Görüş Bildir

DÜNYAYA BAKIŞ

Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu
Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu

KÜRT VE TÜRK İTTİFAKININ SİYASİ ÖNEMİ (I)

Talas savaşıyla (751) Çin imhasına karşı Abbasiler tarafından verilen destekle İslama kazandırılan Türkle,r bu tarihten itibaren Bağdat’ta kadar gelmiş ve kendileri için kurulan Samarra kentinden sonra 9.yy’dan itibaren İslam dünyasına bir aktör olarak hizmet etmeye başlamışlardır.

Endülüs’ten (711) Anadolu’ya (650) buradan Çin’e kadar en az beş asır boyunca siyasi, ilmi, askeri, kültürel ve ekonomik alanda başat güç olarak Avrupa, Bizans ve Çin’i kontrol altına alan Araplar, bu tarihten görevini Alpaslan kumandasında Anadolu’nun tapularını (1071) Kürtlerle beraber Bizans’tan almaya başlayan Türklere bırakmaya başlamışlardır.

Aynı dönemlerde İslam Dünyasını kuzeyden işgale başlayan ve Kudüs’ü alan Haçlılara karşı duramayan ve artık görevini ifa eden bir piri fani gibi mübarek görülen (kavmi necip)  Arapların metal yorgunluğuna karşılık, Kürtler de Eyyubilerle ayağa kalkmaya başlamış ve nihayet Selahaddin-i Eyyubi El Kürdi kumandasında Kudüs’ü alarak ispatı rüşt etmiştir. Söz konusu dönemde gaye, i’layı kelimettullah yani din-i mübini islama hizmettir. Kavmiyet yani ırkçılık en son Emevilerle birlikte tarihin çöp tenekesine gönderilmiş ve şeytan olmakla eş değer görülmüştür. Dolayısıyla bundan asırlar sonra bile Türkler de son nefesine kadar (II. Abdülhamid-1908) asla ırkçılık yapmadılar.

Yönünü bu tarihten itibaren Avrupa’ya çeviren Türklerin arkasında sadece bir dostu ve en az bir düşmanı vardı. Kürt ve Acemler. Kürtler bu 14.’yy’dan itibaren Türklerin doğal müttefiki ve mütemmim cüzü oldular. Türkler,  İstanbul’un fethinden (Molla Gürrani) Çaldıran savaşına (1514) kadar Araplar gibi islama hizmet ettiler.

 Osmanlı Devletinin yönünü Doğu’ya çeviren hükümdarı olan Yavuz Sultan Selim döneminde Sünni Kürtler, şii Safeviler’e karşı Osmanlı’nın yanında yer almışlardır. Bu dönemde, Safeviler ve Memlüklerin siyasi rekabetleri hariç tutulursa tüm Müslümanlar, son İslam sancağı olarak görülen Osmanlı İmparatorluğunun bayrağı altında toplanmaktaydılar. Tunus, Cezayir, Libya… gibi. Çünkü başta Endülüs’ten gelen facia haberleri, Portekiz ve İspanya’nın yükselişi ve Osmanlının Hıristiyanlara karşı Avrupa’da kazandığı zaferler; dini, iktisadi ve siyasal özgürlükler ile birleşince süreç, günümüzdeki Avrupa Birliği gibi kaçınılmaz olmuş ve Kürdistan da bu kervana katılmıştır. Örneğin Safevi Devleti'nin batı sınırındaki şehir ve kalelerden en önemlilerinden biri olan Diyarbekir'in da alınmasına karar veren Sultan Selim, kendisine gelmiş olan ünlü Kürt din ve ilim adamı İdris-i Bitlisi vasıtasıyla şehri, sulh yoluyla almıştır. Buraya ilaveten Urmiye, İtak, İmadiye, Siirt, Eğil, Mardin, Hasankeyf, Palu, Bitlis, Hizran, Meyyafarikin ve Cizre de Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Kısa süre sonra Kürdistan ve Diyarbekir’in önemi Osmanlı fermanlarında hak ettiği yeri işgal edecektir. Örneğin, Kanuni’nin Fransa Kralı’na gönderdiği mektupta, “ Ben ki; Sultanların Sultanı… Anadolu’nun, Karaman’ın, Rum’un, Zülkadriye’nin, Diyarbekir vilayetlerinin, Kürdistan’ın… Sultan Süleyman Han’ım…” .

