Yeni Türkiye'nin dışpolitikası


II. Viyana Kuşatmasının(1699)  gaflet (Kara Mustafa) ve hıyanet (Kırım Hanı) sonucu başarısızlığı, bugünkü olaylar dâhil, İslam tarihinde çok önemli bir kırılma noktası oluşturmaktadır. Nihayet yüce Osmanlı Devleti, ekonomik, sosyal, siyasal ve uluslararası ilişkilerdeki gelişmelerin yanı sıra, bu askeri yenilgiden 219 yıl sonra tarihten silinmiştir.

 

Bu tarihten itibaren aktif (irredentist) olan dış politika pasifleşmiş, sürekli i’layı kelimetullah uğrunda, fetih arayışında at süren liderler, av peşinde, saray köşelerinde, yumuşak döşeklerde Nedim’in sözleri eşliğinde saz çalan hatunlarıyla su kenarlarında uyuklamış (Lale Devri)  ve nihayetinde içe kapanık bir şekilde, “Denge Politikalarıyla; Fransız’a karşı İngiliz (Napolyon’un Mısır’ı işgali-1798), Rus’a karşı, İngiliz-Fransız (Kırım Harbi-1854) üçüne karşı Almanya (1877’den I. Dünya Savaşı sonuna kadar) ile ayakta durmaya çalışmıştır.

 

1923 yılında Batıya sürüklenen dümeni kırılmış bir geminin, Doğu’ya ağlayarak bakan yolcularıyla kurulan yeni Türkiye’nin, Siyonist Hayyim Nahum’un rehberliğindeki İ. İnönü tarafından, Lozan’da acınacak bir mankurt ve/ya tüyleri yontulmuş bir yılbaşı hindisi (Turkey) gibi hem tarihine hem de İslam dünyasına (Ortadoğu) dönüşü kesin olarak yasaklanmıştı.

 

1945 yılında SSCB ile korkutularak Batı limanına sürüklenen Türkiye, Batı’nın tam da istediği bir mankurt kıvamına gelmişti artık. Elli bin km öteye (Kore) Batı adına asker göndermiş, Küba Füze krizinde kendisinden habersiz ABD tarafından Jüpiter füzeleri sökülmüş, 6/7 Eylül olaylarında Gladio eliyle Türkiye’nin mozaiği kırılmış, Başbakan Adnan Menderes’in uçağı Londra’da düş(ürül)müş, U2 Casus uçağı krizinde görüldüğü bizden habersiz topraklarımız kullanılmış ve 1974 yılında silahlarımı Kıbrıs’ta kullanamazsın diyen ABD, İstanbul Boğazını bombalamakla tehdit edilmiştir.

 

DÖRT ÖZGÜR DÖNEM

 

Bunlarla da yetinilmemiş, düşen uçaktan bile sağ kurtulan başbakanı “kendini Kanuni’nin temsilcisi saydığı gerekçesiyle asılmış, 27 Mayıs ve 12 Eylül başta olmak üzere Sultan Abdülaziz’den beri tüm askeri darbeleri (1876-2007),”Our Boys”lar (Batı’nın Mankurtları) yaptırılmış ve şu anda da Batı’nın mankurtluğunu terk etme ihtimaline karşı; “Beşşar Esed, Rusya ve İran’ın kurduğu yeni sosyalist, Irkçı ve  PYD ve münafık DAİŞ’e karşılık üç kuruşa satılan Türkiye’nin, Güney Sur’un da korkunç gedikler açılmış bulunmaktadır. Batı Dünyasının iki asırlık mankurtlaştırmasına karşı, firavunun sarayındaki Musa gibi dört özgür dönem yaşanmıştır.

 

A.) II. Abdülhamid dönemi (1876-1908)

 

B.) Demokrat Parti dönemi (1950-1960)

 

C.) Anavatan Partisi Dönemi (1983-1993)  ve 2002 yılından beri devam eden AK Parti Dönemi.

 

Bu dönemlerin temel ortak dış politika özelliği, Türkiye’nin İslam dünyası başta olmak üzere çok yönlü ve bağımsız dış politika arayışına girmesidir. Nasıl ki, bugün AK Parti iktidarı Çankaya’dan, Beştepe Külliyesine taşımışsa bu mankurtluktan özgürlüğe atılan adımların en sembolik olanıdır. Aynı durum Suriye ve Irak için de geçerlidir. Bu sürecin giydirilmiş somut hali olacak olan, Başkanlık ve yeni Anayasa ile Nahum ve İnönü’nün ruhları yerine II. Abdülhamid’in, Birinci Cumhuriyettin ve Mardin’in ruhu ile Yeni Türkiye ortaya çıkmıştır.

 

Suriye olayları bize şunu ispatlamaktadır. Sorunlarımızı biz önceden çözmezsek çocuklarımızın cesedi sahillere vurur ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun üç yıl önce Diyarbekir’de dediği gibi: “Biz ne zaman yakınlaşırsak bize Neo-Osmanlı diyorlar. Kendileri yakınlaşırsa Avrupa Birliği oluyor. Oysa biz yakınlaşmazsak bizi lime lime ederler. Yeni Türkiye eğer 2012 yılında Suriye’ye müdahale etseydi bugün böyle olmazdı. Ya da Özal’ın Musul müdahalesi olsaydı şimdi Ortadoğu…

 

‘DÜNYA BEŞTEN BÜYÜK’

 

Bu konuda temelleri beş yıl önce atılan, 42 İslam ülkesi ordusundan oluşan 150 000 kişilik ordu bir an önce Suriye’de, kuzeyden(Türkiye) ve güneyden (Arabistan)  sahaya sürülmelidir. Dünyanın beşten büyük olduğu ve Japonya, Çin, Hint ve Almanya’nın yeniden pay istediği yeni bir bölüşümde, Şiilerde bile nefret uyandıran yayılmacı (irredantizm) İran’ın yerine, Türkiye 2 milyarlık İslam âleminde lider olabilme ve medeniyet üretebilme kapasitesine sahip tek ülkedir. Yeni süreçte Türkiye, Denge Politikası veya ABD’nin stratejik müttefikliği yerine, Sykes-Pico’nun bekçiliğini bırakıp, durdurulan medeniyetin özüne dönmektedir. Burada riskler ve fırsatlar birliktedir. Pasif kalmanın bedeli şu an, Sur ve Suriye’de yanan ateş olacağı gibi gemileri yakmazsak, Ukrayna ve Suriye gibi olacaktır.

 

Kısaca Yeni Türkiye’nin dış politikası Yeni Dünya Düzeninde NATO dâhil her güçten bağımsız, Denge ve Batı Mankurtluğu politikası yerine tarihi, kültürü ve coğrafyasıyla uyumlu, mültecilere çadır kuran değil onları yerinden eden fitne merkezlerini ortadan kaldıran ve Barbaros gibi gemi, Yavuz gibi at süren ecdadının izinde bir politika olmalıdır. Aksi takdirde ayıdan post gâvurdan dost olmazken, Müslümanlar da kardeşken ve onların da dostu sadece Allah iken başka dost ararsak, Endülüs ve Osmanlı’nın akıbetine benzetileceğimizden kimsenin şüphemiz olmasın. Ve yine unutulmasın ki; beş öküzlü dünya sistemi yıkılma sürecini yaşamakta ve güneş yeniden doğudan doğmaktadır.