Görüş Bildir

28 ŞUBATI HATIRLAMAK DERİN ÜZÜNTÜ YARATIYOR (II)

Evet, sevgili okurlar.

Sizinle dün bu köşede yaptığımız sohbette dile getirmek istediğimiz; 28 Şubat’la ilgili çok önemli ipuçlarını aktarabilmekti…

Elbette ki "yalan söylemeyen tarih hiçbir olayı kaybetmez..!"

Hiç kuşkusuz ki, "İnsanların zihin ve kalbi derinliklerinde tescil edilmiş tarihi mezalim olayları hiçbir zaman yerin dibine gömülemez, devletin tescil defterinden de silinemez, kaybolamaz.."

Velev ki tozlu raflara kaldırılsa dahi…

Erya da geç, "günü gelir, o tozlu raflardan indirilebilir…"

Ve yepyeni bir gelişme kazanır.

Akıllara, fikirlere, düşüncelere tüm olaylar tazeliğini korur ve ele geçirir.

Kim ne derse desin?..

Türkiye’nin varlığı için, milletin bölünmez bütünlüğü için, milli birlik ve beraberlik için gösterilmesi gereken hedef mutlaka; "hakikatlerin" ortaya çıkmasıdır..

Ve milli mutabakat; ilkelerinin etrafında bir olmalıyız...

Nasıl ki, dün milli mücadele neyi hedeflemişse, bugün bir kat daha fazlasıyla aynı hedefe doğru yürümeliyiz...

Ki bugünkü Mehmetçiğimizin Afrin’e girmesi böyle rasgele bir olay değildir.

Bu demek, haçlıların “Ortadoğu” üzerine oynadıkları rol ve gerçekleştirmek istedikleri proje; “Bölünme projesi”dir…

Ümmetin zengin yeraltı kaynaklarını ele geçirip; haçlılar ve Siyonistler arasında bölüştürme projesidir.

Ve bunu da tez elden ele geçirmek için, içimizden gerek Türkiye olsun, gerek diğer Ortadoğu devletçikleri olsun, sızdırmış olduğu piyon uşaklar elbette ki her zaman olduğu gibi günümüzde de görev başındadırlar.

Tahrip kalıbı gibi çalışıp, “İttihad-ı Muhammedi” denilen İslam ümmetinin birlikteliğini, ittifakını, dayanışmasını ve gelişmesini, büyümesini engelleme ve yok etme çabasıdır...

Bu itibarladır ki eğer yıllardan beri Türkiye’de PKK iş başındaysa…

Ondan sonra tevellüt eden (doğan) Suriye’deki PYD iş başındaysa…

FETÖ ve DEAŞ gibi CIA tarafından görevlendirilmiş ajan terör odakları iş başındaysa…

Ki bunlar rasgele kurulmuş terör örgütü projeler değildir...

Yıllardan beri, yani Tanzimattan günümüze dek masonların kuluçkası durumunda olan locaların varlığı işte Türkiye’yi ne yazık ki bu hale getirmiştir.

Ama her nedense gelen giden hükümetler, diğerini aratıyor misaliyle büyük bir düşmanlığın varlığı söz konusudur.

Olaylar tersyüz ediliyor.

Ama tüm bunlara rağmen, ümit varız ki Türkiye güçlü bir devlettir…

Milli birlik ve beraberliğimizi, dayanışma gerçeğimizi, ittihadımızı pekiştiren, birleştiren bir “vahdet (birliktelik)” var.

O da yüce İslam dininin inancıdır.

Bu inanç, küfür sistemlerinin mevcut rejim ve düzenin kasırgasına ve tsunamisine uğramazsa, bu birlik ve beraberlik, bu iman devam eder.

Hele hele son 15 yıldan beri tüm anlattıklarımıza rağmen, devletin başında bulunan Başkomutan Recep Tayyip Erdoğan’ın sarsılmaz imanı bu millete her an için ümit veriyor.

Velev ki sistem hala da 1924 anayasası gölgesinde CHP’nin tek parti dipçik ve şeflik anlayışı yürürlükte ise de yine de bize göre gam yok…

Devlet ve millet el ele..

Bu milletin ümmet anlayışının hâkimiyeti söz konusudur.

