Görüş Bildir

DÜNYAYA BAKIŞ

Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu
Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu

TALİBAN’DAN IŞİD’E BATI’NIN DEĞİŞEN STRATEJİSİ

1918 yılında Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Ortadoğu, İngiltere ve Fransa’nın çıkarlarına uygun olarak Sykes-Picot anlaşmasına göre cetvellerle parçalanmıştır. Osmanlı sonrası dönemde Ortadoğu’da ana hatlarıyla üç dönem yaşanmıştır: 1918-60 arası monarşi, 1960-2010 yılları arasında Baas ve 2010 sonrası kışa çevrilen Arap Baharı. Aynı durum, “Great Game” yani Büyük Oyun şeklinde Rusya ile de Afganistan üzerinde yaşanmıştı. Sonuçta bu bölgede yaklaşık yüzyıl süren Batı hegemonyası yaşanmıştır.

 Bu yazıda Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) ile Taliban’ı ortaya çıkaran sebepler, benzerlikler ve muhtemel sonuçlar analiz edilecektir.

Taliban’ın Ortaya Çıkışı

1992 yılında Rusya’nın artığı Necibullah hükümetin devrilmesinden  sonra Afgan İslamcılar “Gavura karşı cihattan” vazgeçip; iktidar, para, çıkar, hırsıyla kendi aralarında çatışmaya başladılar. Mücahitler artık savaş ağalarıydılar. Astıkları astık kestikler kestikti. Afgan direnişine katılan  ünlü kadınlardan  Leyla Herm’ın deyimiyle “İslam adını, iki yüzlülük için kullanır oldular. Her şeyleri uyuşturucu ve silah kaçakçılığına dayanan çıkar hesapları içindi. Minareler uyuşturucu sayesinde yükseliyordu.”1992 -1995 ‘e uzanan süreçte Mücahitler arası çatışmalarda yaklaşık 30 bin kişi ölmüş ve 100 bin kişi de yaralanmıştır.

Afganistan, 1994’ün sonunda Taliban’ın ortaya çıkmasından önce fiilen neredeyse dağılmış durumdaydı. (=Irak ve Suriye) Ülke savaş beylerinin imtiyazlı toprakları arasında bölüşülmüştü; savaş beylerinin hepsi birbirleriyle savaşıyor, durmadan taraf değiştiriyor ve şaşırtıcı bir ittifaklar, ihanetler ve kan dökmeler dizisi içinde başka bir savaşa girişiyorlardı.

Cumhurbaşkanı Burhaneddin Rabbani‘nın ağırlıkla Taciklerden oluşan hükümeti Kabil’i , çevresini  (Esad Şam’ı, Maliki de Bağdat Yeşil Bölge) ve ülkenin kuzey doğusunu denetlerken, merkezi Herat olan batıdaki üç vilayet İsmail Han’ın denetimindeydi. Pakistan sınırının doğusundaki üç peştun vilayeti ise Celalabat’ta üslenmiş Mücahit komutanlar şurasının bağımsız denetimi altındaydı. Kabil’in güneyi ve doğusuna uzanan küçük bir bölgeyi de Gulbeddin Hikmetyar kontrol ediyordu.

Kuzeyde Özbek asıllı, sık sık saf değiştirmesiyle tanınan Afgan ordusunun eski komutanlarından General Raşid Dostum altı vilayete hakimdi ve Ocak 1994’te Rabbani hükümetiyle yaptığı ittifaktan ayrılıp Kabil’e saldırmak (Rus işgalinde bile Kabil’e saldırılmamıştı ve Kabil’i tarihinin en ağır yıkımına maruz bırakıyor) üzere Hikmetyar ile birleşmişti. Orta Afganistan’da Şii, Moğol asıllı Hazariler de Bamyan vilayetinin kontrolünü ellerinde tutuyorlardı. Güney Afganistan ile Kandahar, halka karşı yağmalar düzenleyen ve küçük küçük onlarca Mücahit savaş beyi ile eşkıyalar arasında bölünmüştü. Aşiret yapısı ve ekonominin darmadağın olması,  Pakistan’ın Dürranilere Hikmetyar’a yapıldığı türden bir askeri yardım sağlamadaki isteksizliği ve bir Peştun liderliği üzerinde görüş birliğine varılamaması karşısında, güneydeki Peştunlar da  birbirleriyle savaşa girmişlerdi.

