DAVA ve DÜRÜSTLÜK

 

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Muhammed-i Haşimi aleyhi’s-salat ü ve’s-selâmı merâtib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran sıdktır.” der.

 

Bu sözüyle insanın yükselişi ile doğruluk (sıdk) arasında bir paralellik kurar. Dürüstlük ile mertebe atlamanın doğru orantılı olduğunu söyler.

 

Bediüzzaman’nın, Peygamber Efendimiz için söylediği bu söz, aslında bir formül cümledir ve her insan için geçerli olabilecek bir ölçektir.

 

İslam’ın dünyaya kısa bir sürede yayılmasında, vahyin güçlü mesajları etkili olduğu gibi Peygamber Efendimizin güçlü karakteri, davasındaki ciddiyeti, samimiyeti, sıdkı da şüphesiz son derece etkilidir. Sadece onun da değil daha sonra gelen ve selef denilen ilk kuşak Müslümanların da güçlü karakterleri, davalarındaki ciddiyet ve samimiyetlerinin de etkisi vardır.

 

Bu kural dine özgü bir kural değil elbette. Her dava, iddia veya ideolojinin, toplumda karşılık bulması yalnızca teorik bilgilere bağlı olamaz.

 

Bir iddiayı, dava haline getiren; bir düşünceyi, ideoloji yapan, o iddia veya düşüncenin teorilerinin arkasındaki pratiklerdir. Yani pratiklerdeki ciddiyet, samimiyet ve fedakârlıktır.

 

Sosyalizmin veya ileri aşaması komünizmin, dünyada bu kadar etkili olması, sadece Karl Marx ve Friedrich Engels’in yazdığı manifestoya bağlı olamaz. Lenin, Mao, Castro, Che gibi bu sosyalizm-komünizm ideolojisini, pratikte güçlü, ciddi ve samimi yansıtan şahsiyetler olmasaydı acaba bu fikirler kitap satırlarından devlet yönetimine taşınabilir miydi? Bu insanlar zalim olabilirler, eli kanlı diktatörler olabilirler. Ama yalancı, sahtekâr, sadece şahsi menfaatlerini düşünen çıkarcı insanlar değiller. Yanlış veya doğru, inandıkları bir dava var ve adanmış bir ruh ile o davalarını yaymaya çalışmışlar.

 

Demek ki bir sözün veya fikrin etkili olması için sadece o sözün doğru ve iyi olması yetmiyor. Söylemin doğruluğu kadar eylemin de ciddi ve samimi olması gerekir.

 

İşte bugün her kesimde bu eylem eksiliğinin olduğunu düşünüyorum. Söylemlerin arkasında adanmış ruhlar yok. Fedakârlıklar yok. Ciddiyet yok.

 

Muhafazakâr kesimin en az 14 asırlık bir kültür, edebiyat ve tarih birikimi olmasına rağmen bugün hala kendilerine bir güven eksikliği varsa, onu temsil edecek yaşayan güçlü şahsiyetlerin olmayışındandır. Artık karnımız söylemlere tok.

 

Konuşan değil yaşayan insanları görmek istiyoruz.

 

15 Temmuz’da tankların önüne çıkanlar maalesef makam, şöhret, kadın ve para hırslarının karşısına çıkamamaktadırlar.

 

Başörtüsü davası için mücahit kesilenler, maalesef servetle imtihan olunca müteahhit kesildiler.

 

Bu sorun muhafazakâr tarafın sorunu değil sadece. “Sol” diye genel bir başlık altında toplayabileceğimiz diğer seküler yapılar da öyle. Bir samimiyet ve ciddiyet eksikliği var. 

 

İşte mesela CHP yürüyüşü, aslında son derece büyük bir fedakârlık gibi görünüyor. Ama bu eylemi yapan şahsiyetlerin ciddiyet ve samimiyetleri sorgulanabilir seviyede olduğu için çok da etkili olmuyor ve olmayacaktır.

 

Toplumun bilinçaltında her harekete karşı sorduğu reflektif bir soru var: Bu eylem neden?

 

Eğer cevabı “çıkarsız, karşılıksız, sadece toplumun faydası, vatan ve milletin selameti için yapılan bir fedakârlık” değilse, bilinçaltı ona tepki gösterir ve etkisiz olur.

 

Samimi ve ciddi hiç mi adam yok? Tabi ki var ama onlar da yetersiz. Çünkü bu iş bir kadro işidir. Kadronun başının “adam” olması yetmiyor. Kadronun çoğunluğu “adam” olması lazım.

 

Hasıl-ı kelam bizim “adam” eksikliğimiz var vesselam…