Görüş Bildir

12 EYLÜL’ÜN İŞKENCECİ ALBAYININ CENAZESİ!?

 

 

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzere Türkiye, anayasal hukukun üstünlüğüne bağlı demokratik bir ülke olarak tanımlanmaktadır.

Anayasanın dibacesinde de nerdeyse aynı ibareler veyahut aynı ibareler olmasa bile mana itibariyle paralellik arz eden, ifadeler yer almaktadır…

En önemlisi de “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” vecizesi de Mustafa Kemal Atatürk’e aittir…

Bu söz; TBMM’nin duvarına kabarık harflerle yazılmaktadır.

Ne var ki, tüm bunlara rağmen, Cumhuriyetin kuruluşundan şimdiye kadar bir türlü isim ile musamma birbirine uymamıştır.

Mana ile lafız hep birbiriyle zıtlaşarak ters düşmüştür...

Kelime ve kavram olarak anayasa ve yasalar çerçevesinde kullanıla gelmiş kavramlar olduğu halde, uygulama bu kavramların nerdeyse hepsini yalanlamaktadır.

Atıl bırakmaktadır...

Zira 1924’ten 1950’lere kadar tek parti şeflik ve dipçik döneminde devletle millet birbiriyle "barışık" olmadı…

Hep ters düştü.

Devlet, her ne kadar cumhuriyet adını rejim olarak kullandıysa da milli iradeyle bir türlü bağdaşamadı, uzlaşamadı…

Yanaşamadı da.

Halkla devlet arasında işkence, ölüm, kan dökme gibi çok iğrenç insanlık dışı hadiseler karşılaşıldı.

***

CHP zihniyetinin nakim olduğu bu dönemden sonra, Demokrat Parti iktidara geldi..

Ülke ve millet 10 yıllık zaman dilimi içerisinde bir nefes aldıysa da, hemen akabinde darbe yapıldı.

Darbeci sahte kahraman İsmet İnönü’nün direktif ve talimatları paralelinde ordu harekete geçerek, yönetime el koydu!!.

Ordunun başındaki darbeci süvariler bir batıl ve yanlış üzerine ittifak ederek, darbeyi gerçekleştirdiler.

Bir Başbakan, iki tane Bakan darbeciler tarafından, idam edildi..

Rejimin aldığı üç kurban…

Bundan sonra gâh koalisyon, gâh tek parti zihniyetiyle ülke her ne kadar yönetilmek istendiyse de; "hakikatı" savunan olmadı…

Bir anayasa yapıldı, halk o anayasa paralelinde devletten hizmet bekledi.

Ne var ki, gelen giden iktidarlar güdümlü bir siyasetle tanıştılar.

60 ihtilali yetmedi, 12 Mart Muhtırası, ondan sonra 12 Eylül Darbesi, ondan sonra 28 Şubat, 15 Temmuz vs. vs.

Hukukun üstünlüğü, milli irade hâkimiyeti hiçbir devirde istenilen seviyeye gelmedi, sadece lafta kaldı.

Olan oldu gibisinden; hep kabullenildi!

"Atını alan üsküdarı geçti" misaliyle yola çıkarsak, siyasi münafıkların münafıklığı, böylesi darbecilerin darbe yaptıkları dönemlerde hep prim görerek, uygulandı.

Demokrasiyle, hukukun üstünlüğüyle ters düşen bu uygulamalara ne hazindir ki; rejim adı konuldu.

Ki demokratik hukukun üstünlüğüne inanmış bir rejim de olamadı.

Hep siyasi münafıklık hâkimiyetini sürdürdü.

Din düşmanlığı, Kur’an düşmanlığı, cami, cemaat düşmanlığı yapıldı…  İslamiyet’in ana ilke ve prensipleri hor görüldü.

İslam’ın çehresini kirletmek üzere değişik sloganlar kullanıldı...

Gerek medyada, gerek resmiyette “irtica”, “çöl kanunları” gibi…

Oysaki millet inancını süzülen Kur’an hakikatlerinden almıştır.

O Kur’an hakikatleri de Hz. Peygamber (S.A.V)’in kalbi üzerine vahiy olarak gelmişti.

Ama ne yazık ki her tarihte böyle yaşana gelmiş, münafıklar daima söz sahibi olmuş gibi göstermelik haller yaşanmıştır.

O dönemin inanmayan, mezalim fışkırtan, münafıkça milletle ters düşen nice işkencecileri gördük.

Bu işkenceciler ne yazık ki TSK bünyesinde, devletin ve ordunun şerefli üniformasını taşıyanlar olarak karşımıza çıktı.…

İşte en gariplikler, acayiplikler bunlar…

İnsanın zoruna giden de bunlar…

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

İki gün önce 12 Eylül 1980 darbesinde Mamak Askeri Cezaevi Müdürü Albay Raci Tetik’in ölümü sonunda yakınları tarafından cenazesi alel usul yıkanıp kefenlenip Türk bayrağına sarılarak İstanbul’da Şakirin camiine götürülmüş.