Aynı şekilde bu tarihlerde Mısır merkezli Memlük Devletine tabi olan Ramazanoğulları Beyliği de Osmanlı Devleti’ne tabii olur. Böylece Anadolu'da siyasi birlik sağlanırken,  Doğu’da İran ve Güney’de Memlük tehlikesine karşı Osmanlının Doğu ve Güney sınırlarının güvenliği sağlanmış oluyordu.

Yavuz Sultan Selim (1512–1520), Kürdistan’ın özerkliği konusunda söz vermiş ve gerçekten de 19. Yüzyılın ortalarına kadar bölgede Kürt hükümetleri ve emirlikleri özerk olarak hüküm sürdürmüşlerdir.

19. yüzyılın başlarından itibaren yıkılma ve Batılılaşma sürecine giren Osmanlı Devleti, Tanzimat (1839) ve Islahat Fermanları (1856) sonucu eyalet odaklı devletin idari yapısında köklü değişikliklere gidilmiş ve bu idari yapı özellikle II. Mahmut döneminde değişmeye başlamıştır. Geleneksel Osmanlı idari yapısını modernize etmeye, yani âdem-i merkezi idari sistemini değiştirip merkezi yapıyı güçlendirmeye başlamışlardır. Bunun için öncelikle, 1826 yılında Anadolu Eyaleti resmen dörde bölünür, “mutasarrıfları olan paşaların mutedil mütesellimlerle idarelerine karar verildi”, şeklinde ilk adım atılır. Bu durum hiç şüphesiz olarak Kürdistan’a da yansır. Örneğin; Kasım 1847 tarihinde Diyarbekir vilayetine bir vali tayin edilirken buraya bağlı Van, Muş ve Hakkâri sancakları ve ayrıca Cizre, Botan ve Mardin kazaları, Kürdistan adı yeni bir eyalet teşkil edilir.

 

A.        Kürdistan’ın Osmanlı Devletine Bağlanması ve Stratejik Önemi (1514)

Çaldıran Zaferinin öncesinde ve sonrasında, Yavuz Sultan Selim, kendisine Doğu Anadolu'nun fethedilmesini tavsiye eden meşhur âlim ve tarihçi İdris-i Bitlisi'ye , Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin Osmanlı Devleti'ne ilhakı için vazife verdiğinde; İslam birliğinin zaruretine inanan başta Bitlis hâkimi Şerefüddin Bey, Hizan Meliki Emir Davud, Hısn-ı Keyfa Emiri Eyyubilerden II. Halil, İmadiye Hakimi Sultan Hüseyin, Cezire Hakimi Şah Ali Bey, Çemişgezek Hakimi Melik Halil, Pertek Hakimi Kasım Bey… Ayrıca Suran, Urmiye, Atak, Cizre, Eğil, Garzan, Palu, Siirt, Meyyafarikkin, Sason, Sincar, Çermik, Malatya, Urfa, Besni, Harput, Mardin ve benzeri yerlerdeki aşiretler de arka arkaya Osmanlı Devleti'ne iltihak etmişlerdir.   Böylece Doğu ve Güneydoğu bölgesinin tamamı, bir iki ay içinde Osmanlı Devletine iltihak etmişti.

Kürt ve Türkmen aşiretleri gibi, güneyde yer alan Arap aşiretleri de yine kendi iradeleriyle Osmanlı Devleti'ne iltihak etmişlerdir. Aralarında İbn-i Harkuş, İbn-i Said, Beni İbrahim, Beni Sayim, Beni Ata aşiretleri, Safed ve Gazze şeyhleri ile Haleb ileri gelenlerinin bulunduğu seçkin bir temsilciler heyetinin Yavuz'a takdim ettikleri ve aslı Topkapı Sarayı'nda bulunun şu itaat mektubu çok manidardır :

“Bizler, canlarımız, mallarımız, iyalimiz ve dinimizin emniyeti için size itaati arzuluyoruz. İslamı tatbik ve adaleti te'sis için sizin hâkimiyetinizi zaruri görüyoruz.”

Bu başarının perde arkasına bakıldığında şu gerçekler dikkat çekmektedir: 16. yüzyılın başlarında Diyarbakır ve çevresi Şah İsmail tarafından son Akkoyunlu beylerinin ellerinden alınmış ve Şah İsmail bölgeyi, Sünni olmaları sebebiyle güvenemediği Kürt beyleri yerine merkezden atadığı Şii valilerin denetimine bırakmıştı . Kürtlerin Sünni Müslüman olmaları ve her iki halkın Kızılbaş olarak gördükleri Şiilere karşı antipatileri, acem ırkçılığı ve Osmanlıların özgürklük vaadi ilişkileri olumlu yönde artırmıştır.

