Görüş Bildir

"CUMHURİYET MİLLİ BİR FAZİLETTİR AMA NEREDE VE NE ZAMAN?!"(IV)

 

 

Evet, sevgili okurlar.

"CUMHURİYET MİLLİ BİR FAZİLETTİR AMA NEREDE VE NE ZAMAN?!" başlıklı yazımızın 4. günündeyiz.

Dünkü yazımızda da ifade ettiğimiz gibi; toplumlar, devletler ve ülkeler "milli ruhlarına" dayalı bir yönetim anlayışıyla idare edilmedikleri takdirde; "huzur ve istikrarı" yakalayamazlar..
Sürekli başdöndüren hadiseler vuku bulur…
Karşı karşıya gelirler...
Özellikle İslam’ın bulunmadığı toplumlarda ve devlet yönetimlerinde yani İslam ahlakının yaşanmadığı yerlerde insanlık kendini "ahlaki çöküntülerden" kurtaramaz..
Hele ki, "ruhi çürümüşlükten" hiç arınamaz…

Zira, kapital sistem ve kişisel ranta dayalı sermaye hesapları "insani değerleri" tamıyla sıfıra indirmektedir….
İnsanlık vasfı sadece isimde kalır…
Mana ve ruh oldukça geri plana düşer..
Ne yazık ki, "bu çürümüşlüğe de" çağdaş demokrasi adı verilmektedir..
İşte, Türkiye'nin hal-i pür melali!…
95 yıldan beri Türkiye ne yazık ki, CHP’nin altı oklu anlayışının hegemonyası altında, yönetile gelmiştir…
Kemalizm, Atatürkçülük, laikçilik..
Ve tabi ki, sözde demokrasi kavramları kullanılarak, ülke yönetmiştir…
Sadece tek parti zihniyeti "hakim" kılınarak, ceberuti ve jakoben anlayışla ülke ve millet adeta sömürüye mahkum edildi…
Ki bu yönetim anlayışı "Milli ruha" dayalı ne varsa, yok edip, götürdü…
Hiçbir şeyi bırakmadı..

Atatürkçülüğü, laiklikçiliği adeta kendi pisliklerine siper yaparak, halkı mağdur ettiler. Mezalimler yağdırdılar..
Millet mahzun edildi..
Ruhi çürümüşlüklerle karşı karşıya bırakıldı…

***

Erdoğan önceki gün TBMM’de AK Parti meclis grup toplantısında yapmış olduğu konuşmalarında ifade ettiği gibi, bu anlayışın savunucu ve uygulayıcaları "salon cumhuriyetçisidirler.."
Bunlar cumhuriyetçi değiller…
Çünkü cumhurla cumhuriyeti birbirinden uzaklaştırdılar…
Bunlar gardırop Atatürkçüsüdürler.

Hal böyle olunca da milleti neredeyse 7 den 70’e kadar manasız, ruhsuz bir toplum haline getirildi..
Ki plan ve kurgu, güdümlü siyasetlerinin de ana felsefesi bu!…
Nitekim düzenledikleri "Cumhuriyet" resepsiyonlarında alkol, içki ve dans faaliyetleri hep ön planda olmuştur…
Seküler yaşam...
Kadınlı, erkekli "danslarla" geceleri ışıkları söndürmekle, geçiren bir anlayışı uygulayıp, dikte ettiler..

***

Bakınız sevgili okurlar…
Gazete sütünlarına da yansıdı…
Ki işte o iğrenç tabloyu ortaya koyan resim….
Almanya’nın Berlin kentinde CHP'lilerin organize ettikleri; 29 Ekim resepsiyonu…
Masalar ful alkol şişeleriyle donatılmış..
Bir tarafta bayrak, diğer tarafta, şarap ve rakı şişeleri..
Alkol su gibi tüketilmiş..
Kadınlı, erkekli yapılan dans!…
Velhasıl kelam; bu rezillikler zinciri söylediklerimizin bir kanıtı olsa gerek…
Şimdi, Türkiye gibi yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede CHP ve onun anlayışı "halkın temsilcisi ve milli irade" uygulayıcısı olabilir mi?
Ne mümkün...?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bunlara ve zihniyetlerine taktığı isim boşuna değildir…
Çuk diye oturuyor..
Ve onları tanımlıyor...
"Salon cumhuriyetçileri ve gardırop Atatürkçüleri.."

***

Siyaset kavramının anlamı; halkı mizansal bir demokrasi ile milli iradesini gerçekleştirmektir.
Yalan söyleyip de milleti kandırmak değildir.

Hile, mekir gibi oyunlarla halkın milli iradesini elinden alıp, batıl ve yanlış uyduruk siyasetlerle ülke ve millet yönetilemez.

Gerçekçi olmak, siyasetin ana kural ve temel dayanağı olması lazım…
Gerçekçi olmayan bir siyaset hiçbir zaman "doğru bir siyaset" icra edemez..
Olsa olsa yalan olur, dolan olur…
Ki bundandır ki bu halk neredeyse 1950’den beri CHP’ye iktidarı koklatmamıştır ve iktidara yanaştırmamıştır.

