İSLAMCILIK BİZE LAZIM

“İslamcılık”ın kavram olarak ne kadar doğru bir kullanım olduğu tartışılır. Zaten bu tanımlama İslamcıların bizzat kendilerine ait değil. Batılılar, İslam dinini referans göstererek, kendilerine karşı direnen kesime “İslamcı” dediler.

Bizde ise bu kavramı ilk olarak 1913’te Ziya Gökalp kullanmıştır. Yani “İslamcılık”  kavramsal açıdan bile tartışmalıdır.

Tarihi açıdan baktığımızda ise İslamcılığın çok geçmişi yok. 19. yüzyılda Yeni Osmanlılar tarafından ortaya atılan bir fikir akımıdır.

Peki bu fikir akımı durduk yere neden çıktı?

Durduk yere değil tabi. Aslında İslamcılık tepkisel bir harekettir. 19. yüzyılda Avrupa’dan çıkıp tüm İslam coğrafyasını saran ve tüm değerleri adeta yok etmeye çalışan modernizme karşı, İslam’ın kendini koruma refleksidir.

İslamcılık, bir yönüyle “Din terakkiye manidir.” argümanına karşı tezler ortaya koymaya çalışan bir fikir hareketidir.  Batı’da gelişen değerlere paralel olarak, Osmanlı aydınları da İslam dünyasının geri kalmışlığı üzerinde kafa yormuşlar. Bunlardan bazılarının kafaları o kadar yorulmuş ki en son Avrupa’yı motamot taklit etmekten kaynaklı olarak, geri kalmışlığın altında dini görmüşler. Avrupa Rönesans ve reform hareketleriyle nasıl dinden kurtulup terakki ettilerse, Müslümanların da terakkisi için, dinden uzaklaşmanın şart olduğunu savunmuşlar. İşte İslamcılık, bu tartışmalı zeminde dinin terakkiye mani olmadığını ispatlamaya çalışan bir harekettir. Hatta demokrasi, seçmen gibi modernitenin kavramlarına karşılık, İslami bir alt yapısı olan “usul-ı meşveret” ve “ehl-i hall ve akd” gibi kavramlar geliştirmişlerdir. Bütün bu kavram arayışları, Batılı düşüncelerin İslam’ın içinde de bulanabileceğini ispatlama çabasından kaynaklanmaktadır.

Dolayısıyla Batılılaşma iddiası yoksa aslında İslamcılık da yoktur. Bir kesim Avrupalılaşmayı savunmasa, İslam’ı savunan bir kesim de olmak zorunda kalmayacaktır.

Şu da unutulmamalıdır ki İslamcılık, farklı coğrafyalarda farklı yorumlanmıştır. Osmanlı aydınlarının İslamcılığı, ümmet birliği ve Batılı değerlere karşı mücadele olarak kendisini gösterirken; Kuzey Afrika, Güney Asya gibi Müslüman memleketlerde daha çok sömürgeciliğe karşı bir mücadele olarak görülür.  

İslamcılığın çok da detaylarına inmeden asıl demek istediğim cümlelere gelmek istiyorum. Görülüyor ki “İslamcılık” öz-be-öz bu toprakların, Osmanlı aydınlarının ürünüdür. Bu fikir hareketini Arap dünyasının malı gibi görmek tamamen bir cehalet göstergesidir.

Türkiye’deki İslamcılık ile Mısır’daki veya İran’daki İslamcılık arasında, motivasyon ve hedefler açısından, büyük farklılıklar vardır. Bu farklılıkların farkına varmadan Türkiye’deki İslamcılığı da İhvan’ın İslamcılığına denk tutup saldırmak, bilgi eksikliğinden başka bir şey değildir. Bu arada İhvan İslamcılığının kötü olduğunu söylemiyorum. Sadece şartlarının farklı olduğunu söylüyorum.

Zaten İslamcılığa saldıranların, bu farklılığı görebilecek kadar entelektüel bir birikime sahip olduklarını da düşünmüyorum. İslamcılık hakkında, öznesi ve yüklemi farklı beş doğru cümle kurabileceklerine ihtimal vermiyorum. Sövmeyi, hakaret etmeyi marifet sanan; ekrandan ekrana koşturmaktan okumaya, düşünmeye fırsat bulamayan cühela takımı gibi görüyorum. İslamcılıkla ilgili üç makale, iki kitap okumuşlar mıdır bilemiyorum.

Eminim İslamcılık denince onların aklına birkaç köşe yazarı, bazı siyasetçiler ve bazı uluslararası yardım kuruluşları geliyordur. Bunların çağrışımları üzerinden İslamcılığı eleştiriyorlar. Yaklaşık 150 yıllık geçmişi olan bir fikri, şahıslar üzerinden değerlendirmek ne kadar doğru?

Üstelik bu fikir bize lazım olacak. Bölgesel bir güç olmak için, bu coğrafyada İslamcılık üzerinden bağ kurmaktan daha pratik ve tarihsel arka planı olan başka bir gücümüz yok.

Şunu da not alalım: Mısır’da İhvan hareketi olmadan bir denklem kurulamaz, istikrar sağlanamaz. Çünkü Mürsi, yüzde 52 ile başa geldi. Sisi’nin katıldığı seçimde ise sandığa gitme oranı bile yüzde 46’ydı. Çünkü İhvan seçimi protesto etti ve sandığa gitmedi. İhvan’ın gücünü görüyor musunuz? Diğer taraftan Mısır gençleri Seyyit Kutup, Hasan el-Benna gibi tüm dünyada etkili olan entellektüelleri bırakıp, Sisi çizgisini takip edeceklerini mi sanıyorsunuz? Elbette hayır. Mısır darbesi, Mürsi ve Biltaci gibi Mısır gençliğine ilham veren kahramanlar doğurdu. Eninde sonunda Mısır bu gençliğin olacaktır.

Peki böyle bir Mısır ile yakınlaşmanın en kısa yolu nedir? İslamcılık değil mi?

Diğer taraftan, Suriye’deki ÖSO ile İslamcılık üzerinden bağlantı kurmuyor muyuz? ABD’nin ÖSO yerine YPG’ye destek vermesinin sebebi, YPG’nin daha seküler, ÖSO’nun daha İslamcı olması değil mi?

Demek ki Suriye’nin geleceğinde de İslamcılık önemli bir unsur olacak. Eğer biz seküler tarafını desteklersek bu konuda ne Mısır’ın ne de Suriye’nin bize ihtiyacı var. Çünkü sekülerizmin aslı olan ABD ve AB var arkalarında. Aslı dururken bizim gibi çakma sekülerlere niye yanaşsınlar?

Hatta YPG’yi, PKK’yı saf dışı bırakmanın yolu da İslamcılıktan geçer. Türkiye Kürtlerinin devlete bağlayan tek bağ yine İslam’dır.

Onun için İslamcılığı yıpratmayalım. Bize lazım olacak. Bu kadar ilerisini düşünemeyen ekran memurları da kavgalarını İslamcılıkla değil, asıl fikren ve siyaseten uyuşamadıkları şahıslarla yapsınlar