ELLERİNE-YÜZLERİNE BULAŞTIRDILAR…

Yazıklar olsun!

Yine… Evet, yine "ellerine, yüzlerine" bulaştırdılar…

Yani bir kere olsun, bir işi, "doğru ve şeffaf" yapabilselerdi…

Şaibeden uzak… Spekülasyona kapalı… Kimsenin; "söz söyleyemeyeceği" bir, becerilik ortaya konulsaydı…

Ama nerde?

İşte; İş-Kur'un mahareti… Bir kez daha; "saç baş" yoldurdu...

***

Malumunuz üzre.. Kamu’ya.. Yani, 32 Kurum'a, 5 bine yakın işçi alınacaktı…

6 aylık bir süre için… Yıllardır, "yapıla" gelen bir istihdam politikası…

Kamuda, toplum yararına çalıştırma…

Ancak!… Bu yıl; "ilk kez" halk huzurunda…

Noter, nezdinde yapılacaktı…

Çünkü; önceki yıllarda; "hayli kafa-kol" ilişkileri yaşandı, yaşatıldı.

Parti listesi… Teşkilat listesi… Milletvekili listesi… Kamu listesi… Kaymakam…

Vali istediğin kadar listeyi uzat… Herkes "kendi adamına" dair liste verip, işe alınıyordu...

***

Kimse kendi hakkıyla… Ya da adil seçimle… Veyahut İş-Kur kendi iradesiyle; "işçi" alımı yapamıyordu…

Talep edilirdi… Bu isimler; "işe" alınacak.. Ötesi yok…

İş-Kur da kuzu kuzu, istenileni yerine getiriyordu…

Yani adil değildi… Şeffaf olmadığı gibi; "adamcılık-particilik" hâkimdi…

Bedduası yüksekti…

Tabi işe gitmeden maaş alanlar da yok değildi… Halk deyimiyle; "sallabaşı al maaşı"…

Bankamatik işçi...

En önemlisi de bazı kesimlerce "hayali isimler" üzerine maaş bankamatiklerini cebinde taşırdı..

Ay başı geldiğinde; "çuka" ederdi…

***

Nitekim!

Kısa süre önce; mevzu artık öylesine şirretli hale gelmişti ki!

Soruşturmalık oldu… Diyarbakır'da 7 bin işçi istihdam edilmişti…

İşe gelenlerin sayısı, bunun yüzde 30'una tekabül edecek kadar değil; iddiası vardı…

Müfettişlerin soruşturması…

Tahkikatlar… Ki yine bizlerin; "yazdıkları-çizdikleri" paralelinde, üzerine gidildi…

Sonuç; "rapora dönüştü"… Bazı yaptırımlara bulunuldu…

Ama detay bilgi yok…

***

Velhasıl kelam!

Bizim baskımız… Seçim arifesine girilmesi… İşsizlerin seslerini fazla yükseltmesi…

Azıcık idarenin de, müfettişlerin sorgulamasından; "çekinmesi.."

Hükümetin de, "yeter artık" müdahalesi… Siyasilerin de sürekli "zan altında" kalmaya mahkûm edilmeleri…

Ciddi bir değişikliği zorunlu kıldı…

Ki; karar alındı bu yıl, "eskisi" gibi olmayacak… Adil olunacak…

***

 

Ya nasıl olacak?

Diyarbakır’daki 5 bin işsizin istihdamı için…

Denildi ki; işsizler, öncelikle "İş Kur'a" müracaat edecek…

Süre verildi… Bu sürede, başvuru yapılacak…

Yeni başvuru, yeni kayıt…

32 Kamu kuruluşundaki "eleman" dağılımına göre de işsizler, kendileri nerde çalışacaklarına dair "tercihini" yapacak…

"Ben; bu kurumda, bu işte çalışmak istiyorum" diye!

Ki, bir hafta içerisinde; 40 bine yakın "işsiz" başvuruda bulunup, kayıt yaptırdı…

***

 

Bu da, Diyarbakır'daki "işsizlik" oranının aşırılığını gösterdi…

Ne kadar; "vahim" düzeyde olduğunu, yüzümüze bir kez daha, sile gibi indirmiş oldu…

6 aylık işe; 40 bin başvuru…

Türkiye rekoru… Ki hiçbir ilde bu kadar başvuru ve bu kadar da alım yok…

İşsizlerde bir umut gelişti…

Ana duygu da şuydu…

Yetkili ve etkili makamların beyanına ilişkin…

Hile olmayacak… Noter olacak… Biz, salonda bulunacağız… Ve burada; "kura" çekilecek…

Yani, eskisi gibi olunmayacak…

Katakulli… Kayırma, gibi "olumsuzluk" yaşanmayacak… Kimse de; "pişmiş aşa su katmayacak…" Dışarıdan müdahale olmayacak.