Şehirler savaşan gruplar arasında bölünürken, Uluslararası yardım kuruluşları Kandahar’da bile çalışmaktan korkar hale gelmişlerdi. Bu grupların liderleri ellerindeki her şeyi para kazanmak  için Pakistanlı tüccarlara satıyor, telefon telleri  ve direklerini tahrip ediyor, ağaçları kesiyor, fabrikaları, makineleri, hatta yol kenarındaki tabelaları söküp parça parça satmak amacıyla yerle bir ediyorlardı. (Gaziantep satılan Suriye malları ve Amerika’nin özgürlük uğruna yağmalattığı Irak’tan çalınmış müze malları ve Picasso tabloları)

Kuetta ve Kandahar da üstlenmiş bulunan kamyoncular mafyası ise Afgan halkına adeta ambargo uygulayarak, halka en basit bir gıdanın bile çok pahalıya mal olmasına sebep olmaktadır. Hatta Kuetta, İran ve Türkmenistan arasındaki ulaşımın sekteye uğraması sonucu bu mafyayla silahlı gruplar arasında ciddi sorunların çıkmıştır. Taliban’ın (IŞİD  de aynı) çıkış noktası da bu yolların açılmasında gösterdiği başarıdır.

Böyle bir çöküş ortamında doğan Taliban kısa sürede başarı gösterince halk nezdinde popüler bir hale geldi. Taliban ağırlıklı olarak Afganistan’da etnik çoğunluk olan Peştunlardan oluşmaktadır. Merkezi Afganistan’ın ikinci büyük kenti olan Kandahar’dır. Çekirdek kadrosu başta Molla Muhammed Ömer olmak üzere büyük bir kısmı Sovyet işgaline karşı direnişte bulunmuştur. En yetkili yönetim organı on kişilik Yüksek Şura organı olup  merkezi Kandahardır. ( IŞİD ise Şura Konseyi)

Taliban'ın ayrıca 6 kişilik bir idare Meclisi de bulunmaktaydı.  Taliban milislerinin çoğu, medrese öğrencisi olup, belki de hayatlarında silahlı mücadeleye en az katılan kesimlerden oluşmaktadır. Taliban’ın askeri yapısının disiplinli olduğu söylenmesine rağmen çok sağlam olmadığı, ABD saldırısı sonrası yapılan para karşılığı saf değiştirmelerden anlaşılmıştır. Yaklaşık 25 bin kişilik silahlı gücü olan Taliban içerisinde her etnik kökenden ve her görüşten medrese talebesini barındırmaktaydı.

Taliban’ın askeri olarak ortaya çıkışı tamamen ABD, Suudi Arabistan ve Pakistan’ın bilgisi ve desteğinde olmuştur. Taliban’ın Pakistan tarafından desteklenmesinin nedeni Orta Asya ülkelerinden ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarının geçiş noktasında güvensiz ve daima olumsuz etkilendiği bir devletin Pakistan için doğurduğu sakıncaların ortadan kaldırılması ve ilerde büyük sorunlara yol açacağı kesinleşen enerji ihtiyacının en kısa ve ucuz yol olan Orta Asya ülkelerinden temin edilmesidir. Gerek medreselerde gerekse Pakistan Dış İstihbarat Örgütü olan, Hamid Gül’ün liderliğindeki ISI’nin denetiminde askeri kamplarda yetiştirilen Talibanların, harp meydanındaki ilk çatışmasını, Pakistanlı gazeteci ve Afganistan uzmanı Ahmet Raşid şöyle anlatmaktadır.

