“CUMHURİYET İDEOLOJİSİ NEDİR?” SORUSUNA CEVAP GEREKİR! (II)

Evet, sevgili dostlar.

Bir önceki günkü yazımıza nokta koymadan, devamı yarın demiştik..

Ne var ki, elde olmayan nedenlerden dolayı; dün sizlerle hasb-i hal etme imkanı bulamadık..

Bu nedenle; bir gün arayla bugün sizinle aynı mevzuu üzerinde mulahaza edeceğiz..

Hiç kuşkusuz ki, tarih boyu "İslam dünyası" hiçbir zaman, hiçbir gavurla dostluk kuramamıştır, kuramıyor ve bundan sonra da kuramayacak..

Zira, tarihten ders-i ibret noktasında, kanıtlayıcı delillerimiz mevcuttur…

Gerek coğrafyalarda olsun, gerek de zamanlarda olsun…

Gerekse de, kültürel olsun, her ne hususta olursa olsun…

Hakikat gün gibi aşikardır...

Her zaman burada tekrarlamak istediğim, atalarımızdan bize intikal etmiş olan tarihi bir vecize var…

Der ki...

“Domuzdan post, gavurdan dost olmaz…”

Aynen de öyle…

Bu ifadeyi kullanan geçmişe dayalı büyüklerimizin bu hususta fiili olarak olayları deneyimlerinden geçirmekle beraber, bağlı bulunduğumuz yüce kitabımız Kur’an-ı Hâkim’in birçok önemli ayetleri de, bize bunu ifade etmektedir.

O yüce ilahi kelam, beşeri diyaloglar üstü Allah’ın zengin hazinesinden çıkan, arş-ı aladan gelen muhkêm ayetlerdir.

Yani kesinlik kazanmış ayetlerdir.

Şimdi tüm bunlara rağmen, aslında bizi düşündüren şu ki; ne oluyor da bu yüz yıl içerisinde, hatta yüz elli yıllık geçmişe yönelik, yani Osmanlıdaki Tanzimat Fermanı ilanından sonra cumhuriyetin kuruluşuna kadar ve hatta günümüze dek zincirleme olarak batılılaşma sevdasına kapılmamız..

Bunu devlet politikası haline getirmemiz..

Bir türlü vazgeçmiyor.. Ki, istese de geçemiyor.

Çünkü imzası vardır...

Nerede; NATO?…

Nerede, Birleşmiş Milletler?..

Nerede, Avurpa Birliğine üye olma sevdası…

Nerede, ABD müttefikliği...

Yani, göbekten bağlı bir haldeyiz..

İşte biz bunu tarihi kanıtlarla her zaman dile getirmemize rağmen, ne çare ki kimseye anlatamıyoruz.

Aslında herkes bunu bizden çok daha iyi biliyor.

Ama herhalde işin içindeki derin muammaların varlığı, bu anlattıklarımızın üzerine şal çekiyor, paspas edip kapatıyor…

Yetkili ve etkili zevatta; "deve kuşu" misali, kafayı kuma gömüyor..

Önceki yazımızda da aktarmıştır..

***

Evet, sevgili okurlar...

Bir önceki yazımızda; “Tevbe” suresinin 7 ve 8. ayetlerinin yüce mealini sizlerle paylaşmıştık.

Diğer ayetleri de bugüne havale etmiştik.

Bugün daha detaylı biçimde bazı önemli olayları da kapsayarak, sizlere sunmaya çalışacağız…

Bakınız, “Tevbe” suresinin 9. ayeti mealen aynı şöyle diyor;

“Basit bir kazanç uğruna Allah'ın ayetlerini gözden çıkardılar ve halkı O'nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yaptıkları şeyler ne kötüdür."

10. ayet ise şöyle diyor;

Onlar bir mü'min hakkında ne bir yemin ve ne de yükümlülük (antlaşma) gözetirler. İşte onlar saldırganların ta kendileridir.

11. Ayet ise şöyle;

Eğer (küfür ve inatdan, azgınlık ve fitneden) vazgeçip tevbe eder, namazı kılar, zekâtı verirlerse, artık dinde kardeşlerinizdir ve biz bilen bir millete âyetlerimizi (böylece) bir bir açıklıyoruz.”

İşte bu Ayet-i Celilelerin anlam değerlerini günümüze endekslersek, nerdeyse 1500 sene evvel ne idiyse, yani "o gavurun kirli yüzü, hileli oyunları" ne ise bugün daha bir alası, teknolojinin gücüyle yapılmaktadır..

İslam dünyasını yok etmeye çalışıyorlar..

Ama tüm bunlara rağmen, "şer yapılarla" ittifak kuranlar tövbekar olsalar, İslam’ın cizgisine girseler, namaz kılsalar, oruç tutsalar, zekatlarını verseler dindeki kardeşlerimizin ta kendileri olurlar…

Ki, Kur’an bize bunu buyururken, biz de ayetin mealini biraz daha açalım…

Evet, 11. ayetin mealini okuduk.

Ama bir de yorumunu yapalım...

“Hangi dinden ve görüşten olursa olsun, pişmanlık duyarak tevbe eden, Allah’a ve ahiret gününe inanan, namaz kılan ve zekat veren, kişi, dinimizce kardeş sayılırlar...

Burada yalnız tevbe ederek İslam’a girmek yeterli bulunmamıştır.

Çünkü namaz ve zekât, imanla küfür arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin özelliklerdendir.

Namazını vaktinde eda eden ve zekâtını da gerektiği gibi veren bir insanın, küfürden yana davranış sergilemesi mümkün değildir.

Bu itibarla millet olarak, ümmet olarak, daima inanıp bağlı bulunduğumuz yüce Kur’anın temel ruhi değerlerine bağlı kalmamız lazım.. Ki kirli küfür dünyasıyla mücadele etme imkânına sahip olabilelim.

Aksi takdirde aldatmacalarla, kandırmacalarla siyasal portreleri çizerek gününü gün etmekle hiç kimse bir yere varmamıştır ve varamaz da.

Bu paralelde bir de “Mümtehine” suresinin 1. ayetine bakalım, ayet ne diyor?

“Mümtehine” suresinin 1. ayetinin meali aynen şöyle;

“Ey inananlar!

Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin.

Onlar size gelen gerçeği inkâr ettikleri ve Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan dolayı Resulü ve sizi yurdunuz Mekke’den çıkardıkları halde, siz onlara sevginiz yüzünden sır veriyorsunuz...

Eğer benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için yola çıktıysanız, böyle yapmayın!

İçinizde onlara sevgi besliyorsunuz, oysa ben sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim.

Sizden kim bunu yaparsa, onlara sevgi gösterip sır verirse, doğru yoldan sapmış olur."

Burada Allah (C.C.) Peygamber (S.A.V)’in dava arkadaşlarına kasıtlı olarak düşmanlık edenlere karşıdır…

İnananların onlara sevgi beslememesi ve onları dost, sırdaş edinmemesi gerektiğini emrediyor…

9 ve 13. ayetlere bakıldığında da benzer bir muhteva görülüyor....

İşte, bakınız sevgili dostlar.

Gerçekten batıya bağlanmak, inanmak, onlara ramak kalmak gaflettir, bize göre yanlıştır, dalalettir.

Hiçbir Müslüman, hiçbir zaman küfür dünyasına inanamaz ve bağlı kalamaz…

Hayat felsefesini onlara göre dizayn edemez!..

Etmemelidir…

En derin saygı ve sevgilerimle...