Görüş Bildir

16 NİSAN, MÜREFFEH VE LİDER BİR TÜRKİYE İÇİNDİR!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Malumunuz üzre, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bir önceki gün yani 25 Şubat 2017 Cumartesi günü, İstanbul'da CNR Kitap Fuarı'nın açılışını gerçekleştirdi…

Sohbetimize, açılış merasimi esnasında Sayın Erdoğan'ın yapmış olduğu konuşmasından bazı pasajları sizlere aktararak, başlamak istiyorum…

Gerçekten, cumhuriyet dönemi içerisindeki gelen-giden cumhurbaşkanları ve başbakanlar arasında gerçek manada milli iradeyi temsil eden, tek bir devlet adamıdır, Sayın Erdoğan..

Milletin ruhuna inen ve milletle aynı seviyede yürümek isteyen, tarihine, kültürüne, edebiyatına, ilim ve irfan deryasına sahip çıkmak isteyen seçkin bir devlet adamıdır.

Her konuşması, tarihsel ders-i ibret ihtiva etmektedir.

Kurduğu cümleler, yaptığı tespitler hakikaten çok çarpıcı…

Hem de can alıcı mana taşıyan ifadeleri sıralayarak, meramını anlatıyor..

Cumartesi günü yapmış olduğu konuşma metni arasında şu ifadeler dikkatimi çok çekti;

“Üzüntümü ifade etmek isterim ki, bizler kendi tarihimizi geleceğe aktarmak konusunda ne yazık ki başarılı değiliz.

Sadece yazılı eserlerle değil, tiyatro, dizi, belgesel gibi alanlarla tecrübe ediyoruz.

Destanlarla, kahramanlıklarla geçmişe sahip olmamıza rağmen maalesef bu birikimi ne sahneye ne de beyaz perdeye aktarabiliyoruz.”

Gerçekten bu ifade çok etkili bir ifadedir.

Bizim geçmişimize yönelik tarihimizden uzaklaştırmış, kültürümüzü arka plana atmış, inanç merhalemizi nerdeyse tümüyle geri plana bırakmış kozmopolitleşmiş bir millet haline geldik.

Geçmişe yönelik tarihimizi okuyamadığımız için, kültürümüzü öğrenemediğimiz için, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in mefhum mana kavramlarından uzaklaştırılmış olduğumuz için, ne yazık ki bu hale düşmüş olduk.

* * *

Onun için Cumhurbaşkanı diyor ki;

“Bizler kendi tarihimizi geleceğe aktarmak konusunda ne yazık ki başarılı değiliz.”

Gerçekten de başarılı değiliz.

Çünkü tarihimizi bilmiyor ve sahip çıkmıyoruz.

Milli irade adına siyaset arenasında çok geri kalmış bir ülkeyiz.

Tek parti şeflik ve dipçik döneminden demokratik ve özgürlük hayatına dönüşmemiz için, 1950’de yapılan hür ve serbest demokratik seçim sonucunda Demokrat Parti salt bir çoğunlukla halkın teveccühüne mazhar olmuş, hem de milli iradeyi temsilen yola çıkmıştı.

1954’lere kadar halka verilen sözler yarı buçuk da olsa gerçekleştirildi.

Ki O da Başbakanlık koltuğuna oturan Adnan Menderes sayesinde olmuştu.

Ondan sonra, yani ikinci ve üçüncü seçim dönemine gelince partinin bünyesine sızdırılmış eski CHP anlayışına sahip milletvekilleri ve bakanlar; "ağacın kurdu" misali, yıkımı başlattılar..

Ve ne yazık ki cumhurbaşkanı Celal Bayar ise Üstad-ı Azam olarak en yüksek masonik locasında kayıtlı bir insan olmak hasebiyle, partiyi yani demokratik hür bir irade ile iktidara gelen Demokrat Partiyi vesayetçi bir politikanın arenasından kurtaramadı…

Kemalist, laikçi bir anlayışın hegemonyası altında partiyi idare etmeye çalıştı…

Menderes ise nerdeyse sadece bir Başbakan görüntüsü vermekten başka bir şey olmadı…

Millete verilen sözler geri plana atıldı ve nihayet İsmet İnönü’nün korkunç, yırtıcı canavar insafsızlığıyla 27 Mayıs darbesi gerçekleştirildi…

Vesayetçi, darbeci, post modernci generalleri ayarlamış ve Menderes’e hitaben “Ben de seni kurtaramam” demiş ve dediğini dedik yapmıştı.

Ve gerçekten de 1960’ta kanlı bir darbe gerçekleştirildi…

Ve ondan sonra Türkiye her 10 yılda bir masonik, Kemalist, laikçi baskıcı bir anlayıştan kendini kurtaramamaz hale sokuldu..

Ta ki 15 Temmuz 2016’ya kadar.

* * *

Demek anlaşılan budur ki Türkiye yavaş yavaş kendine geliyor?

Toparlanıyor…

Bu toparlama hareketi adeta bir diriliş hareketi olmuştur..

