HER ŞEYİ ANLAMSIZLAŞTIRAN SORU: NEDEN?

Bazı sorular vardır, çarpma işlemindeki “0” gibi yutan elemandır. Onunla karşılaşınca bütün değerler yok olur. Sayı istediği kadar büyük olsun “0” ile çarptınız mı birden değer kaybeder ve anlamsızlaşır.

Bazı sorular vardır, tek bir cevabı yoktur. Yüzlerce cevabı vardır, ama hiçbir cevap, bütün akılları tatmin edici ve objektif bir cevap değildir.

Bazı sorular vardır, sadece sorulur. Cevap olsa da olur olmasa da.

İşte bu sorulardan bir tanesi de “neden” sorusudur.

Mesela bu kadar silahlar, savaşlar, ölümler ve acıları “neden” sorusuyla çarpın. Tabiatın bütününü düşünün ve buna göre cevap bulmaya çalışın. Tatmin edici bir cevap bulabilir misiniz?

“Dünyanın en büyüğü ben olacağım.” demek için mi?

“Bütün enerji kaynaklarını ben idare edeceğim.” demek için mi?

“Benim mezhebim senin mezhebinden daha doğru.” demek için mi?

Bu cevapları da “neden” sorusuyla çarpın.

Dünyanın en büyüğü mü olacaksın. Neden peki? Sonra ne olacak?

Bu büyüklüğün sürekliliği olacak mı? Tabiat kanunları böyle bir sürekliliğe uygun mu?

Kalıcı olmayan bir büyüklük için, bu kadar güzellikleri ölümlere vermeye değer mi?

Bu soruları, modern dünyanın bize öğrettiği hatta dayattığı tüm bilgilerden ve empoze ettiği tüm hedeflerden kurtularak kendinize sorun. Cevap ararken de üstünde yaşadığımız, savaştığımız, mücadele ettiğimiz şu gezegenimizin devamlılığının olmadığını hesaba katın.

Ne cevap buldunuz bilmem.  Ama ben bir anlam veremedim. Hangi değeri verdiysem “neden” sorusuyla çarptığımda sonuç anlamsız kaldı.

Çünkü bize verilen süre sadece sonumuzu beklemek içindir.

Öyle değil mi?

Hayat bir bekleyiştir. Hayat bir yönüyle ölümü beklemek  değil mi?

Hepimiz ölümü beklemiyor muyuz?

Ama hüzünlü bekleyiş ama neşeli…

Ama zengin bekleyiş ama fakir…

Sonuçta hepimiz aynı şeyi bekliyoruz.

Beklerken sahip olmaya, bekleyenlerin içinde en büyük olmaya çalışıyoruz.

Tıpkı durakta otobüs beklerken durağa sahip çıkmaya çalışan veya bu durakta en büyük benim demeye çalışan bir insan gibiyiz.

Böyle bir insanı durakta görseniz deli deyip muhatap olmazsınız. Çünkü bunu bir kişi yapıyordur. Diğerleri ise bakıp gülüyorlardır.

Peki duraktaki herkes bunu yapıyorsa. Herkes durağa sahip olmaya ve “Bu durakta en büyük benim.” demeye çalışıyorsa, bunun için var gücüyle mücadele ediyorsa…

O zaman kim deli muamelesi görür?

Durağa sahip olmak için bir çaba göstermeyen, büyüklük havasına kapılmayan yani gerçeği gören, hakikati keşfeden, bir durakta beklediğinin farkında olan bir insan, diğerleri tarafından deli ve saf-derun muamelesi görür.

Diğerleri durağa geldikleri zaman, var olan sisteme ayak uyduran ve öğretilmiş hedeflere odaklananlardır.

Hakikati keşfeden ise sistemi reddeden ve hayatı olduğu gibi kavrayan, gerçek olana ulaşandır.

Hayatı en berrak ve net bir şekilde tanımlayan ise hayata kılavuzluk etmek için indirilen Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an bu dünya hayatı için “oyun ve eğlence” der. Ahiret hayatı için ise “hayatın ta kendisi” ifadesini kullanır. Ama bunu derken bir not düşer Kur’an: Eğer düşünselerdi…

Eğer düşünselerdi bu hayatın eğreti olduğunu anlarlardı…

Eğer düşünselerdi bu hayatın bir simülasyon olduğunu fark ederlerdi…

Eğer düşünselerdi bu dünyanın, gerçeğin ta kendisi olan ahiret yurdunun zaman üzerindeki taklidi olduğunu anlarlardı.

Ama demek ki düşünmüyoruz ki bir simülasyonu gerçek sanıyoruz.

Demiştim ya “neden” sorusu her şeyi anlamsızlaştırıyor diye…

Kastım bu sorunun cevabı bu simülasyon içinde anlamlı hale getirilemezdir. Çünkü “neden” sorusunun cevabı bir “sonuç” ister. Bu eğreti hayat “sonuç”ların ortaya çıktığı bir hayat olmadığı aşikâr. Durakta bekleyen ve mücadele eden insanlara bu mücadelenin nedenini sorarsanız ne cevap verebilirler acaba? Çünkü durağın sınırları içinde bir anlamı yok. Hepsi otobüs gelince gidiyorlar.

Ama durakta gösterilen çabaya göre, otobüsteki kimliğiniz belirlenecek derseniz bu mücadele bir anlam kazanabilir. Nedeni, sonucuyla beraber ortaya koymuş olursunuz.

İşte burası bir bekleyiş. Ama gideceğimiz yerin zaman üzerindeki bir taklidi içinde bekliyoruz. Bu taklit içinde kimlik inşa ediyoruz. Aslımıza yani kalıcı olan ahiret yurduna gittiğimizde artık sonsuza kadar bu kimlikle yaşayacağız.

Burada iyi olan orada da iyi olacak, burada kötü olan orada da kötü olacak.