“12 Ekim 1994‘te Kandahar ve Pakistan medreselerinden gelen 200 kadar Taliban, Çemen’in tam karşısındaki Pakistan ve Afganistan sınırında bulunan küçük Afgan sınır Karakolu Spin Buldak’a ulaşmışlardı. Çölün ortasındaki bu yerleşim yeri nakliye mafyası için önemli bir yükleme  ve yakıt ikmal merkeziydi. Burası Hikmetyar’ın adamlarınca kontrol ediliyordu. Burada Afgan kamyonlarından gelen malları devralıyorlardı. Pakistan‘dan, savaş beylerinin ordularını desteklemek için gönderilen yakıt da bu yolla kaçak olarak içeriye sokuluyordu. Nakliye mafyasının gözünde şehrin kontrol altında tutulması can alıcı önemdeydi ve bunun karşılığında Molla Ömer’e birkaç yüz bin Pakistan rupisi vermişler. Zincirli yolları ve eşkıyaları temizleyip kamyon trafiğinin güvenliğini sağlarlarsa Taliban’a her ay düzenli ödeme yapmayı da vaat etmişlerdi. Taliban Güçleri bunun üzerine üç gruba ayrılıp Hikmetyar’ın garnizonuna saldırdılar. Kısa ve kanlı çarpışmadan sonra Taliban garnizonla birlikte oldukça yüklü cephane ele geçirdiler. Pakistan, ayrıca Hikmetyar’ın adamlarınca korunan Spin Buldak’ın dışında büyük bir silah deposunu da ele geçirmelerini sağlayarak Taliban’a yardım etmişti.

Taliban’ın kesin kuruluş tarihi ise 03.11.1994 olarak kabul edilmektedir. (IŞİD’in ise 2003) Taliban’ın, Afganistan’da her grubun çatışmaktan çekindiği ve acımasızlığıyla bilinen Şii Hikmetyar grubuna bağlı bir grupla çatışması olan; “29 Ekim 1994’te de ISI’ nin en seçkin sahra subaylarıyla birlikte 80 şoförlük bir konvoyu Afganistan’a sokarak, Taliban’ın bunu  rehin alan Emir Lalay isminde bir bölge  komutanından, kurtarmasını istemesi üzerine Taliban konvoyun kurtarılması için harekete  geçerek  konvoyu kurtardığı gibi Emir Lalay dahil olmak üzere tüm  adamlarını öldürmesi”, üzerine  Taliban’ın bu işi başarısına olan inancı tamamen pekişmiştir.

Aynı akşam iki günlük bir çatışmadan sonra da Kandahar’ı ele geçiren Taliban,  harekete geçmesinden daha iki hafta geçmeden MİG-21 ve Sovyet Nakliye helikopterleri dahil çok büyük miktarda ganimetler ele geçirerek,   Raşid’ in tabiriyle  “ adı sanı duyulmamış olan bir güç, birkaç hafta gibi kısacık bir zaman diliminde ve sadece 10 kişi civarında can kaybı vererek Afganistan’ın ikinci büyük şehrini ele geçirmiş oluyordu.

Tüm bunları Pakistan çok büyük sevinçlerle karşılamış ve nihayetinde Başbakan Benazir Butto’nun ağzıyla da kısa bir süre sonra resmen Şubat 1995’te Taliban’ı Afganistan’ın resmen hakimi olarak tanıdığını açıklamıştı. Bundan sonraki üçüncü haftada ise  Taliban 31 vilayetin 12’isini ele geçirerek Afganistan’ın en büyük gücü konumuna gelecek ve Kabil’in kapılarına dayanacaktı.

Halkın Taliban’ı ilk etapta desteklemesinin nedeni “En kötü düzenin en iyi düzensizlikten daha iyi olduğu ” düşüncesiydi. Çünkü gruplar arasında bölünmüş, hiçbir güvenliğin olmadığı bir Afganistan’a hiç olmazsa rahat gezme, can-mal güvenliğinin gelmesi Taliban’ı çok güçlendirmiştir. Örneğin; nakliye mafyasının varlığı yüzünden halk en ucuz gıdaları dahi çok  pahalıya alıyordu.