Nokta-i nazarında; "düşünce" bu yönde hakimdi…

***

Lakin… Gün geldi, kura saati çattı…

Cahit Sıtkı Tarancı, salonu doldu…

Noter geldi… İlgili ve yetkililer hazır edildi…

Ve düğmeye basıldı; "kura" çekiliyor diye…

Ama!… Ne hikmetse kura çekimi "masada" kaldı…

Bir muammalık içerisinde kura çekimi "görüntüsü" verildi…

İtirazlar… Tepkiler… Bu nasıl iş; "denilmesine" rağmen!

Takan olmadı…

Eeee; mümkün mü yüzyıllık çarkın doğru döndürülmesine çalışmak…

Noter olsa ne yazar?

***

Ve önceki gün!

Sözde diyorum… Kura sonucu; "işe alınacakların" isim listeleri açıklandı…

İş-kur'un önündeki; "panoya" asıldı…

Bir izdiham… Bir yoğunluk… Ama "sükûtu hayale" uğrayan, binlerce işsiz…

Zaten, İş Kur yetkilileri ne demişti; "Kura sonrası oluşan listeler nihai liste değil…"

Aynen de öyle oldu…

Hiçbir liste; "nihai" liste olmadığı gibi yapılan işlemler de "nihai" işlemler olmadı…

Gelinen aşama itibariyle…

Valiliğe… İş-Kur'a… Ve medya olarak bizlere gelen binlerce şikâyet söz konusu…

Enva-i şaibeye dayalı, iddia…

Yine siyasiler "zan altında" tutuldu…

Yine siyasilerin "aileleri" hedef seçildi…

Yine, şu bu denilerek ortak gerildi…

Akla ziyan spekülasyonlar geliştirildi.

Enva-i desise…

Bakalım iş hangi merhalede noktalanacak?

Birlikte göreceğiz…

Arıza-i durum, pek de aşılacak gibi görünmüyor…

Ancak diyeceğim o dur ki… "Bir işi beceremediler… Becerdikleri tek şey oldu…

O da; "işi ellerine, yüzlerine bulaştırdılar…"

Eskiden beter ettiler…

Eskisi gibi olsaydı; "siyasiler yaptı" denilip iş biter de…

Ama şimdi; "kimler yok ki, kimler zan altında" değil ki?

Şimdi gelin de ayıklayın, bakalım pirincin taşını…

Kim nasıl ayıklayacak bilemiyorum…

Lakin her şey meçhuliyet arzı içerisinde.

***

Yazıya nokta koyarken…

İl Valiliğinden… Olup-bitenlere dair; "yazılı" açıklama, geldi…

İşlem ve işlevlerle alakalı…

Her ne kadar; "mevzuat ve duyurudan" söz ediliyorsa da…

Doğrusu… Oluşan kafa karışıklığına…

İşin "zıvanadan" çıkma durumunu pek de; "tatminkâr" görmedim…

Çünkü "eğerle, ama ile" başlayan her mesele gibi…

Soruları ikmal ettiriyor…

Ki burada da, "çok" kullanıldığı görülüyor!

Durum; "her türlü" polemiğe açık!

***

ON GÖZLÜ'NÜN HALİ…

On Gözlü köprüsüne yönelik; "tarih suikastı…"

İki gözünün…

Alenice "birileri" tarafından kör edilmesi…

Toprakla, taşla dolduruldu…

Ticari alana dönüştürüldü, birilerine keyfiyet arzıyla…

İki yazım oldu…

İlgili ve yetkili tüm zevata; "mevzuyu" iletme…

Hassasiyete "çağrı" anlamında, uyardık…

Tahribata…

Katliama…

Sessiz kalmayın; "müdahale" edin…

On gözlü yine, on gözlü olarak, Dicle'nin berrak suyunu, akıtsın…

Ne yazık ki; "samimiyet" sorgusu yok…

O nedenle; daha çok mevzu edeceğim…

***

Yazıma gelen iki mesajı aktarmak istiyorum…

Vakıflar Bölge Müdürü Metin Evsen…

Şöyle not düşmüş…

Üstadım ağzına kalemine sağlık…

Tarihi doku açısından dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan aziz Diyarbakır bunu hak etmiyor.

