KİM KİMİ SOPAYLA KOVALAR?

Radikal'den..

Ezgi Başaran yazısında sormuş..

Diyor ki;

"Madem HDP süreci iyi yürütmedi, madem HDP'nin barajı geçmesi süreci kötü etkiledi, madem Öcalan HDP'yi sopayla kovalar, çözüm basit"

Ekliyor..

"Yasadışı örgüt iki yıldır sürekli yasa çıkmasını istiyor.

Türkiye’deki PKK’lilerin çekilmesi için çekilme yasası, dağdaki PKK’lilerin gelmesi için geri dönüş yasası, hasta mahkumlar için yasa, mecliste komisyon, tahkikat ve uzlaşı komisyonu… "

Yani çözüm sürecini bir biçimde parlamentoya çekmek, atılan adımları yasalarla desteklemek!

***

Özetle.

Örgüt "yasa istiyor" ama yasa koyucu bunda "imtina" ediyor.

Neden?

Başaran Alaturkalıktan sözü açarak, diyor ki..

Bir tür “ben yaptım oldu, kafamı çevirdim sen geç, öte yana bakıyorum sen gel.”

Yanii…

Olur mu böyle?

Soruyor; "bu neyi getiriyor?"

Hiç kuşkusuz ki..

Dilden düşmeyen ifadeyi getiriyor; "güvensizlik ve samimiyetsizlik.?"

Yani, "her an vazgeçebilirim hissi"

Eee.

Karşındaki de örgüt.

Yasalara, kanunlara göre; "Bölücü" kimliğe sahip..

Gerisini düşün.

O bu durumda "neler ve hangi yola başvurmaz ki?"

***

Peki.

Ne oldu da, her şeyden bir anda vazgeçildi?

İki taraf için.

Hükümet diyor ki, PKK sözünü tutmadı, Türkiye’den çekilmedi.

HDP diyor ki, hükümet sözünü tutmadı, geri çekilme yasasını çıkarmadı, PKK yine de çekilmeyi başlattı ama tamamlamadı.

Yani zıt fikirlerin; "karşılıklı" suçlaması..

Hakikat yok.

Kim doğru söylüyor.

Kim gerçeği gizliyor; "meçhul"

Var olan taraflarca havanda su dövme ötesi; "ver ateşe" kim yanarsa...

Nasıl olsa "yanan" onlar başaktörler değil; ülke insanı.

***

Süreci.

Beşir Atalay'dan devir alan Yalçın Akdoğan..

Bu meçhuliyete ne diyor?

Önceki gün, AA'nın editör masasının konuğuydu..

Yasayla alakalı dediği şu…

“Böyle bir çekilme yasasını talep etmek anlamsızlıktır.

Niye istiyorlarmış o yasayı?

Silahlı insanlar geçerken güvenlik güçlerinin ne yapacağının belirlenmesi için.

Sana ne silahlı güçlerin ne yapacağından…”

***

İfadenin satır arası..

MGK bildirileri gibi..

Örgüt..

PKK.. Yasadışı bir kimliğe sahip.

Biz "muhatap" almayız..

İyi de "sorunun çözümü" için gerekli değil miydi; bu muhataplık..

Bugüne kadar "yürütülen" görüşmeler neyin nesi?

Kandile giden,

İmralıya mektup taşıyan,

Sonra dönüp Ankarayla görüşen "neyin muhataplığıydı?" bunu anlatın?

Ya Dolmabahçe sarayındaki "verilen resmin" yakışıklığı neyin nesi?

Gülünmez mi?

***

Başaran Parantez açarak;

PKK'nın "geri çekilme" noktası.

Müzakerelerin başlama evresi salt AK Parti hükümeti döneminde olmadı.

Ben diyorum hiç kuşkusuz.

Hatırlatarak, öncesi de var.

Ve bunu Avukat Cengiz Kapmaz'ın Öcalan'la yaptığı görüşmenin derlendiği kitabından "aktarma" yaparak hatırlatıyor..

"İşte öyle değil" diyerek.

***

Şöyle diyor;

Çok değil, birkaç on yıl öncesine gidelim ve PKK ile müzakerelere başlayan, geri çekilme noktasına gelen ilk hükümetin AK Parti olmadığını hatırlayalım.

Avukat Cengiz Kapmaz’ın Öcalan ile görüşmelerinden derlediği kitabından ilgili bölüm:

“Öcalan’a göre devletin ileri adım atması PKK’nin güven vermesine bağlıydı.

Öyleyse sürecin önünü açacak adım PKK’den gelmeliydi.

Öcalan’ın kafasında gerillayı Türkiye dışına çekme düşüncesi vardı.

Bu düşüncesini ilk kez 5 Temmuz 1999’da avukatlarıyla paylaştı. ‘Bizim şiddeti durdurmamız başlangıç olabilir.

Silahlı mücadele aşamasını geride bırakma tekniği uygulanabilir.

Bu yeni adım olabilir.

Pratikte de güçleri Güney’e (Irak Kürdistanı) çekme, sınırların gerisine çekme olabilir.