Taliban, yaz aylarında birliklerini Pakistan ve Suudi Arabistan’ın desteğinde yeniden silahlandırarak cephane ve  araç (Bahreyn limanından Karaşi’ye getirilerek üzerine Amerikan silahı monteli Suudi parasıyla alınan  Uzakdoğu malı sayısız pikaplar) takviyesi yaparak değerlendirmiş, ayrıca ISI danışmanlarının yardımıyla yeni bir komuta yapısı kurmuştu. ISI bunun yanında Taliban ile General Raşid Dostum arasında, hiçbir zaman açıklanmayan anlaşmaya da aracılık etmişti. Hatta Taliban’ın MİG ve Helikopter ganimetini de Özbek asıllı General Raşid Dostum’un teknisyenleri onarmıştı.  Ve bunlar da  Herat’ı bombalamıştı. Bu arada gücü 25.000 ‘i bulan Taliban Pakistan’dan da sürekli insan desteği alıyordu.

 Pakistan, Taliban’nın başarısını görünce ABD’yi de   kendine destek olmak amacıyla ortak etmeye başladı. Zaten uzun yıllar Sovyetlere karşı verdiği desteğe rağmen, Afganistan’daki karışıklıktan Amerika da  en çok rahatsız olan ülkelerin başında geliyordu. Çünkü ABD için bağımsızlığını yeni kazanmış olan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin İran’ın etkisini kırmak gibi bir amaç olduğu gibi, Petrol kaynaklarının denetimini  ve ulaşım yollarını ele geçirmek amacı da vardı.

 ABD’de bu daveti uzun zamandır beklercesine hiç vakit kaybetmeden kolları sıvayarak 1996 Mart ayı başlarında Kongre üyesi ve Senato Dış ilişkiler Güneydoğu Asya Alt Komitesi üyeliğini de sürdüren Hank Brown’u bölgeye göndermiştir. Brown,  (altı yıl içinde Kabil’i ve diğer nüfuz merkezlerine sayısız ziyaret etmiştir. Pakistan ve Suudi Arabistan dahil bütün Afgan hiziplerini Washington’da bir araya getiren bir toplantı çağrısı yapmak ve ABD’nin Afganistan politikasını değerlendirmek üzere İslamabat’a gelerek  ve 19 Nisan 1996’dan başlayarak üç önemli merkez olan Kabil, Kandahar, ve Mezar-ı Şerif’i, daha sonra da üç Orta Asya Cumhuriyetlerinin  başkentini ziyaret etmiştir [ Nation, 20 Nisan 1996].

Taliban’ı ayrıca Amerika’nın en ünlü elçilerinin, eski bakanlarının, Üniversite hocalarının yer aldığı CFR (Council on Foreign Relations) da ‘Taliban’ın radikal İslami enternasyonal ile hiçbir alakaları yoktur, hatta onlardan nefret bile ediyorlar’ diyerek desteklemekteydi [New York Times, 14 Temmuz 1996] . Artık ABD Taliban’a güveniyor ve onu destekliyordu.

ABD’nin ünlü bürokratlarından Raphel de  ”Kendimizi Afganistan olayların ortasına attığımızı düşünmüyoruz, sadece Kendimizi Afganistan’ın bir dostu olarak görüyoruz. Ben bu yüzden, Afganlıları bir araya getirip konuşturmak amacındayım” dediyse de [a.g.e.] Raşid; aslında onun kafasında ve çantasında; Türkmenistan’dan başlayıp, Afganistan üzerinden Pakistan’a doğal gaz taşıyacak ve Amerikan Petrol devi Unocal tarafından  inşa edilecek doğal gaz boru hattının projeleri vardı.

Raşid ayrıca ABD’nin, boru hattının bütün Afgan hizipleri tarafından kabul edilmesini sağlamak için beklediğini ve Pakistan’ı Rabbani rejimiyle yakın ilişkiye geçirip Taliban’ı ve Rabbani rejimini  barış masasına oturtmayı tasarladığını söylüyordu. Yani kısaca ABD işini sağlama bağlamak istiyordu. Evet Taliban güçlüdür ama bunlar da vardır. Çünkü ABD’nin çıkarları için Kabil’de kimin oturacağı önemli değil, önemli olan Orta Asya’dan akacak petrol güzergahının güvenlikte olmasıydı. Yüzyıllardır Afganistan’ın kaderi olan stratejik konumu bu kez Petrol boru hatları yüzünden tekrar Dünya için hayati önem taşımaktaydı.

