Öncen Ben, Gerisi Teferruattır!

Türkiye'de siyaset yapanlar, siyasetin kurallarını ve siyaset yapmanın sorumluluğunu önünde sonunda anlayacak, ama korkarım çok geç kalınacaktır. Bu kadar farklı etnik ve dini grubun iç içe yaşadığı ülkemizde gerçekten insanlar bir diğerine karşı hoşgörülüdür. Bunca kışkırtmalara ve tahriklere rağmen, zaman zaman yaşanan taşkınlıkları dikkate almazsak, bir diğerine karşı asla silah çekmeyen, bir diğerini ötekileştirmeyen bir insanlık anlayışına sahibiz. Ancak, bazı siyasetçiler, ancak "önce ben, gerisi teferruattır!" çıkarcılığı ile varlıklarını sürdürebildikleri için, sonuçlarını kendilerinin bile tahmin edemeyeceği söylemleriyle bu hoşgörüyü yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. 
Bu çerçevede siyasetçiler bazen bireysel söylemlerinde, bazen de partileri adına toplumun huzuruna dinamit koymaktan çekinmiyorlar. Bunu zaman zaman mikrofonun dayanılmaz cazibesine kapılıp anlık bir heyecanla yapıyorlar. "Anlık bir gaflet ve dalalet"' ama sonuçları hiç de öyle anlık olmuyor, tamiri günler, hatta yıllar alabiliyor. Gezi olayları sırasında Ana Muhalefet Partisinden bir vekilin kameralar karşısında kullandığı bir cümle, batı kamuoyunu ayağa kaldırmaya yetti bile. Yine, MHP'li bir vekilin mikrofonu eline alır almaz, " bayrağı göndere astırmayanları, günü gelir biz direğe astırırız" şeklindeki sözlerinin oluşturduğu tehdit ve deprem toplumun bir kesimi üzerinde hala olumsuz etkisini sürdürmektedir.
Bazen de, özellikle acemi siyasetçiler, içeride, kapalı kapılar ardından söylenenleri, dışarıda sorumsuzca ağızlarından çıkarıveriyorlar. Tıpki, "o, keleşleri size çevirmesini biliriz" diyen çiçeği burnundaki demokratikleşme evrimi geçirmeye çalışan bayan vekilinin örneğinde olduğu gibi. Parti ve kamuoyunun tepkisi üzerine " haddimi aştığım için, özür dilerim" anlamında özür beyan etse bile, belli bir grup vatandaş üzerinde oluşturduğu korku ve kaygının izlerini silmek mümkün müdür? Değil, tabii ki! Nitekim, mümkün olmadığını, keleş çevirmekle tehdit ettiği grubun temsilcilerinin kaygılı yüz ifadeleriyle siyasi partileri ziyaret edip, yardım istemelerinden anlıyoruz.
Siyasetçiler, bazen sosyal medya karşısında derin düşünceden uzak anlık bir "gafletle" atılan twitlerle zihinlerde tamiri zor yaralar açıp, bilinçaltlarında yatan korkuları ayaklandırıyorlar. Tıpki, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Filistin Devlet Başkanı ile birlikte Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda çekilmiş fotoğrafının altına "600 yıllık İmparatorluğun 90 yıllık reklam arası sona erdi" şeklinde Twitt atan bayan vekilin eyleminde görüldüğü gibi. Gerçi daha sonra, pişman olarak Twitter hesabını bile kapattı, ama zihinlerde oluşturduğu veya o sözleri bahane ederek oluşturulmaya çalışılan korkuları depreştirmeye yetti bile.
Siyasetçilerin bu sorumsuzluk örneklerini, bazen de medyatik olmak, kendini gündemde tutmak için, halkı galeyana getirmeye çalışan çapsız vekillerin, konuşmalarda da görebiliyoruz. Dicle Nehri kenarında bulunan bataklıkta kendiliğinde yetişen birkaç ağacın kesilip yerine yenilerinin dikilmesi olayını, "Ağaç kesme yoluyla ikinci bir Gezi yaratıp, hükumeti düşürmeye çalışıyorlar" diyerek gençleri ayaklandıran vekilin yaptığının adı nedir? Bu sözleriyle o dönemde gündeme geldi, ama şehrin başta valisi ve emniyet müdürü ve diğer kurum yetkilileri günlerce o sözün yarattığı kargaşayla uğraştılar. O vekil, acaba Diyarbakır'ı bir kez daha "olumsuzlukla" gündeme getirmenin rahatsızlığını duydu mu? Gelip yetkililerle Konuşmak ve gerçeği öğrenmek yerine, "niyet okuma" yöntemini kullanarak yol açtığı sıkıntıların sorumluluğunu duydu mu? Zannetmiyorum.
Bugünlerde, yine geçmişten ders almayanlar, sınır dışında yaşanan insanlık dışı bir vahşeti bahane ederek, tekrar toplumu ayaklanmaya, ortalığı yakıp yıkmaya davet edercesine çağrıda bulunabiliyorlar. 6-8 Ekim olaylarının neden olduğu travmaların sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi hayat üzerindeki etkisi hala devam ederken, onca bölge insanı hayatını kaybederken, insanların merhamet ve şefkat duyguları üzerinden onları sokağa çağırmak sorumlulukla bağdaşır mı? 'Geçmişte yaşanan bu vahim olayın Türkiye kamuoyundaki etkisi, siyasilerin "böyle olacağını tahmin edemedik" sözleri üzerine kısmen hafifledi. Ancak bir daha tekrar ederse, sanırım dönüşü mümkün olmayacak bir yola girilmiş olunacaktır. Güneydoğu'dan batı illerine  her alanda yaşanan göçler kazanacak ve bölge felç olacaktır.
Siyasiler kendi aralarında  'iyi polis, kötü polis' rollerini paylaşarak, birisi barış ve demokrasi söylemini ağzından düşürmezken, diğeri tehdit ve şiddet dilini sorumluluğuna uygun olmayan bir rahatlıkta söylemeye devam ederse, vebali büyük olur.
Bize, "önce siyasi çıkarımız ve geleceğimiz değil de, bu halkın huzuru, barışı, birlik ve bütünlüğü, sosyal, kültürel ve ekonomik refahı" diyen sorumluluk sahibi siyasetçiler lazım. 
www.sabrieyigun.com.tr
Twitter: @sabrieyigun