Daha sonra İdris-i Bitlisi’nin tavsiyesi üzerine Kürt asıllı Erzurum Beylerbeyi Bıyıklı Mehmet Paşa ve Rumeli Beylerbeyi Şadi Paşa’nın bölgenin fethiyle görevlendirilmesi üzerine, Karahan komutasındaki orduya karşı hareket geçmiş ve Safevi birlikleri yaklaşık bir yıllık kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldırmışlardı. Bu gelişmelerin ardından Diyarbakır bir eyalet olarak teşkilatlandırılıp, Bıyıklı Mehmet Paşa Beylerbeyi olarak atanmıştır . Geçen ay bu olaylardan PKK tarafından yakılan Fatih Paşa Camii bu dönemin ve kişinin eseridir.

Bu süreçten sonra Osmanlı Devleti, Doğu Anadolu'da Diyarbekir’i merkez kabul edilerek Musul, Bitlis, Mardin ve Harput da dahil olmak üzere bütün Doğu Anadolu'da gayet geniş bir eyalet meydana getirmişti. Kanuni Süleyman devrinde yeni bir düzenleme yapılarak Van'da ayrı bir eyalet daha kuruldu . Doğu Anadolu'daki sancakları, idare tarzı açısından, her iki eyalette de, üç ana gruba ayırmak mümkündü: Birinci grup, klasik Osmanlı Sancakları şeklindeydi. Yani Osmanlı Devleti'nin diğer bölgelerinde tatbik edilen idare usulu burada da cari idi. Sancakbeyleri doğrudan merkezden tayin olunurlardı ve herhangi bir imtiyaza sahip değillerdi. Bu sancaklar tımar sistemine dâhildi. Diyarbekir ve Van eyaletlerindeki bu tür sancaklar, umumiyetle aşiret yapısı kuvvetli olmayan yerlerde teşkil edilmiştir. Diyarbekir Eyaleti'nde merkez Amid, Harput, Hasankeyf, Akçakale, Sincar, Zaho, Ergani ve Çemişkezek sancakları ile Van Eyaleti'ndeki Erciş ve Adilcevaz sancakları, bu tür sancakların başlıca örneklerini teşkil ederler.

Mcdowell’e göre on altıncı yüzyıldan itibaren Osmanlı ile yeni ortaya çıkmakta olan Safevi İmparatorlukları arasındaki denge Kürdistan’da o güne kadar görülenden daha istikrarlı bir siyasal yapının oluşmasının koşullarını yarattı. Hatta bu dönemde oluşan koşullar gelecek üç yüzyıl boyunca devlet ve Kürt çevreleri arasındaki siyasi ilişkilerin genel hattını belirledi. Bu dönemin başında böylesi bir denge öngörülememişti. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında Kürtlerin nostaljik bir biçimde geçmişe bakarak Kürt prensliklerinin mozaiği içinde bağımsız var oldukları bir ‘altın çağ’ görmeleri mümkündür . Yine Mc Dowell’a göre (Kürdistan) Osmanlı’nın Anadolu’su ile Safevilerin Azerbaycan’ı arasında etkili bir stratejik denge noktası oldu ve uzun vadede Kürdistan’ın göreli bir istikrar dönemi yaşamasına neden oldu.

Kısaca bu süreç, İdris-i Bitlisi ile başlayan şarktaki beyler ve Müslüman halkın hilafet ve saltanata sadakatle bağlılıkları, en azından 1850 yılına kadar yaklaşık 330 sene devam etmiştir. Osmanlı Devleti, yerli ahaliyi Müslüman kardeşleri ve bu bölgeleri de dar'ül İslam olan ülkesinin asli parçası olarak görmüş; buna karşılık yerli Müslüman ahali ve beyler de, Osmanlı Devleti'ni İslamın bayraktarı bir İslam devleti olarak telakki edip ona itaati kendileri için ibadet saymışlardı . Böylece Kürdistan’ın Osmanlıya istincadı (gönüllü katılım) ile Osmanlı, özellikle Safevilere karşı arka cepheden rahat bir nefes alırken, Kürdistan da aynı tehditten kurtulduğu gibi dış tehditlere karşı rahat bir nefes alabilmiştir.

Dr. Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU

(Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı)

Dicle Üniversitesi Siyasal Araştırmalar Merkezi Müdürü

hseyhanlioglu@gmail.com

@seyhanli2015


Bu Makale 4804 kere okunmuştur.