Bundan sonra yasal güvence arayışları olabilir.

Parlamentonun görüş açısı da değişir.”

***

Peki;

"Öcalan’ın o dönemdeki planı neydi?

1 Eylül 1999’da PKK’nin geri çekilmesini başlatmak.

Bu PKK’ye iletilmişti o vakit.

Kandil’de bu çağrı nasıl karşılık bulmuş ve nasıl hareket edilmişti?"

Murat Karayılan’ın Bir Savaşın Anatomisi kitabından ilgili bölüm'ü aktarıyor Başaran:

“1 Eylül’de geri çekilme kararını tüm güçlere telsizden bizzat ben, bir değerlendirme konuşmasıyla birlikte ilettim.

İki hafta sonra geri çekilmede müthiş bir dağınıklık ve panik havası hâkim oldu.

Geri çekilmenin düzenlenmesi, planlanmasının iyi yapılamaması ve Türk devletinin de fırsat bu fırsattır diyerek saldırıya geçmesi, tuzaklar kurması sonucu geri çekilme sürecinde ciddi darbeler alınmıştır.”

***

Yani ‘Sana ne güvenlik güçlerinin ne yaptığından’ denecek bir ruh hali örgüt nezdinde yoktur.

Beklenemez de!

Beklemekte safdillik olur.

Hakikatlere karşı "göz yummadır??"

Hatırlarsak..

15 yıl önceki bu çekilme girişiminde yüzlerce kişi ölmüştü.

Kim kimi niye öldürdü kavgası hala hafızalarda?

Katılırsınız, katılmazsanız…

O ayrı bir tartışma mevzusu.

Ama dünyanın her yerinde barışa ulaşmış krizlerin ortak noktasının taraflar arasındaki güvenin sağlanması olduğunu bilmeniz gerekir.

Pek tabii ki tüm taraflar için..

***

Başaran bir not düşüyor yazının; "muhtevasına" dair..

Diyor ki;

"Selahattin Demirtaş’ın iki yıllık çözüm sürecinin detaylarını tüm açıklığıyla anlattığı Radikal’deki röportajının ardından süreçte kilit rol oynayan iki eski üst düzey hükümet yetkilisini aradım.

“Demirtaş’ı dinledik, sürecin bir parçası olan sizlerle de konuşmak, sizin sözlerinizi de okurlara yansıtmak gazetecilik gereğidir, röportaj yapabilir miyiz” diye sordum.

İkisi de sürecin bu hale gelmesiyle ilgili üzüntülüydü ama konuşmamayı tercih ettiklerini belirtti."

***

O zaman?

Akdoğan'a kulak verelim..

Ne diyor bu ifadenin karşılığında..

Diyor ki;

“(Dolmabahçe mutabakatı ile ilgili) Sayın Cumhurbaşkanımız ile ilgili yalan yanlış ifadelerde bulunuyor.

İlk gün olumlu bakıyorlardı, sonra karşı çıkıyor diyorlar.

Peki, cumhurbaşkanımız neden olumsuz tepki gösterdi?

‘Erdoğan’ı başkan seçtirmeyeceğiz’ aslında bir tahrikti.

Peki, seçimde rakipleri cumhurbaşkanımız mı?

Değil.

Siz niçin bir siyasi parti başkanı olmayan birini hedef alarak bir kampanya başlatırsınız?

Bu büyük bir tahrikti.

Asıl gerilimi başlatan hamle buydu.

Sayın Cumhurbaşkanımız, 20 Mart’ta, izleme heyetini doğru bulmadığını söyledi.

17 Mart’ta Demirtaş açıklama yaptı.”

***

Ve Başaran merama noktayı koyuyor.

Demek ki sorun çekilme değil.

Peki nedir?

"HDP’nin seçim kampanyası imiş.

Demek ki miting meydanlarına inen, bir siyasi parti lideri gibi davranan ve Kürtçe Kuran-ı Kerim sallayan da başka bir ülkenin cumhurbaşkanı…" imiş…

Burada Başaran'a kısmi olarak katılırım..

Salt Erdoğan değil.. Çok etkenler var; "mevzuya" patlak verdiren..

***

Neyse..

Bu tezini, Akdoğan'ın anlatımıyla irdeletiyor..

Akdoğan’ın sözleriyle devam ediyor.

“Seçimden önce dedim ki, "AK Parti varsa çözüm süreci var".

Ama sen Ak Parti'yi devirme projesinde kendini kullandıracaksın, sonra kim yapacak, gel yap.

AK Parti’yi de devireceksin, sonra diyeceksin ki "Ak Parti gel yap".

Böyle bir kandırmaca olabilir mi?”

Demek ki yasa çıkarmayınca, parlamentoyu işin içine katmayınca, çözüm süreci bir siyasi partinin gönlüne kalıyormuş.

Demek ki AKP, çözüm sürecini de belediyelerine ve il örgütlerine devrettiği sosyal yardımlar gibi görüyormuş:

"Ben yoksam süreç de yok!"