Raci Tetik, 12 Eylül darbesi döneminde adeta kiralanmış işkenceci bir zat-ı namuhterem...

Cenazesi musalla taşına konulmuş.

O dönemin mağdurları, mağdur yakınları tabii cenazeyi takip ediyor.

39 yıldan beri yuvarlanan bir taş tabiri caizse, yeni “cehennemin dibine ulaştı” gibi gürültü verdi.

Peki bu gürültü nedir?

O gürültü, halkın tepkisiydi.

Ta 40 sene evvel zarar görmüş, mağdur olmuş insanların, Türk milletinin halet-i ruhiyeleriydi.

Ve cenazeyi protesto ediyorlardı.

Medyanın tespitine göre de sloganlar şöyle atılıyordu.

“Hakkımızı helal etmiyoruz.

O Türk bayrağını hak etmiyor.

Cehennem ateşi bol olsun.”

***

İşte sevgili dostlar!

Burada dikkatinizi bir noktaya çekmek istiyorum.

Daima mevtaların arkasından, giden veyahut duyan herkes rahmet okur…

Der ki “Allah rahmet etsin” veya “toprağı bol olsun” gibi dua edilir.

Bu adam için ise “Cehennem ateşi bol olsun, hakkımızı helal etmiyoruz, o Türk bayrağını hak etmiyor.” denildi.

Bu hal, 1400 sene evvelki Medine-i Münevverede ölen Abdullah İbnü Übey İbnü Sebe’nin ölümünü hatırlattı.

Bu insan, Kur’anla sabittir ki münafıktır.

Ve Medineli Müşriklerle ve Yahudilerle işbirliği içindeydi.

Öldüğü zaman oğlu Abdullah tarafından Hz. Resulullah (S.A.V)’a gidip babasının azap görmemesi için iç gömleğini istiyor.

Şefkat ve Rahmet Peygamberi çıkarıp gömleğini veriyor, oğlu da götürüp veriyor.

Ve Resulullah (S.A.V) efendimize diyor ki "lütfen gelin cenaze namazını kılın, Allah onu affeder."

Resulullah (S.A.V) Efendimiz de tabi iştirak ediyor…Ancak, Hz. Ömer karşısına dikiliyor ve diyor ki;

“Ya Resulullah!

Bu adam müşriklerle işbirliği yapan İslam düşmanı azgın bir münafıktı.

Sen nasıl olur da bunun cenazesi üzerine namaz kılıyorsun.”

Orada Resulullah (S.A.V)’i uyarıyor ve Resulullah da namaz kılmaktan vazgeçiyor ve geri dönüyor.

Hemen bu olay üzerine Tevbe Suresinin 84. ayeti geliyor.

Ayet mealen şöyle diyor;

“Onlardan ölen hiç birinin namazını asla kılma, kabrinin başında (gömülürken veya ziyaret için) durma (onun için dua etme)! Çünkü onlar Allah’ı ve Resulünü tanımadılar ve yoldan çıkmış olarak öldüler.”

Ferman-ı İlahi olarak bu ayet-i celile iner inmez, Resulullah (S.A.V) Efendimiz hemen oradan uzaklaşır.

Demek bundan kasıt şudur.

O günden bugüne kadar ve kıyamete dek, ne kadar münafıklar varsa, İslam düşmanı varsa, kesinlikle müşriktir.

Yani şirk koşandır.

Ve şirk koşanlarının yanında yer alıyor.

Onun için Resulullah (S.A.V), onun mezarına gitmek ve namaz kılmaktan alıkonuyor ve Resulullah (S.A.V) Efendimiz de buna uyuyor.

Çünkü o adam İslam milletine haindi, Allah’ı tanımıyordu, ikiyüzlü biriydi.

Böylesine münafıkça yaşayan ikiyüzlülerin kıyamete dek Allah’ın evi olan camilere yaklaştırılmaması gerekir.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bunların cenaze namazları kılınmaması gerekir…

Kutsal İslam şahadetinin şehitlerinin kanını andıran ay yıldız bayrağa da sarılmaması gerekir.

İslamiyet o kadar ucuz değil.

Onun için bu bir ders-i ibret olmalıdır… Ki günümüzdeki münafıklar dahi envai türlü İslamiyet’e hakaret ediyorlar, Kur’anın güzel ahlakını aşağılamak istiyorlar vs. vs.

Daha neler sayalım?

Bunların da "cenaze namazı" kılınmaz.

Zira Resulullah (S.A.V), bu gibilerin cenaze namazını kılmamıştır.

En derin saygı ve sevgilerimle…

 


Bu Makale 949 kere okunmuştur.