Her ne kadar gelen giden siyasi iktidarlar biri diğerini aratıyorsa da mevcut olan iman meşalesi daima tutuşmuş yanıyor...

Kur’an nuru ile oluşabilecek aydınlık kaçınılmazdır.

Velev ki istemezlerse de.

* * *

Ama ne yazık ki sistemin ve rejimin bünyesinde uygulanmakta olan sistem çarkı velev ki ters dönse bile.

Bakınız, hala da batıdan AK Partinin iktidarına rağmen ve anayasal olarak Başkomutan durumunda olan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın varlığına rağmen, hala da devletimiz, iktidarımız batı dünyasından bir ittifak bekliyor.

Hala da bazı devletlere “müttefikimiz” diyorlar.

Hala da NATO’ya inanıyorlar.

Oysaki bunlar hep boşunadır.

Kültürümüze mal olmuş bir slogan var...

“Denenmiş, bir daha denenmez” diye..

İşte bu slogan paralelinde yola çıkarsak, düşüncemizin de bu paralelde olması gerekir.

Demişler ya;

“Domuzdan post olmadığı gibi, gavurdan da dost olmaz.”

Bilemiyoruz…

Bu ne sevda, bu ne düşünce, bu ne mefkuredir ki bu sistemin bünyesinde AB gibi yanlış safsataların hâkimiyeti hala da sürdürülüyor.

Gerçi Cumhurbaşkanımız karakteristik olarak bunlara inanmıyor ise de tabii resmi bir sıfat olma hasebiyle, konuştuğu her şeyin doğru olması gerekirken, her doğru da her yerde söylenmeme prensibiyle yola çıkılıyorsa, inanıyoruz ki Cumhurbaşkanımız da bu düşüncededir.

Bakınız, iki gün önce PYD terör örgütünün başı durumunda olan Salih Müslim, Prag’da yakalanıyor.

Ama 24 saat geçmeden Çekya mahkemeleri onu serbest bırakıyor.

Üç dört suçtan arandığı halde, uluslar arası sözleşmelere rağmen, Çekya hükümetinin adaleti her şeyi göz ardı ederek, bildiğini okumaları ve Salih Müslim’i serbest bırakmaları gerçekten düşündürücüdür.

Baştan anlatmaya çalıştığımız bu düşüncemizin gerçeği olarak inanmaları gerekir.

Ki hiçbir zaman batı dünyası başta Türkiye olmak üzere İslam ülkelerine dost olmamıştır ve olamaz da.

Bunların dostluğuna inanmak, NATO birliğine inanmak, ABD’nin ve AB’nin müttefikliğine inanmak bize göre bir devletin ciddiyetine yakışmaz.

Hele hele otoritelerin, bu yanlış düşüncelere inanması hiçte kabul edilemezdir..

Yine kültürümüze mal olmuş bir atasözü var;

“Sülaleden kalma düşman, hiçbir zaman gelecek evlat ve torunlara dost olamaz.”

Bu tarihi bir gerçektir.

Bilimseldir, tarihseldir ve kültüreldir.

Bizlere ne oluyor da milletimizin alnının teri olan vergileriyle bütçesini temin eden bir devlet ciddiyetimize rağmen, bir türlü kendimize gelemiyoruz, kendimize inanamıyoruz ve hala da bildiğimizi okuyoruz?

Avrupa Birliği deyip duruyoruz!

ABD’nin müttefikliğine inanıyoruz!

Ve mevcut halimiz de orta yerde.

Buna da bir türlü çıkış yolu bulamıyoruz.

Özellikle Başbakanımızın mitinglerde çıkıp konuşurken, sadece PKK/PYD, DEAŞ, FETÖ gibi terör örgütlerinin kavramlarını dile getirip de DHKP-C’den hiç bahsetmemesi veya ulusalcılık bünyesindeki Siyonist maşası olan Ergenekonculardan hiç bahsetmiyor olması, gerçekten vatandaş olarak insanı üzüyor ve ümitsizliğe itiyor…

Pek tabi ki çok da düşündürücüdür..

En derin saygı ve sevgilerimle…

 


Bu Makale 2894 kere okunmuştur.