Görüş Bildir

ANKARA'DAN BAKIŞ

Cemal Toptancı
Cemal Toptancı

SİSTEMİN DEĞİŞİMİNE EVET DİYELİM

Çözüm bekleyen meselelerimizin tümünün bir hikâyesi vardır, bu hikâyelerin bütünü kahraman Anadolu halkının son yüzyılımızda yaşadıklarını anlatır. Biz hikâyelerin sadece ikisini anlatarak günümüzde bize miras bırakılan acılarımızı dile getirmekle yetinelim. Sonrası kendiliğinden çorap söküğü gibi gelecektir. Zira anlatacağımız ilk hikâye diğer bütün hikâyelerin anası olacaktır.

İkinci İnönü Savaşları sırasında, Bursa’dan geriye doğru göçen ve içinde subayların ailelerinin de bulunduğu bir kafileye rastlanır. İsmet Paşa rastladıkları bu kafileyle ilgili hatırasını şöyle anlatır:          ” Kafileyi durdurdum. Subayları bir kenara topladım… Dedim ki, içinde bulunduğumuz vaziyeti iyi bilesiniz. Bundan başka subay olarak da yerinizi bilmelisiniz… Padişah düşmanınızdır… Yedi düvel düşmanınızdır… Bana bakın dedim… Kimse işitmesin, MİLLET DÜŞMANINIZDIR!”1

İsmet Paşa’nın düşman olarak gösterdiği hangi millettir, neden milleti düşman olarak tanıtmıştır, bu millet ne yapmıştır da İsmet Paşa ve onun gibi mütegallibe sınıf onlara düşman sıfatını uygun görmüştür?

Milleti düşman diye tanıtan İsmet Paşa’nın daha hâkimiyetin sağlanmadığı, milletin şehit olan evlatlarının mezarlarının üzerindeki toprağın dahi kurumadığı bir zamanda bunları söylemesi, çözülmesi gereken meselelerimizin asıl nedenini özetlemiş oluyor.

Cumhuriyet bile kurulmamışken, henüz millete dayatılan sistem hayata geçmemişken ve henüz milletten kendilerine yönelik oluşmuş hiç bir tepki ortada yok iken, nasıl olur da böyle bir yakıştırma yapılır?

Öyle anlaşılıyor ki, kurtuluş savaşından yeni çıkmış milletin, Birinci Mecliste bir yıllarını geride bırakmış temsilcilerinin millet adına verdikleri görüntü ve dile getirdikleri taleplerden kızmış bir İsmet Paşa var karşımızda.

Uzun yıllar çözüm beklemiş meselelerimizden birini ise bu kez bir hatıradan yola çıkarak analım.          1926 yılında Şeyh Said kıyamından sonra Diyarbekir’de kurulan İstiklal Mahkemesi bilindiği üzere verdiği seri idam kararlarıyla ünlüdür. Bu mahkemede başsavcı olarak görev yapan Ahmet Süreyya 1957 yılında Dünya Gazetesi’nde bir tefrika halinde o günlere dair anılarını tefrika halinde yayınlatır. Bu anılar daha sonraki yıllarda “Şeyh Sait İsyanı ve İstiklal Mahkemesi Vesikalar, Olaylar, Hatıralar” adıyla  Kitap olarak da yayınlanmıştır. Anılarında oldukça ilginç ve o denli de insanları ağlatan olayları nakleder. Bunlardan biri Türkçe bilmeyen bir Kürd gencinin başına gelenlerdir:”Bir gün mahkemeye karayağız bir Kürd genci getirdiler. Hâkimler sorguya çekti. Türkçe bilmediği anlaşılınca, hâkimler danıştılar ve delikanlının idamına karar verdiler…”  Mahkemenin idam gerekçesi dehşet vericidir: “Türkçe Bilmeyen Bir Kimseden Bu Memlekete Hayır Gelmeyeceğinden İdamına…” Devam ederek, “Hemen o gece Kürd gencini götürüp astılar” diyor.

Ahmet Süreyya anılarında, bu gencin asılmasının yarattığı etkiden kurtulamadığını da anlatır;” Dağkapı’da Yalova adlı küçük bir otel vardı. Orada kalıyordum. Uyur uyumaz, o Türkçe bilmeyen çocuk rüyama girerek boğazıma sarıldı ve Türkçe, ‘Niye beni bıraktın beni idam ettirdin?’ diye tehdit etti. Sabaha kadar bu hal iki-üç kere tekrarladı. Deliye dönmüştüm… Sabahleyin, mahkemeye gittim ve hâkim arkadaşlara dedim ki, ‘Birader, Türkçe bilmeyenleri asarsak tüm Diyarbekirlileri, hatta tüm Doğuluları asmamız lazım. Biz buraya suçluları cezalandırmaya geldik. ‘Rüyada başıma gelenleri onlara anlattım. Mazhar Müfit ve diğer hâkimler, ‘Sen karışma, bu bizim işimizdir’ dediler. Bende savcılığımı ileri sürdüm, aramızda münakaşa ağız kavgasına kadar ilerledi. Ben ve onlar şifre ile durumu Ankara’ya bildirdik.” Bir hafta sonra şu telgrafı aldım.’Ahmet Süreyya Bey, Diyarbekir İstiklal mahkemesi Başsavcısı:”Gayemiz, Kürdlerin ve Kürdçülüğün kafasının ebediyen ezilmesidir. Hâkim arkadaşlarınla anlaş. Gözlerinden öperim.”

(Başvekil İsmet İnönü)2

Oysa mahkemeler Türk Milleti adına karar verirdi.

Bu anı bize neyi hatırlattı?

12 Eylülün faşist mahkemelerince ana dili Kürdçe ile Diyarbakır Cezaevindeki oğluyla bir kelime dahi konuşturulmayıp gözleri ile anlaşmak zorunda bırakılan annelerin duydukları acıyı bir kez daha hatırlatıyordu. Evet, gerekçe gayet basitti:”TÜRKÇE BİLMEYEN BİR KİMSEDEN, BU MEMLEKETE HAYIR GELMEYECEĞİNDEN İDAMINA…” Karar verilmişti.

Neredeyse yüz yıla yakın bir zaman olmuş, millete nasıl baktığını milleti nasıl gördüğünü yorumlayan, pratikleri de o zulümleri yaşatan bir sistemle idare edilmişiz. Ta ki son on yılımıza gelinceye kadar, şimdi milletçe kendi inşa edeceğimiz bir ülkenin temelini atmak için çok önemli ve hayati bir zaman dilimindeyiz, işte geçmişin acılarını unutmak için artık o sistemi necaset çöplüğüne hak ettiği yere gönderme zamanı. EVET, bu sistem, dün DÜZEN diye nitelediğimiz bu sistem artık değişmeli.

 


Bu Makale 816 kere okunmuştur.