlükten kurtulup, çıplak göze sahip olursak.

360 derece olup biteni görürsek.

Yani mecazi noktada "at" gözüyle, bakar isek.

O zaman…

Kapsamlı bir görüş,

Derin bir bakış,

Kuşatıcı bir muhakeme,

Bütününü saran bir yaklaşım,

İşin özüne nüfuz edebilen ilkelere sahip oluruz ki; "hiç bir mevzuu da" çözümsüz kalmaz.

***

Sonuç itibariyle!

Diyorum ki…

Şu "at gözlüğünü" atalım.

"At" gözüyle, ferasetleşelim.

Ki, "fikirlere" açık olabilelim.

Yoksa...

Siz "karşınızdakinin" söylediğini, anlattığını dinlemez, okumaz, görmez iseniz.

Onunla hasbi hal içerisinde olmazsanız.

Empati yapmazsanız.

Dışlarsanız.

Hep benim "doğrum" derseniz!

Kaybeden siz olursunuz...

***

Tüm bunlara ilaveten; önyargıların peşinde koşarsanız…

İnançlarınızı da ona "taassup" ederseniz bilin ki hak ve hakikati görmez olursunuz.

Fikirler belli bir noktada sabitlendiğinde, sadece kendi açısından bakar.

Ki bu ısrar ve ön yargı sahibini kolayca yanlışa götürür ve inancını zedeler yok eder.

Öyle bir hal alır ki; zaman içerisinde atılacak bir adımınız, beyan edecek bir fikriniz kalmaz.

İtibar eden de olmaz.

Kimseyi de yanınızda bulamazsınız.

Ne taban, ne tavana sahip olabilirsiniz?

Siz havanda,

O havanda "su dövmeye" devam eder.

Şu an; Güneydoğu'nun birçok il ve ilçesinde; "yaşananlar" mevcudiyetin sonucu tarafların karşılıklı akıttığı kanda havan dövmedir?

***

O'nun için.

Bizler akıl, fikir, kalp sahibiysek…

Olup-biteni de.

Gerçeklerimiz olarak "görüp" değerlendirmek istiyorsak.

Yanan "ateşi" söndürmek.

Yeniden barışçıl bir iklimi yaratmak, "üstünlükleri" değil, "eşitlikleri" öne çıkarmamız gerekir.

***

Girift ortamda.

"Kim suçlu, kim suçsuz" mülahazasının sonuç vermediğini, görmemiz lazım.

Bunun için de, çıkaralım at gözlüklerini.

Bize yakışan.

Feraset gözü ve imanıyla "akan kanı" durdurmanın "ortak aklıyla" hareket etmek.

Yoksa!

Ölümler devam eder.

Silahlar susmaz.

Ve her bir ölüm bin öfke olur; gelinen nokta da "etin tırnaktan" sökülmesi olur.

Ki bu da maazallah!

 

***

 

20 ÇOCUĞUMUZ ÖLDÜ

İşte korkunç bir gerçeğimiz.

71 günde, 20 çocuğumuzu kaybettik "bu kirli" savaş ve zihniyetin yarattığı atmosferde.

Kimi 35 günlük,

Kimi 17 yaşında körpecik bedenler.

Kurşunlara. Mayınlara. Roketatarlara.

***

35 günlük Muhammed Tahir Yaramış.

Şırnak’ın Cizre ilçesi.

Şiddet ve terör sarmalı içerisinde hastaneye götürülemediği için oldu.

Yine Cizre.

Evinin önünde otururken bedenine dokuz kurşun isabet etmesi sonucu yaralanan 10 Yaşındaki Cemile Çağırga..

Ambulans zamanında gelmediği için kan kaybından öldü.

Ki Ailesi sokağa çıkma yasağı nedeniyle Cemile Çağırga’nın cansız bedenini morga götüremedi, buzdolabında bekletmek zorunda kaldı.

***

16 yaşındaki Sait Nayici,

10 yaşındaki Selam Ağar ve

10 yaşındaki Selam Ağar öldürüldü.

20 Temmuz'dan, 29 Eylül gününe kadar Şırnak'ta öldürülen çocuk sayısı 11.

***

Silvan'da, PKK'nın yola döşediği mayın.

13 yaşındaki Fırat Simpil'i paramparça etti.

Ya Bismil'de Elif Şimşek.

Sokağa çıkma yasağı ilan edilen Bismil’de polise atılan roketatar eve isabet edince sekiz yaşındaki Elif Şimşek hayatını kaybetti.

Yine Bismil.

16 yaşındaki Berat Güzel yaşamını yitirdi.

Ve diğer çocuklar...

***

 

71 günde 20 çocuk kurban verdik.

Peki. Polis. Asker. Sivil. PKK’li.

Toplam rakam telaffuz edilemez noktada.

Ne yazık ki, "ölümleri" de yarıştırır olduk.

Kim daha fazla öldürdü diye…

Velhasıl.

Öylesine bir hale gelindi ki;

"Çocukların yaşam hakkı" korunamadığı gibi öldürülen çocuklarımızla ilgili ceza almış kimse de yok.

Zaten kimse de suçu kabul etmediği gibi; "olup bitenden" kendini masum gösteriyor.

Yani girift bir hal.

Ama kör ateşin düştüğü yürek biliyor ki; "kim vurduğunu?"

Lakin korku söyletmiyor…