Görüş Bildir

GÜNEYİN PENCERESİ

Prof. Dr. Sabri EYİGÜN
Prof. Dr. Sabri EYİGÜN

“KOCASIZ EVLER” ve YALNIZ KADINLARIMIZ

Nobel Edebiyat ödüllü Alman yazar Heinrich Böll, “Babasız Evler” adlı romanında 2. Dünya Savaşı’ndan sonra  toplumun temel bir sorunu haline gelen   “parçalanmış ailelerin öyküsünü” tüm çıplaklığıyla anlatır.

Romanda “ savaş, cephelerden değil, fakat ‘sonrasında' savaşın bitiminin ardından, o savaşta ölmüş babaların ve kocaların geride bıraktıkları insanların evlerinden yola çıkılarak anlatılır.”

Romanda savaştan sonra yaşanan “sosyal savaşın” aileleri sürüklediği uçurum gözler önüne serilir. Çünkü savaş ve şiddet ortamında aile yaşamında görülen yıkıcılık, cephedeki savaşın tahribatından daha geri değildir.  Bunun için iki savaş yetimi çocuk,  babasızlıktan kaynaklanan maddi ve manevi ıstıraplarıyla romanın ana figürleri olarak seçilir.  Çocukların kimi maddi sıkıntılar yüzünden acı çekerken, kimi de annesinin başka erkeklerle yaşamasından ve bunun çevredeki dedikodularından acı çekmektedirler.

2. Dünya Savaş’ından sonra, gerçi Avrupa doğrudan savaş yaşamadı, ama Batı’nın marifetiyle Ortadoğu coğrafyası da hiç savaşsız kalmadı. Ortadoğu’da yaşanan savaşlardan dolayı Böll’ün aile kurumu ile ilgili dikkat çektiği sosyal felaketle bugün bizler karşı karşıya kaldık:

Bu savaşlarda sayısız aile evini terk etmek zorunda kalmış, aile birliği dağılmış ve daha da acısı binlerce çocuk ölmüş ve yine binlerce kadın kocasını kaybetmiş ve dul kalmıştır.

Savaşlarda Batı’nın “ne kadar kar” elde ettiğini; Kaç bin varıl petrol depoladığını, Ortadoğu kültürüne ait hangi kültürel varlığı doğrudan ve dolaylı yok ettiğini tam olarak bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir gerçek var ki, bu savaşlar, Suriye örneğinde olduğu gibi,  aile kurumu zayıflatmış, ahlaki çöküntüyü hızlandırmıştır. Toplumu ayakta tutan temel dinamiklerin sarsılması ile kültürel sömürgecilik için de zemin hazır hale gelmiştir.

2 Milyon’un üzerinde göçmen kabul eden Türkiye, bir taraftan Suriyeli ailelerin ayakta kalmasına yardım ederken, diğer taraftan Türkiye’de binlerce ailenin de dağılmasına da dolaylı olarak vesile olmuştur. Bakınız Kilis Evlendirme Memurluğu kayıtları, Suriyeli göçmenlerin kente yerleştirilmesine paralel olarak,  Kilis’te boşanma oranlarının yüzde yüz arttığını gösteriyor. 

Bunun nedeni ise savaş mağduru Suriyeli kadınların daha rahat bir hayat için Kilis’li erkeklere ikinci eş olmayı kabul etmeleridir. Bu ise Kilisli kadınların eşlerinden boşanmasına ve ayrı yaşamasına neden olmaktadır. Aynı şey, Urfa’da için de geçerlidir. 18 Milletvekilinin bu konuda yaptığı araştırma, Suriyeli kadınlardan dolayı Urfa ilinde de boşanmaların arttığını gösteriyor.

Yani hem babasız hem de “Kocasız Evler’in sayısı hızla artıyor.

Çeşitli sosyal ve kültürel gelişmelerden ötürü ülkemizde boşanma istatistikleri zaten devamlı yükselmektedir. Bu sorunun üstesinden tam olarak gelinmeden,  Suriyeli kadınlar veya kızların mağduriyetlerini kötüye kullanarak ikinci evlilik yapmak veya metres hayatı yaşamak önü alınmayacak büyük sosyal krizlere dönüşebilir. Kilis örneğinde olduğu gibi boşanmalar tavan yapabilir.

Burada sorumluluk tabii ki, Suriyeli göçmenleri yurda kabul edenlere ait değildir. Misafir olarak kabul ettiğimiz bu kişilerin yerleştirilmesi ve idaresinden sorumlu yerel yönetimlere aittir. Öncelikle 90 binlik bir nüfusa sahip olan Kilis’e 150 bin göçmenin yerleştirilmesi ve bu ailelerin kentin merkezinde dilenmesine zemin hazırlayanlara aittir.

Sorumluluk; bölgenin kültürel kodlarında “ikinci evlilik” denen bir olgunun olduğunu bilmeyen ve daha da önemlisi, artık kadınların ikinci evlilik yapan veya metres hayatı yaşayan kocalarını kabul etmeyecek kadar bilinçlendiğinden bihaber olan yetkililere aittir.

“Kocasız Evler”’in sayısının daha da  artması, toplumsal felaketimiz olur!


Bu Makale 7812 kere okunmuştur.