 Artık ABD açısından Afganistan’ın göstergeleri kesindi. Bu ülke  Orta Asya’nın enerji kaynaklarının anahtarıydı. Ve bu durumdan yararlanmak için orada güçlü ve sağlam bir hükümet kurulmalıydı. İşte bu yüzden ABD Taliban’ı desteklemekteydi ABD ve Taliban ilişkilerini yürüten, CIA’nin eski müdürü ve eski İran elçisi Richard Helms’in kızı Afgan asıllı Layla Helms idi.

ABD aynı  amaç için 10 Nisan 1996 yılında  Afgan sorununu 6 yıldan sonra ilk kez BM’ye de getirerek Uluslararası topluluk tarafından  Afganistan’a silah ambargosu konulmasını istiyordu. ABD Başkanı Bill Clinton bile, sadece İran’a muhalif olmasından dolayı  Taliban’ın tüm katliamlarına  rağmen ona sempatiyle bakıyordu. Hatta CIA’ nın  da bu  dönemde İran’da karışıklık çıkarmak için 20 milyon dolarlık bir bütçe ayırması manidar olmakla beraber  Taliban’ın fiyatı da  bu nedenle iyice artmış oluyordu. Yani Sünni Afgan Devleti İran’a karşı Orta Asya’da tampon bir devlet olabilirdi. Tıpkı yüzyıl önceki  İngiliz-Rus mücadelesinde de görüldüğü  gibi Afganistan’ın etrafındaki güçler değişmekle birlikte  o hala konumunun önemini muhafaza ediyordu.

Taliban’ın 1996‘da Başkent Kabil’i ele geçirmesi ve Afganistan’ın dörtte üçünü de kontrol altına alması onların tüm Dünyada Afganistan’ının fiili hakimi olarak ABD, Suudi Arabistan ve Pakistan tarafından  Afganistan’ın  resmi  ve fiili hakimi olarak tanınmasına yol açmıştı.

Stratejik coğrafi konumunun bedeli olarak devralınan bölüntülü toplumsal yapının acısını Afganistan, tarihin hiçbir döneminde herhalde 1988-2000 yılları arası   kadar yaşamamıştır. Çünkü, ilk defa bu dönemde Kabil, tarihinin en ağır bombardımanını yaşamıştır, Kabil de  30.000’den fazla sivil ölmüştür, hemen hemen herkes birbirleriyle günü birlik ittifak ve çatışmalara girmiştir.

En çok bu dönemde Otoritesizlik yaşanmış olup ilk defa Pakistan, S. Arabistan ve ABD’nin önderliğinde Afganistan’ın başına gökten inercesine Taliban denilen bir grup,  Pakistan’ın çıkarı için Amerikan silahı  ve Suudi parası ile muhatap olsun diye  Afganistan’ın başına geçirilmiştir.

Bu durumu Taliban’nın Kabil’i ele geçirmesinden sonra onlara destek açısında  ABD’nin Güney Asya ilişkilerinden sorumlu Robin Raphel 19 Nisan 1996 da şöyle beyan etmişti. “Siyasi istikrar oluşmazsa buradaki ekonomik olanakların elimizden kaçmasından endişeleniyoruz”.

Başta ABD olmak üzere Suudi Arabistan, Pakistan, İran ve Taliban’ın Afganistan’daki faaliyetleri yeni bir “Büyük Oyun” u hatırlatıyordu. Gerçi rakip mücahit grupların liderlerinin kerhen de olsa destekledikleri Burhanettin Rabbani’nin hükümeti hala BM’de Afganistan’ının temsilcisiydi. Ama ABD’nin Taliban’ı desteklemesi neredeyse tüm kapıları açıyordu. Ancak ne olursa olsun burası Afganistan’dı. Bu durumu en iyi özetleyen BM genel sekreteri Kofi Annan’ın Genel Kurul toplantısında 1998 yılı sonlarında söylediği sözlerdi ” Afganistan, Büyük Oyun’un yeni bir versiyonu haline geldi.