***

Ve son cümlesini kullanıyor Akdoğan..

Diyor ki;

“Sürekli Öcalan adına yalan söylüyorlar.

Öcalan bunları yakalasa sopayla kovalar diye düşünüyorum.”

Peki..

Durum böyle ise; O zaman yapılması gereken ne olmalı?

Eğer ki; "Öcalan bunları yakalayıp sopayla dövekse..

Neyi bekliyorsunuz?"

Bırakın yapsın..

***

Evet;

'Madem öyle, madem HDP süreci iyi yürütmedi, madem HDP’nin barajı geçmesi süreci kötü etkiledi, madem Öcalan HDP’yi sopayla kovalar…

O zaman yapılacak bellidir.

5 aydır kimseyle görüştürülmeyen ve Akdoğan’ın çeşitli vesilelerle ‘süreci doğru okuduğunu’ söylediği Öcalan yeniden sürece dahil edilsin.

Ve lafı gediğine oturma derler ya..

Başaran işte bu reflekse, "çuk diye" söylüyor..

"Madem tüm sıkıntı HDP, HDP aradan çekilsin…

Öcalan örgütüyle doğrudan görüştürülsün.

Elbette devletin bilgisi ve kontrolünde.

Bugünün teknolojisi buna pekala izin veriyor."

***

Bu aktarımı yaparken hodri meydan diyor..

Ve ekliyor;

"Eğer devlet tarafında çözme niyeti sahih ise ve sahiden süreci şu iki yılda HDP bozduysa çözmek çok kolay.

Çıkaralım HDP’yi gel-git zemininden.

Geri çekilme Öcalan-Devlet-Kandil üçgeninde düzenlensin, sonrasında gerekli yasalar için mesele parlamentoya gelsin."

***

Sonuç itibariyle..

"Hodri meydan"..

Eger ki;

Demokrasiye inanılıyorsa,

Ki bunu tüm dinamikler için ifade ediyorum.

Eğer ki, Demokratik parlamenter sisteminin çözüm mekanizması olduğuna güveniliyorsa,

Eğer ki, Kardeş kavgasının son bulup barışın sağlanması gerektiğine hak getiriliyorsa,

Eğer ki, Türkiye'nin aydınlık, gelişen, süper güc olma noktasında büyümesi isteniliyorsa,

Eğer ki, Teröre, şiddete, kaotik ortama can, mal ve zaman kaybı heba edilmek istenilmiyorsa,

Eğer ki, Tüm hakların "eşit ve özgürlükçü" ortamda, demokrasiye inanmış sivil bir anayasa güvencesi altında varlığına hak tanınacaksa..

***

Evet beyler; "işte hodri meydan.?"

Çözümün de,

Çözümsüzlüğün de adresi sizler ve işgal ettiğiniz parlamentodur..

Gerisi size kalmış..

Ama değil se..

Her gün ölümler artarak devam ederken,

Sizler "mugalata ile vakit kaybetmeye" devam ettikçe biz kardeşlikten, barıştan, büyüyen Türkiye'den bahsedemeyiz.

Edeceğimiz bir iki kelam olsa o da, iş bu vatana yapılan ihanetler olur..

***

Bu ihanetlik salt katliam yapan için,

Adam öldüren için,

Polisi askeri şehit eden için,

Köyü, dağı taşı bombalayıp, jetlerle tar-ü mar eden için,

Eli tetikte,

Silahı elinde olan için denildiği gibi.

Bilinmelidir ki; "en büyük" ihanet tüm bu olup bitene göz yummak, ateşe su dökmemektir de.

Barış ortamını sağlamadan "imtina" etmek için de; geçerlidir.

Son iki haftalık dilime bakın ülke sathında "ihanetlik" hal-i hazırda çift taraflı bir seyir içerisinde kan gövdeyi götürtüyor..

Ama herkes; kendi silik kavgasında.

***

Sizce…

Demokrasi için görüşmek, konuşmak, tartışmak ve yeni anayasada anlaşmak gerekmez mi?

Sizce..

Çözümü ve barışı sağlamak için de içerde demokrasi iklimi, dışarıda da silahların bırakılacağı garantör olabilmek gerekmez mi?

Sahi.. Ahali olarak; "ne düşünülüyor?"

Eee..

O'nu da, sorunu çözmeyen,

Koltuk heveslisi, "erken seçim" düşkünleri düşünsün..

Hele bir sandık gelsin; "kara mı, ak mı" görürler, sile-i milletin nasıl olduğunu?

O zaman "kim kimi sopayla kovaladığına" herkes şahit olur..

Velhasıl..

Ali Bulaç'ın dediği gibi; iki büyük tehlike çemberinin içine itiliyoruz..

Biri PKK ve IŞİD'e karşı başlatılan “erken seçim endeksli operasyonlar”ın ülkeyi bir iç çatışma eşiğine getirmesi;

İkincisi; Küresel aktörlerin bizi, adım adım bölgesel bir savaşa itmesi.

Bu gidiş hayra alamet değil!….