6’NCI DİN ŞURASI VE ÜLKENİN HALİ !!!

Evet sevgili okurlar!

Bilindiği üzere Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 25 Kasım 2019 tarihi itibariyle 28 Kasım’a kadar dört günlük bir “DİN ŞURASI” tertiplendi.

Şuranın kapanış gününde de, Cumhurbaşkanımız sayın Erdoğan katılım gösterdi..

Erdoğan’ın Şura kapanışında yapmış olduğu konuşmanın muhtevası, kelimesi kelimesine çok dikkat çekici olduğu gibi yüksek derecede uyarıcıydı da!.

Hani demişler ya, “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna bile az...”

Evet..!

Ben şahsen Cumhurbaşkanı’nın “6’ncı Din Şurası” Kapanış oturumunda yaptığı konuşmayı, gerçekten tarihi bir konuşma olarak değerlendiriyorum...

Çünkü, nerdeyse yüz yıldan beridir, yani Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek, yüzde 99,9’u Müslüman olan bir toplumun dinine, inancına, Kur’an’ına, tarihine, kültürüne, eğitimine  pranga atılmıştır.? Ki bu pranga aşikar bir şekilde, hükmünü sürdürüyor..

 Nitekim, “Hindistan’daki sağır sultan dahi bunu duyduğu gibi biliyor da...”

Bu vecize sözle yola çıkarsak kimse bunu inkar edemez.

Bu pranga haline rağmen Cumhurbaşkanımızın, rahatlıkla İslam’ı anlatabiliyor olması, yüce İslam peygamberinin adını anarken sık sık “Aleyhisselatu vesselam” demesi, Ayetler ve Hadislerden örnekler getirerek, meramını anlatabilmesi takdire şayandır...

Ki, halkından büyük alkış alıyor olması önemlidir...

Önemli olması kadar da çok dikkat çekicidir.

Bu millete, bu ümmete “İslam” adına yeni mesajlar vermiş olması da sevindiricidir..

Pek tabi ki, ümit vericidir.

Çünkü, yeni bir Türkiye ile artık yaşayacağımızı müjdelemektedir...

Diyeceğim şu, Erdoğan’ın konuşmasının içeriği sıradan rastgele bir konuşma metnini içermiyor...

Gerek salondakiler olsun, gerekse ekranları başında canlı olarak Erdoğan’ın konuşmasını büyük hassasiyetle izleyip, can kulağıyla dinleyen ümmete, “yarınlar” için rahat bir nefes aldırtmıştır.

Zira, Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek, nerdeyse geçen yüz yıllık bir zaman dilimi içerisinde bu millete karşı yapılan mezalimlerin başını çeken “Din Yasaklamaları” olmuştur..

Şöyle ki...

Kur’an’a inanan bir topluma “Kur’an” unutturulmuştur...

Hadisleri unutturulmuş....

Öyle ki, Ezan-ı Muhammedi’yi dahi unutturulmaya çalışılmıştır..

Medreseler kapatılmış...

Kur’an Kurslarına kilit vurulmuş...

Camiler askeri kışlaya dönüştürülmüş...

Tarihi Osmanlıca harfler kaldırılmış..

Latince harfler ile eğitim biçimlendirilmiş..

Yani kısacası; “bin yıllık bir geçmiş” bu millete unutturulmaya çalışıldı..

Nitekim, milletin 17 yıldan beri bu Cumhurbaşkanı’na ve partisine vermiş olduğu oylarla kesintisiz iktidara getirilmesi de, “bin yıllık” tarihine yeniden kavuşabilmenin umuduyla, verdiği bir bedelidir, mükafatır, ödülüdür.

Amma velakin, bunu da söylemeden geçmek istemiyoruz.

Cumhurbaşkanımızın getirmiş olduğu tüm bu güzelliklere rağmen, günümüzde Türkiye’de, özellikle resmi kurum ve kuruluşlarda olup bitenlerden sarf-ı nazar edemeyiz, görmezlikten de gelemeyiz.

Mevcut olan ekonomiksel sıkıntılar, toplumsal ahlaki çürümüşlükler, her gün biraz daha kültürel yozlaşmalar “yürek dağlayıcı” şekilde başını almış gidiyor.

Gün geçmiyor ki, birkaç aile mefhumu ortadan kaldırılmasın...

Eşler arasında cinayetler işlenmesin...

Gün geçmiyor ki resmi dairelerdeki yapılan keyfiliğe dayalı yasadışı uygulamalar, rüşvet, yolsuzluk, usulsüzlük, uyuşturucu, fuhuş, adam kayırma toplumu yekvücut olarak bir cehalet karanlığına sürükleyen olaylar yaşanmasın...