Ki halk 15 Temmuz’daki FETÖ ile ulusalcıların karışımıyla gerçekleştirilmek istenen kanlı darbeyi bastırmıştır..

Darbeye sivil darbe yapmış oldu…

Ama 240 canı feda etmesiyle bu zafer elde edildi..

***

Bakınız, Cumhurbaşkanımız ne diyor?

Diyor ki...

“Tarihimizde ilmi açıdan gerilememiz, siyasi açıdan gerilememizle aynı zamana tekabül ediyor.”

Evet, Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın bu ifadesi doğrudur, gerçektir ve hakikatin ta kendisidir, bir nevi de özeleştiridir.

Tarih boyu kahramanlıklarla destan yazmış bir ecdadın evlat ve torunları, ne yazık ki hala da tarihimizi ve siyasetimizi müspet, olumlu, pozitif bir zemine oturtturamamıştır.

Eğer gerçekten gelen giden iktidarlar, AK Partinin 14 yıllık bir iktidarı gibi birçok gerçeği halkın bilgisine sunmuş olsaydı, bugün Türkiye nerdeyse “yeni bir Türkiye”, yeni bir aşama, yeni bir ilim irfan merhalesine girmiş olacaktı.

Hep batılı anlatan, nifak tohumu eken, yalan dolan uydurma siyasi ifadeler kullanan ana muhalefet partisi CHP’nin şerri ve fitnesiyle bugün karşı karşıya kalmayacaktık.

Keza bu da bir gerçektir ki tefessüh etmiş, kokuşmuş, hep tedenniye (alçalışa) doğru serfuro (başı eğik) olarak yürütülen bir anayasa hegemonyası, hala da demoklesin kılıcı gibi başımızda sallanıyor.

Kelimenin tam manasıyla konuşursak, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ne kadar imanlı, ne kadar izanlı, ne kadar dik duran ve cesur bir devlet büyüğü olmasına rağmen, hala da tam manasıyla gerçeklerin ana ruhuna dokunamıyor…

Zira gerçek manayı anlatmaya çalışırlarsa, o zaman milli iradeyi temsil etmiş olacaklar.. Ki o zaman da Kemalist bir sistemin saldırılı eleştirilerinden kurtulamayacaklar.

* * *

Bu itibarla âcizane fikrimiz bu;

Milli ruhu temsilen, milletin gerçek kimliğine muhatap olabilmeniz için, milletin inancıyla yola çıkmanız gerekir.

Milletin milli iradesi olan gerçekçilikle yola çıkmanız gerekir.

Yoksa bazı kelimeleri paspaslayarak, saklamakla, gerçekleri söylememekle, kimse bu milleti inandıramaz.

Milli iradeyi temsilen siyaset yapmak isteyen ister iktidarlar olsun, ister muhalefet olsun, yasama erki olan TBMM’nde bulunan ve çoğulcu demokratik parlamenter sistemi ile yönetilen bir meclisten çıkan yüksek ses, milletin yüksek sesidir ve gür sedasıdır.

Bunu temsilen yola çıkan bir devlet büyüğü, o zaman milletin teveccühüne mazhardır.

Milletin oyuna başvurmak üzere ister “Referandum” olsun, ister diğer seçimler olsun, her ne olursa olsun, milletin teveccühüne mazhar olmaktan başka bir şey elde etmezler.

Ama ne vakit ki milli inanç ruhu eşittir Kur’an ve sünnetle milletin kültürü donatılmazsa o millet demek peşinen sırtını İslam’dan çevirmiş demektir.

***

Onun için Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor;

“Nasıl ki hayat bu kâinattan süzülmüş bir hulasadır.

Ve şuur ve his dahi hayatın bir hulasasıdır.

Akıl dahi şuurdan ve histen süzülmüş şuurun bir hulasasıdır.

Ve ruh dahi hayatın safih bir cevheri ve sabit bir müstakil zatıdır.

Öyle de maddi ve manevi hayat-ı Muhammedi (a.s.m) dahi kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en safi hulasasıdır.

Belki maddi ve manevi hayat-ı Muhammedi (a.s.m) asarının şahadetiyle hayatı kâinatın hayatıdır.

Ve Risalet-i Muhammedi (a.s.m), kâinat şuurudur ve nurudur.

Ve vahy-i Kur’an dahi hayatdar hayatın şahadetiyle, hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuuru kâinatın aklıdır.”

Evet, evet, evet.

Eğer kâinattan Risalet-i Muhammedi (a.s.m)’nin nuru çıksa, gitse, görünmese kâinat vefat edecek demektir.

Eğer Kur’an gitse kâinat divane olacak ve küre-i arz aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak ve o anda bir kıyameti koparacaktır.”

Evet, sevgili okurlar.

Demek anlaşılan budur ki milli iradeyi temsil eden, artık kesinlikle silkelenmelidir.

Şimdiye kadar sistemin bozukluğundan dolayı, milletin boyuna-büstüne sarılmış kirli bir teveccühten uzak durulmalıdır.

En derin saygı ve sevgilerimle…

 

 


Bu Makale 7461 kere okunmuştur.