1995-2001 yılları arasında Afganistan iktidarı kontrol eden Taliban ile IŞİDarasında derin benzerlikler olduğu yukardaki dipnotlarda göstermeye çalıştım. Bu konuda geniş bilgi için yüksek lisans tezime bakılabilir.

IŞİD VE DEĞERLENDİRME

Ortaya çıkışı ve ideolojisi Taliban’la aynı olan IŞİD’in şimdi kontrol ettiği ve hedef aldığı bölgeye bakılırsa, buranın Mezopotamya’nın tarım, su, gaz ve petrolünün kalbgah’ı olduğu rahatlıkla görülür. Böylece iki devletten dört devlet ’in ortaya çıktığı görülmektedir. Bu Sykes-Picot düzenin bittiği anlamına gelir ki, bizim 100 yıllık olduğu iddia olunan Lozan’a da erkenden paydos denilebilir. Bu anlamda sürdürülen Barış Süreci hayati önemdedir. Lice ve Bayrak olayları bu süreçte anlamlıdır.

Saddam’ın kötü bir Şii versiyonu olan Maliki tarafından saf dışı edilen ve mecliste  % 20 yer verilerek rezil edilen Irak’ın 80 yıllık yönetici grubu olan Sünniler bu süreçte IŞİD’i desteklemektedirler. Irak Müslüman Âlimler Birliği ve Musul Nakşibendi ordusu da IŞİD’i desteklemiştir. Hatta Saddam’ın kızı bile, IŞİD’ın Tikrit’te esir aldığı 4500 askeri görünce ilk kez güldüğünü söylemiştir.

Düzen ve otoritesi yıkılan devletlerin, gururu yıkılan ve tespih taneleri gibi imamesi sökülüp dağıtılan hakların yetim ve öksüz çocukları bu örgütlerin ana insan kaynağıdır. Geçmişin şanlı hakların çocuklarının önüne kim çıkıp güç ve iktidar vaat etse, zaten dünyası cehenneme dönmüş olan bu insanları cennet ve cihat vaadiyle kolaylıkla sevk-u idare edebilir. Hatta bu psikolojiyi Hitler’i iktidara getiren Almanların psikolojisinden de görülebilir.

 (Mevcut Durum)                                                                      (Hedef)

 

1.     Bugünkü IŞİD’in üstü silah monteli pikapları ile Taliban’ın, pikapları aynıydı. Silahlar Amerika’dan, paralar Arabistan’dan yönetim ve eğitim ise Pakistan’dan sağlanacaktı.

2.     IŞİD’e olan halk ve dış destek dikkate alındığında İngilizlerin sınırlarının yerine Irak ve Suriye’yi istediği gibi ayarlayan İsrail ve ABD odaklı sınırlar ortaya çıkmaktadır.

3.     Akdeniz sınırında Nuseyri Devleti, Akdeniz’e uzatılan Türkiye sınırında Kürdistan, IŞİD ve Bağdat’tan Basra’ya uzanan ilerde İran’a bağlanacak bir Şii devlet. Neden olmasın ki, buralar Osmanlı zamanında tek parçadan cetvelle bölünmedi mi?

4.     IŞİD Bağdat’ı ele geçirebilir. Çünkü elinde Musul Barajı ve sınırsız insan kaynağı ve intikam hissi vardır. Musul Barajının patlatılması halinde 250 000 kişi ölebilir ve Bağdat’ta 5 metre su yükselebilir.

5.     Bu sürecin Kürtlerin petrolunu satmasına, Barış süreci ve bayrak olayına denk gelmesi tesadüfi değildir.

6.     1000 kişi ve 4 tankla Türk konsolosluğunun basılması ikinci çuval olayıdır. Ve Türkiye Barış süreci ile Barzani’yle ilişkilerini sürdürerek silahlı çatışmadan uzak durmalıdır.

7.     Taliban, IŞİD, Hizbullah, Boko Haram, Paralel Yapı, İhvan gibi yapılar her ne kadar haklı taleplerle doğsa da Batı tarafından çıkarlarına uygun olarak yönlendirilmektedir.


Bu Makale 4995 kere okunmuştur.