ZAYIFI EZMEK Mİ KORUMAK MI

İnsanlar bir yönüyle ikiye ayrılır

Zayıfı görünce ezenler ve zayıfı görünce koruyanlar…

Ya da sahip olduğu gücü adaleti korumak için kullananlar ve sahip olduğu gücü kendisi için yalancı bir cennet kurmak için kullananlar…

Bizim medeniyetimiz, zayıfı görünce koruyan anlayışına sahip bir medeniyettir.

Zayıfı ezmeğe tenezzül etmeyen bir medeniyettir.

Bu anlayış, bizim atasözlerimize, deyimlerimize geçecek kadar derinliklerimizde yerleşmiştir.

Mesela “Düşene vurulmaz.” atasözü, bunlardan biridir. Zayıfa karşı, düşene karşı korumacı bir davranışı ödüllendirmektedir.

Tarihimizdeki bu kodlar şüphesiz Kur’an-ı Kerim’den ve hadislerden kaynaklanmaktadır. Evvela Kur’an, zayıfı koruyan davranışları müminin özellikleri olarak, onları hor görmeyi de dini yalanlayanların özellikleri olarak saymaktadır.

Onlardan bir örnek Maun suresindendir. Şöyle buyuruyor yüce kitap:

“Gördün mü o dine yalan diyeni? İşte yetimi itip kakan odur. Yoksulu doyurmaya teşvik etmez.”

İşte bugün Sayın Erdoğan, Afrika ülkelerinde “Kültürümüzde, tarihimizde, sömürgecilik yoktur.” diyorsa ki sonuna kadar doğru bir sözdür, bunun temelinde bu Kur’an medeniyeti vardır.

Çünkü bu medeniyette “iyilikte birbirinizle yardımlaşın.” emri vardır.

Çünkü bu medeniyette “Sevdiğin şeyi kardeşin için de istemedikçe hakiki mümin olamazınız.” sözü vardır.

Bu anlayışı, Ku’an ve hadislerden süzülen ve medeniyetimizin temel eserlerini teşkil eden kaynaklarda da bulmak mümkündür. 11. yüzyılda, Karahanlılar döneminde, Balasagunlu Yusuf tarafından yazılan Kutadgu Bilig adlı muhteşem bir eserde de yine bu anlayışı görüyoruz. Mesela bir yerde şöyle diyor Balasagunlu Yusuf:

“Ey hükümdar, bu saltanatın uzun sürmesini istersen, şu bir kaç şeyi de bırak. Adaletle iş gör, buna gayret et, hiç bir zaman zulüm etme, Allah'a kulluk et ve onun kapısına yüz sür ikincisi gafil olma, dikkatli ol, uyanık dur, sana başkasının yüzünden, ansızın bir suç isnat edilmesin.”

Dikkat ettiyseniz hükümdara verdiği öğütte önce adaleti emretmekte ve zulümden alıkoymaktadır. Sonra Allah’a kulluğu hatırlatmaktadır. Yine başka bir yerde hükümdara şöyle nasihat ediyor:

“Halkı adil kanunlar ile idare et, birinin diğerine tahakküme kalkışmasına meydan verme, onları koru.”

İşte medeniyetimizin temelini teşkil eden eserler, zayıfın yanında bulunmayı, hükümdarlık gibi güçlü bir makamı, adalet için kullanmayı öğütlüyorlar.

Uygulaması nasıl peki?

Uygulama da bu nasihatlere uygun.

Altı yüz yıllık bir Osmanlı Devleti’nde, bir sömürgecilik faaliyeti göremezsiniz. Zaten öyle olsaydı şu anda Kuzey Afrika ve Doğu Avrupa Türkçe konuşuyor olurdu.

Bugün Afrika ülkelerinde ya Fransızca ya İngilizce ya da Portekizce konuşulur. Tarihin akışı içinde çok kısa bir süre bu ülkelerin işgali altında bulunmalarına rağmen, kendi dillerini onlara kabul ettirmişler. Çünkü sömürgeciler. Ellerindeki silah gücünü, zayıfları ezmek için kullanmışlar.

Amerika, Afrika’dan farklı değil. Oradaki milyonlarca Kızılderili İngiliz, Fransız ve Portekizliler tarafından katledilmiştir.

İsterseniz bir de Avustralya ve Güney Asya’ya bakın. Batı’nın oralarda yaptığı zulümleri anlatmak, bu yazının çerçevesine sığmaz. Ben sadece hatırlatmaya çalışıyorum.

Mesela hiç zenci bir Türk veya Türk vatandaşı gördünüz mü? Yok ben hiç görmedim.

Ama İngiliz, Fransız, Portekiz, Amerikalı zenciler çok. Neden? Çünkü biz Afrikalıları esir tutup, kafesler içinde gemilerle İstanbul’a getirmedik. Onlara memleketlerinde hizmet ettik.

Bu bile aramızdaki insanlara bakış açısındaki farklılığı göstermesi açısından yeterlidir.

Dünya halkları gibi Afrika da uyanıyor…

Geçmişin tüm hesaplarını Batı’dan almak üzere gözlerini açıyor…