Üstad Said-i Nursi'nin güzel bir ifadesi var (Biçare hakikatler kıymetsiz ellerde kıymetsiz olur)

Bize kıymetli eller lazım ki biçare hakikatler kıymetli olsun.

Teşekkürler Selamlar…

***

Bir diğer mesaj ise Mehmet Ali Kırsaçlı…

Şöyle sesleniyor…

Kardeşim kalemine yüreğine sağlık…

Diyarbekir'in Tarihi kültür mirasları bu kadar ucuz olmamalı…

Şehrimizin tarihi değerleri değil çakıl taşlarına bile önem veren bir nesilden geliyoruz.

Diyarbekir bunları hak etmiyor.

Kamu görevlileri…

Siyasi erkler, seçilmişler, gerçek STK'lar yerel ve genel basın kuruluşları…

Bu durumu vatandaşlar görmeden şikâyet mevzusu olmadan gereğini yapmalı idi.

Sorumluluk alanında olanlar ve bizler kamuoyu gereğinin yapılmasını bekliyoruz."

***

Evet!

Biz de…

Ahali de, Diyarbakırlılar da "sorumluları" sorumlu olmaya davet ediyoruz…

Tarihine… Geçmişine… Sahip çıkmayan, hiç kuşkusuz ki geleceğine de sahip çıkamaz!

***

HALEPÇE!

Kürdistan… Ortadoğu…

Evet, İslam coğrafyası…

Ne yazık ki "Acıların" coğrafyası…

Dün Irak… Halepçe… Ve bugün Suriye…

Pek tabi ki, diğer İslam ülkeleri…

Hala… Kanın, gözyaşının, şiddetin… İnkârın… Asimilasyonun… Terörün…

Ve terörizmin, "hayat" bulduğu bir, coğrafya…

Takvim değişse de… İsimler… Aktörler… Değişse de; "zihniyet" ve coğrafya üzerindeki "emeller" değişmez!

***

Halepçe… Ortadoğu'nun "Hiroşima’sı…"

Tarih, 16 Mart 1988…

O gün Halepçe haykırmıştı bütün dünyaya…

Bizleri… Sesimizi… Yaşatılan vahşeti duyun diye!

Üzerinden 29 yıl geçti…

Ama ne, duyan oldu, ne de ders-i ibret alabildi…

Ancak, bir halk deyimi var… Denir ki "Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste"…

Çıktı da… Hem de, "aheste aheste" çıktı…

Ona "Halepçe'yi" yaptıran…

Akıl veren…

Kendince "sahibim" diyen tarafından; Halepçe'nin "ahı" alındı…

"İdam" edildi…

Ülkesi işgal altına girdi.

***

Halepçe… Emperyalizmin… Siyonizm’in… Haçlının… Ve sözde çağdaşlık unvanına sahip Dünya için…

Barbarlığın… Yozlaşmışlığın… Tarihidir… Ve ne acıdır ki; "tarih tekerrürden" ibarettir gerçeğiyle…

Suriye'de… Irak'ta… Mısır'da, Lübnan'da Filistin'de… Tunus’ta…

Afrika'da… Ve Türkiye dâhil, İslam coğrafyası da… Dün olduğu gibi; bugün bile hala "kan dökülüyor"…

Ne adına?

Barış, Özgürlük, Demokratik yaşam vaadi adına yapılıyor…

Velhasıl!… Hegemon güçler dün de vardı… Bugün de varlar…

Ki onlar geriye sadece gözyaşı katliam soykırım ve trajediden başka bir şey bırakmamışlardır…

İşte; "biz bu hakikati" göremiyoruz…

Görürsek…

İnanıyorum ki…

"Halepçe için", diyoruz ya…

"Unutmuyoruz… Unutmayacağız"…

İşte zaman;  hegemon güçlerin içimizdeki varlıklarını "yok" edebiliriz…

Yoksa!… Daha nice "Halepçelerin" yaşanmaması kâmildir…

Hayırlı cumalar…