Kılıçdaroğlu ne kadar caba gösterirse göstersin, beyhudedir..
Çünkü millet tek parti mezalimini ve o mezalimliğin bu millete neleri yaşattığını unutmamıştır…
Unutmaz da!?..

Bu millet kendi ruhi derinliklerinde o kini besliyor.
Halk, özellikle İslam ümmeti yöneticilerine güveniyor ve bağrına basıyor.

Ama hilelerle, kandırmacalarla, dış mihrakların kumandasıyla bu ümmet yönetilemez olduğunu de her platforma göstermektedir…
Nitekim, bugün Ortadoğu’daki İslam ülkelerinin hali pür melali ortada.

Birinci Dünya savaşından sonra…
Özellikle, "Hilafeti İslamiye’nin" temsilci olan Osmanlının yıkılışından sonra devletçiklere ayrılıp bölük pörçük olan İslam ülkelerinin başındaki piyon ajanlar kendi milletlerini yıllar yılıdır; sömürmektedirler…
Kişisel rant, makam ve koltuktan başka hiç bir şey düşünmemişlerdir.

İşte, örnek…
Suudi Arabistan’ın son yıllarda "Haremeyin şerife" karşı yaptığı saygısızlık ve kötülüklerin haddi hesabı yok…
Mekke ve Medine’yi adeta kapital bir kent haline getirdi…
O büyük haremeyin şeriflerde çok büyük ticaret merkezleri açtılar..
Dünde belirttiğimiz gibi adeta Amerika’nın Las Vegas eyaletindeki zengin kumarhanelerin rantına dayalı; bir yapılanmaya gidildi…
Kral Selman’ın başında bulunduğu Suud hükümeti Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul konsolosluğunda öldürerek cesedini bir meçhule götürmeleri çağdaş insanlık mizanı ve izanı kaldıramaz.

Hukuk terazisi bunu hiç çekemez.

Yeryüzündeki çağdaş medeni bir dünya bu Suudi Kralına gereken cevabı vermesi gerekir…
Hak ettiği en ağır şamarı indirmeleri lazım…
Çünkü tüm insanlık, karakter, şeref ve haysiyeti gibi ülvi değerler böylesi vahşeti bünyesinde taşıyamaz.
Böylesi alçalış ve ahlaksızlığı, kabul etmez!…
Nerdeyse yer küresi titriyor...

Suudiler, mezalimlerini sürdürdüğü müddetçe ve gereken ceza-i müeyyideye çarptırılmadıkları sürece daha bu hamur çok su götürür.

Suudi Arabistan Kralının ve ailesinin petrolü varsa, büyük kapitale sahipse, mazlumun da ahı var.
Kanı var.
O kan lekesi Suud Kralının ve oğlu prens Muhammed Bin Selman’ın alnından temizlenemez.

Üç gün önce Suudi devletinin başsavcısı yapmacık olarak İstanbul’a gelip, İstanbul başsavcısıyla görüşmesi bize göre o da bir oyundur, bir hiledir.

Hiçte gerçekçi değildir. 

Suud başsavcı sadece Türkiye’nin nabzını yoklamaya gelmiştir.

Öyle ümit ediyoruz ki, İstanbul başsavcısı ona gerekli cevabı vermiştir.

***

Hürriyet gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi dünkü köşesinde bu konuyu yazdı.
Selvi yazısında Suud başsavcının Kaşıkçı’nın telefonunu istediği, böylece kimlerle ve ne kadar süre görüştüğü bilgisine ulaşmaya çalıştığını belirtti.

Görüşmenin bilinmeyen ayrıntılarını köşesinde aktaran Selvi, Suud başsavcı’nın sizce cinayeti kim planladı? Sorusuna cevap vermediğini açıkladı.

Suud’lu başsavcıya bir yerli iş birlikçiden söz ettiniz. Bu yerli işbirlikçi kim? Ve Kaşıkçı’nın cesedi nerede? Sorusu yöneltildi. Ama başsavcı bilgi vermeye yanaşmadı.

İşte, koskocaman, sözde şeriatla yönetilen bir hükümetin böylesine şeriattan sapması ve Kur’an hükümlerini hiçe sayması İslam ve insanlık için yıkımdır, felakettir ve rezalettir.

Bunu ne İslam, ne de insanlık kabul etmez, bünyesinde de barındırmaz...

Sonuç itibariyle…
Ümit ediyoruz ki, en kısa bir süreçte Suud Kralı Selman Bin Abdülaziz ile oğlu Muhammed Bin Selman hakkındaki insanlık düşüncesi büyük bir birlik arz edecektir.

Ve bu birlik büyük ve ağır bir yumruk haline gelecektir.
O yumrukta en kısa zamanda bu hükümetin başına indirilecektir.

En derin saygı ve sevgilerimizle….

 

 

 


Bu Makale 12776 kere okunmuştur.