Devletin önemli kurum ve kuruluşlarından ibaret olan bazı Bakanlıkların bünyesinde yaşanan antidemokratik keyfiliğe dayalı yağmalamalar, kişisel rantların ön plana alınması..

Kurumların, kişilerin, yönetimlerin kendilerini kirli şaibelerden bir türlü arındıramıyor duruma gelmeleri gerçekten çok düşündürücüdür.

Bundan değil midir ki, yıllardan beri AK Parti’nin bünyesinde yürütülen yerel yönetimler, yerel seçimler sonucunda birdenbire  el değiştirildi..

Büyük kentler Cumhuriyet Halk Parti’nin eline geçti..

Hem de salt çoğunlukla “seçimi” CHP'ye kazandırmıştır..

Bu da apayrı bir şekilde milletin AK Parti’ye vermiş olduğu açık bir mesajdır; uyarıdır?.

Hani deveye demişler ya : “Senin boynun neden eğri”

Deve de demiş ki “Benim nerem doğru ki..”

Bu minvalde yola çıkarsak, Allah aşkına diyoruz!..

Bugün, devlet bünyesinde çalışan birçok yüklenici firma, iş adamı hak ettikleri “hak edişlerini” zamanında alamıyor...

Devletten alacağını alamayan bir çok iş çevreleri, doğal olarak işçilerinin maaşını veremez hale geliyor..

Hatta birçok yönüyle piyasada serbest çalışan acımasız tefecilerin kucağına düşmelerine neden olunuyor?

Bize göre bu seyir, çok düşündürücüdür ve hiç de hayra alamet değildir.

Ekonomiksel sıkıntılar başta söylediğimiz gibi, keyfiliğe dayalı uygulamalardan kaynaklanmaktadır!!…

Hele hele Adalet Bakanlığı gibi çok önemli bir bakanlığın bünyesinde olan yargıda olup bitenler gerçekten akıllara durgunluk veriyor.

İki yargıcın fikirlerinin birbirini tutmamaları, hele hele savunma ayağında bulunan avukatlık mesleği, adalet cübbesi altında kişisel rant uğruna yapılan yasadışı antidemokratik savunmalar haddini aşmış durumda…

Özellikle iş davalarında yaşanan hukuksuzluklar!...

Davacı avukatın, davalının kesin kanıtlayıcı delillerini yok etme pahasına açık ve net olarak yalan dolanlarla, yalancı tanıkların uydurma beyanlarıyla, “çürütmeye” kalkışması...

Hakimlerin de, bu yalan ve dolana kanma halleri, “hukuk skandalı” olmanın ötesinde garabet bir durum oluşturmuyor değil...

Ne yazık ki, Adalet Bakanlığı bünyesinde yapılan bu tür skandalların baş ucu olan kanıtlanmış resmi belgeler hiçe sayılıyor?..

Uyduruk,  yalancı tanıkların beyanları ön plana alınıyor olması gerçekten adli vakaların başında gelen skandalların yüz kızartıcı halidir?.

Bazı hakimler önemli bazı davalarda davalının savunma hakkını dahi kısıtlıyor olması da, ayrı bir ucube haldir...

Dikkat çekicidir.

Bunlar sadece yargı erkinde görülen skandallar zincirinden bir kaç halka!..

Bir de Sağlığa bakalım..

Özellikle Diyarbakır’da ve Güneydoğu’da, özellikle Dicle Üniversitesi’nde veyahut Araştırma Hastanesi’nde ilaçların bulunmaması, hastaların rastgele bakılması, hastane koridorlarının hastane olmaktan çıkıp, çöp kutusu gibi her pisliğin oralara atılması ile bazı doktorların hasta sahiplerinden “bıçak parası” almaları o da ayrı bir garabettir…

Emniyet teşkilatındaki trafik terörü almış başını gidiyor..

Araç sahiplerine rastgele, keyfi cezalar kesilmesi, özellikle kamyonlardaki tonaj bahanesiyle trafik polislerinin yol kesmesi istihdamı açıkça engellemektedir.

Yani bu saydıklarımız inanın sevgili dostlar kıssadan bir hissedir.

Yani devede kulak bile değil diyebiliriz.

İşte bu yaşanan olumsuzluklar, toplumsal ruhu bunalım, ahlaki çöküntüler, Cumhurbaşkanımızın ümit verici konuşmasına gölge düşürmektedir.. Onu anlamsız kılmaktadır..

Vesselam…

En derin saygı ve sevgilerimle…

Hayırlı Cumalar…