Ambalaj ve Pazarlama Çağında Lider Krizi

Batı, en iyi ifadeyle, artık duraklama dönemine girmiştir. Bunu, ekonomilerindeki sarsıntılardan, aralarındaki ihtilaflardan ve boğuştukları sorunlar yumağından rahatlıkla anlayabiliyoruz. Ayrıca dünya siyasetinde ana kumandayı da Rus lider Putun’e kaptırmaları Batı’nın krizde olduğunun bir başka göstergesi.

İşte Fransa, İngiltere, Avusturya, Amerika, İspanya, İtalya, hatta Yunanistan’ın siyasi ahvali…

Bu ülkeler,  sadece kendi içlerinde sorun yaşamıyorlar, çıkardıkları sorunlarla giderek dünyayı da daha sorunlu hale getiriyorlar. Hatta Amerika liderliği örneğinde olduğu gibi dünyayı felakete bile sürükleyebiliyorlar.

Bunun elbette birçok siyasal, sosyal ve ekonomik nedenleri var. Ancak burada liderlerin güçlü olmamasının da rolü çok büyüktür.  Çünkü bu ülkelerin liderleri ya genç ve deneyimsiz veya bildik anlamda saygınlığı olmayan, hatta liderlik vasıfları bile olmayan kişilerdir.

Bakın koca Fransa, 39 yaşındaki deneyimsiz Macron’a emanet, Yunanistan 40 yaşındaki Cipras’a, Asuturya 31 yaşındaki  Sebastian Kurz’a, dünyayı yöneten Amerika ise “40 yıldır küstahlığı ve kabalığıyla bir marka hâline gelen”  tüccar Trump’a teslim.

Bunu ben demiyorum, Amerikalılar diyor…

Trump’un  biyografini yazan iki Amerikalı yazar, Trump’un karakterinin kendine duyduğu aşkla başladığını ve bittiğini söylüyor ve ekliyorlar “Donald Trump, 40 yıldır küstahlığı ve kabalığıyla bir marka hâline geldi. Agresif, tutarsız, ilkesiz, materyalist, kibirli, kurnaz, disiplinsiz biri.”

O’Brien ise onu şöyle tarif ediyor:  “Trump aslına bakarsanız yedi yaşında bir çocuk. Birebir çalışmasına rağmen entelektüel, duygusal, finansal ve kamusal açıdan son derece disiplinsiz, aşırı derecede narsist bir kişiliğe sahip. İlgilendiği tek şey kendi hayatı“.

Peki, batı neden son dönemde sosyolog Pareto’nun tabiriyle “Aslan veya Tilki tipli güçlü liderler” değil de, ağırlıklı olarak ‘çapsız liderler’  seçiyor?

Bunun birinci nedeni batı toplumlarının yaşadığı sorunlardır. Çünkü 1980’lerde kavuştukları ekonomik refahlarını yavaş yavaş kaybediyorlar. Önceleri ana gündemleri, refah seviyelerini artırma iken, şimdi göçmen sorunu, ekonomik ve diğer sosyal sorunlardan oluşuyor.

Bunlara karşı ‘değişim’ vaat eden popülist liderler, hayalperest gençlerin ve refahtan en az pay alanların umut kapısı oluyor. Ayrıca her şeyden çabuk sıkılan batı gençliği, eski lider tipi yerine daha eğlenceli, tuhaf ve hatta büyüleyici bir halk figürleri istiyor.

Bu liderlerin seçilmesinin ikinci ve en önemli nedeni ise, imaj ve görsellik çağında sosyal medyada çok iyi pazarlanmalarıdır.

Politik imajlar ve güç sembolleri dünyasında yaşadığımızı ileri süren Jean Baudrillard, dünya liderlerinin seçimini bakın nasıl açıklıyor: ”dünya liderleri, başkanlar ve başbakanlar benzer şekilde önceden ambalajlanmakta ve liderlik sembolleri olarak seçimlerde satılmakta, elbisenin altında özünde ne yattığına bakılmaksızın oy sandığında alınıp satılmaktadır.”

Baudrillard’ın sözünü ettiği ambalaj ve pazarlamanın lider seçimindeki etkisini 2002 seçimlerinde biz de yaşamıştık. Hiçbir ideolojik tabanı ve siyasi geçmişi olmamasına rağmen, sarı saçlı, mavi gözlü yakışıklı Genç Parti başkanı Cem Uzan, girdiği ilk seçimde  %7.25 oy almıştı. Çünkü bir taraftan değişim vaat ediyor, diğer taraftan da tüm servetini ambalaj ve kendisini pazarlamaya harcıyordu.

Medya, imaj ve görsellik çağında artık tercihler, derinlemesine bir düşüncenin sonucu olmuyor. Real ihtiyaçlardan ziyade, medyanın, ağırlıklı olarak da sosyal medyanın öne çıkardığı kişiler rağbet görüyor. Traump örneğinde olduğu gibi.

 Her şey görselliğe, yüzeyselliğe indirgendiği için, genç ve yakışıklı liderler göze daha çok hitap ediyor. Çipras, Marcon ve Kurz örneğinde olduğu gibi.

Bu ‘zahir persetliğin’ yüzeyselliğin, sığlığın  bedelini onlarla beraber tüm insanlık ödüyor.